Ülkemizde hasta-hekim ilişkileri incelendiğinde, bilinen hasta-hekim ilişki modellerine son yıllarda “otorite merkezli hasta-hekim ilişkisi” ve “hastaerkil hasta-hekim ilişkisi modeli” olmak üzere iki yeni hasta-hekim ilişkisi modeli eklendiği görülmektedir. Bu iki modelin literatürde nasıl tanımlanacağı konusuna katkıda bulunmak için modelin nasıl geliştiğini incelemekte yarar olduğunu düşünüyorum.
Sağlık kurumlarında verilen hizmetin değerlendirilmesinde hasta ve yakınlarının şikâyetlerinin dikkate alınması gerekli ve önemli bir yaklaşımdır. Ancak ülkemize bakıldığında şikâyet değerlendirme süreçlerinin gerektiği biçimde işlemediği, doğrudan hekimi suçlu görme anlayışı içinde yürüdüğü görülmektedir. Bu nedenle ülkemizde son zamanlarda bazı hastaların talepleri hasta hakları çerçevesinden çıkarak, “İstediğimi istediğim zaman yaptırırım.” anlayışına dönmüş durumdadır.
Nitekim poliklinikte sırasını beklerken 10-15 dakikalık gecikme bile bazı hastalar için şikâyet nedeni hâline gelmiş durumdadır. Hasta şikâyetlerinin herhangi bir süzgeçten geçirilmeksizin işleme konması, hekimlerde kendini güven içinde hissetme gereksinimini derinden sarsmaktadır. Kurumsal ve sağlık sisteminden kaynaklanan sorunların hastaya yetkililer tarafından açıklanması yerine, yaşanan sorunun ana sorumlusunun hekim olduğu izlenimi yaratacak biçimde hareket edildiği gözlenmektedir.
Hele gücü elinde tutan birine şirin görünmek amacıyla hastanın talebinin karşılanması için hekime baskı yapıldığında ya da talep karşılanmadığında bir disiplin işlemi başlatılması söz konusu olduğunda güven sarsılması öfkeye dönüşmektedir. Gücü elinde tutanların ise her şeyi kendileri için bir hak olarak görmeleri ve taleplerinin kayıtsız koşulsuz “seçmen”in ya da “yakın”ın memnun edilmesinin beklemesi öfkenin katlanmasına neden olmaktadır. Atamalarda en önemli ölçütün ”bizden olma” ya da “bir yetkilinin yakını olma” olması, öfke yanında onulmaz bir çaresizlik duygusu yaratmaktadır.
Haksız bir suçlama ile karşı karşıya kalan hekimin “gönlünü almaya” yönelik hiçbir girişimde bulunulmaması hekimin mesleğine ve kurumuna küsmesine yol açmakta ve kurumsal aidiyet duygusunu yok etmektedir. Hekimin itibarını sarsacak bir suçlamada bulunan hasta ve hasta yakınlarına hak ettikleri cezaları alması için gerekli adımların atılmaması bir yandan hekimi baskı altına almakta bir yandan da hasta ve hasta yakınlarında şikâyet etme davranışının pekişmesine yol açmaktadır.
Hekimlik esas olarak bir gönül işidir. Mecburiyetlerle ya da mecbur tutmalarla yürütülmesi mümkün değildir. Yürütülüyor gibi görünse bile bu olsa olsa görünüştedir. İş yaşamından memnun olmayan, merhamet duygusunu kaybeden ve işini mecburiyet hissi ile yürüten bir hekimin iyi hekimlik yapabileceği düşünülemez. Nitekim bu iki modelin yansımaları olarak hekimlerin zorlu ve riskli girişimlerden kaçınmaya ve merhamet duygularını ciddi biçimde sorgulamaya başladıkları görülmektedir.
Literatüre geçmeye aday iki yeni modelin sağlık hizmeti sunumuna güncel yansıması hekimlerin iş yaşamındaki memnuniyetsizliğinin artması şeklindedir. Fakat bunun giderek basit bir memnuniyetsizlik olmaktan çıkıp mesleğine küsme ve mesleki tükenmişlik boyutuna ulaştığı açık olarak görülmeye başlanmıştır. Yakın zamanda daha da yaygınlaşacak gibi görünen başka bir sonuç ise hekimlerin zorlu ve riskli hastaların tedavisinden kaçınacak olmalarıdır.