Değerli meslektaşlarım, geçenlerde bir toplantıda kongrelerde hep aynı kişilerin konuşmacı olduğundan, bazı hocalara ise hiç yer verilmediğinden’ yakınıldı. Doğrudur, bazı kongrelerde ahbap çavuş ilişkileriyle birtakım kişilerin kayrıldığı olabilir. Ancak bunların sayısı son yıllarda yapılan kongrelerde giderek azalmıştır. Peki seçim hangi kriterlere göre yapılıyor diye soracak olursanız, cevap son derece basittir. Oyunun yegane kuralı aslında bizzat kişinin üretimi’dir.
Hiçbirimiz aptal değiliz. Ülkemizde belirli kuralları ve kriterleri sağladıktan sonra üniversitelerde doçent, profesör, eğitim hastanelerinde de şef ve şef yardımcısı olamamak diye bir şey var mıdır acaba? Ben şimdiye kadar birkaç istisna hariç sınava giren herkesin er ya da geç doçent, profesör, şef, şef yardımcısı olduğunu gördüm. Ancak unvanlar elde edilinceye kadarki çalışmalarını sonradan da devam ettirenler maalesef azınlıktadır. Pek çok meslektaşım, kongreler haricinde, belirli bir süre yurt dışına fellow ya da araştırmacı olarak bile gitmemiştir. Gelişmiş ülkelerde modern uygulamalar nasıldır diye sorsanız, hiç gidip görmediklerinden cevap veremezler. Tıpta her şey kitaplardan öğrenilmiyor. Ustalardan ya da yapanlardan yerinde gidip öğrenmek lazım.
Bunun en sıcak örneğini endoskopik cerrahide görüyoruz. Eskiden gidenler tanısal endoskopide kalmışlar, ancak son yıllarda gidenler, cerrahi laparoskopide ülkemizde de önemli atılımlar sağlamışlardır.
Bu nedenle doçent, profesör ya da şef, şef yardımcısı olmak, çok ta önemli değildir. Herkes olabilir. Olmuşuz, olmuşsunuz teşekkürler, hepsi o kadar. Önemli olan bilimsel araştırma yapmak, bizzat yenilikleri uygulayabilmektir. Asistan tezlerinden yayın çıkarıp, işte bizde yaptık demek değildir. Anlaşılır, sırıtır, bir yerde ortaya çıkıverir.
Şimdi kişilerin takibi çok kolay. Verirsin adını soyadını, çıkıverir yaptıkları, ya da yapmadıkları. Bakarsın yayınlarına, sorarsın kliniğine bu kimin çalışması kimin tezi diye.
Kısaca, oyunun kuralı şudur arkadaşlar: Yenilikleri gidip öğrenen, ülkesine dönüp kendi kliniğinde tatbik eden, üreten ön plana çıkar, üretmeyen, üretemeyen ise geri kalır. Kongrelerde konuşmaları, kitaplarda bölüm yazmayı bizzat o işi yapıp yapmadığına bakarak veriyorlar. Ben öyle görüyorum. Ya da biz kongrelerimizde, yayınladığımız kitaplarda, çoğunlukla bu kuralı uygulamaya çalışıyoruz.
Bunun da ötesinde, hep aynı kişiler olmasın diye daha çok gençlere yer vermeye bu nedenle onları da kazanmaya çalışıyoruz. Juniorların öne çıkması, seniorların biraz da arkadan gelenlere yer vermesi hep bu yüzden.
Konuşma yapmak o kadarda önemli değil. Siz konuşma yapmazsınız ama, oturum başkanı ya da dinleyici olursunuz. Oturumu öyle bir yönetirsiniz, tartışmaya öyle bir yön verirsiniz, kendi yayınlarınızdan bahsedersiniz, yeni literatüre göre öyle mesajlar verirsiniz ki, bir de bakarsınız gelecek kongrede konuşmacı oluvermişsiniz.
Geç bunları arkadaş, benim için önemli olan sadece para kazanmak ve muayenehanem, geri kalan fasarya diyorsanız, buyurun yolunuz açık olsun. Size hayırlı ve bol kazançlar dileriz.
Ha babam, de babam otuz, kırk yıl öncesi tekniklerle ameliyat yapalım, özel vakadan, muayenehaneden, paradan başka bir şey düşünmeyelim, bilimsel çalışma yapmayalım, üretimimiz olmasın, aman para kaybımız olmasın diye kısa süreli de olsa hiç yurt dışına gitmeyelim derseniz, camiada eshameniz bile okunmaz, boşuna beklemeyin size zor görev verirler. Profesör olmuşsunuz, şef olmuşsunuz hiçbir şey fark etmez. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de, çalışan üretenler öne, çalışmayan, üretmeyen geriye, oyunun kuralı böyle. Saygılarımla.