Anca’nın Yazlığı
Kanatlarının siyah tabakası üzerinde kırmızı kaplı ve siyah düğmeleri bir damla su ağırlığında güneşin ışınlarını hisseden uğur böceği kanat çırpmaya hazırlanırken, Anca’nın gölgesi uykusunu kaçırdı. Anca parmaklarını uzatarak uğur böceğinin tırmanması için işaret parmağını merdiven yaptı. Uğur böceği Anca’nın işaret parmağına tırmanır tırmanmaz, büyük bir hızla birlikte su damlasının içinde üzerine düşen ışık yolunda uçmaya başladılar. Anca ve Uğur böceğinin yolculuğu zaman ötesine geçmiş ve ağırlık ışık ötesi kaybolurken ruhun derinliklerine süzülen renklerin ince çizgisi Anca’nın zihnini belirginleştirdi ve bu yolculuğun öncesinde nerde olduğunu hatırladı. Anca nerde olduğunu hatırlar hatırlamaz, Uğur böceğinin yedi kat üzerinde yedinci güneşi seyreden otağına çekildi ve bir dilek tutmaya niyetlendi, öyle bir zihinsel algoritma içinden geçti ki gözlerine görünen yeşil yapraklar arasından ve akan suların kenarında toprağa kanat çırpan bir balık gördü, hafiften toprağa dokundu ve balık suyla buluşup uzaklaştı. O balık Anca’yı ve esen rüzgarları hiç fark etmemişti. Artık Anca yeni bir gezeğende ilk yardım ettiği canlı bir balığın solungaçlarından çıkan dalga ile okyanusta yol almaya başladı.
Okyanusun dalgaları şiddetlendikçe balığın kanatları su yüzüne inip inip çıkıyordu. Anca’nın balıkla olan bu yolculuğu Uğur böceğinin bir akşam kanat çırpışıyla durdu, vakit akşam, mevsim kış vaktiydi. Dalgalar bir dalış boyunda serpiliyor ama hareketsiz duran balığın kanatları kayboluyordu. Anca denize doğru süzüldü ve balığın neden sessiz ve hareketsiz kaldığını gördü. Kıbrıs adasından gelen akşam vakti Şeyh Nazım Kıbrısi’nin ezanını dinliyordu. Anca okyanusun altından Kıbrıs adasına doğru hafiften göz atınca dalga dalga “Biz Kainâtın sırrını taşıyan, Resulü Kibriyâ’nın ümmetleriyiz” diyen Nazım Kıbrısi’nin nurlanan alnından bir serinlik hissetti. Okyanusun dalgalarının taşıdığı bu serinlik ile balığın kıpırdanışı aynı anda oldu ve Anca’nın yolculuğu Uğur böceğinin kanatlarıyla yön alıyordu. Gece aydınlanan dolunayla denizle okyanusun ayrılmaya gücünün yetmediği kara parçasının Anadolu yakasında bir ışık gören Anca, yedi kat otağında ve yedinci güneşin patlamasından etkilenmeden ışığa yaklaşmaya başladı. Balık artık durmuştu ve gizemli gözleriyle Anca’ya artık bundan sonra siz gidebilirsiniz anlam yüklü hareketini sundu.
Uğur böceği alaca karanlıkta kanat çırparken, Anca’nın zaman ötesi bu yolculukta sahilde bir kalem ve defter gördü, bu defter ve kalem şairin hediyesi olup dünyanın tamir edilmesi içindi. Şair ve Anca arasında alnı açık bir göz bakışıyla ışığın en kestirme yolculuğunun hocasının baş ucuna düşmesinin yolunu çizen hocasının mürekkebinden can bulmuştu. Anca bu kalem ve defterle aşkın içine düşmüştü. Kalemin düştüğü her deniz yarılıyor ve Hızır’ın arkadaşına yol oluyordu. Kalemin her düştüğü dağlar, mağaralar ve tepeler nur saçıyordu. Anca, şairin bıraktığı bu kalemi elinden bırakanların defterlerinin yandığını görüyordu, kutsal topraklar yanıyordu. Anca bu tılsımlı algılardan geçerken kara toprağın altın sarısı tozlarından billurlaşan kristal taneciklerden biner tane “Hu” ile “Bismillah” dedi.
Aşkın birinci durağı Mescid-i Aksa’ya bakan şairin Anadolu’dan geldiğini gören Anca, hafiften başını yukarı göklere çevirdiğinde Atlı Kuş İmparatorluğunun tek frekans eşliğinde mavi renkli dalga hareketiyle Hindikuş dağlarının serinliğini kutsal topraklara doğru taşıdıklarını hissetti. Görünen o ki yedi şair Anadolu’dan Hindikuş dağlarına ve Kudüs’e giden bir yol çizmişti. Bu alacakaranlıkta dost ve düşmanın ayırt edilmediği vakitte mavi frekansta akan Atlıkuş imparatorluğunun kadim dostları görev için hazırdı. Viyana’yı kuşatan ordu işte bu orduydu. Anca yedi kat semanın yedinci güneşinin patlama çizgilerinde gözlerini açtı, bu göz açışı bir aşkın sessizliği kadardı.