Yenidoğan Değil, Toplumun Canına ve Sağlığına Kast Eden Özel Hastane Çeteleri
(Tabi ki yakınlarının parasına göz diken, SGK’yı hortumlayanlar da diyebiliriz. Keşke canlarımız gitmese, her şeyimiz onların olsa…)
Küçük Bir Başlangıç
Akademik Akıl’da yazılarıma maalesef kötü gelişmelerle geri dönüyorum. Her seferinde “ayın konusuna katılım mecburiyeti bulunmamaktadır” denilmekte, ancak benim bu kokuşmuşluk üzerine bir şeyler yazmam gerekiyor. Yani yazmasam olmaz. Tabii ki özel hastaneler kızacak. Ancak hepsinin aynı olmadığına ve kokuşmuşluğun artık boğazımıza kadar geldiğine değinmek istiyorum. Bunu bir isyan olarak algılamayın; bir zorunluluk, bir vatandaşlık görevi gibi görün.
Ben kendimi nasıl tanımlarsam tanımlayayım, yaşadığım çevre ve sosyal durum beni liberal kılmakta. Yani baştan söyleyeyim: Ben özelleşmeye karşı değilim. Hatta taraftarıyım. Ama bu “özel” olan hizmete tüm yurttaşların bir şekilde ulaşması kaydıyla. Bu sistemin kötü kullanılmasına karşıyım. Konudan konuya atlamamak için bir geri dönüş yapayım.
Bu ayki Akademik Akıl konumuz bir akıl tutulması olan “Yenidoğan (Hastane) Çetesi ile İlgili Değerlendirmeler” olarak belirlenmiş. Bence parantez içinde “Hastane çetesi” doğru, ancak “Özel Hastane Çeteleri” olmalıydı. Bu çetelerden sadece yenidoğanlar değil, hiç doğamayanlar, çocuklar, kadınlar, yetişkinler hatta yaşlılar bile etkileniyor. Bu kokuşmuşluk bir toplumsal salgın olmuş durumda. Kayıplar çok büyük.
Sağlığımız, Canlarımız Kime Emanet ?
Kimin yakını özel hastanede ölmedi? diye sormak lazım. Benim annem ve son olarak da amcam özel hastanede öldü. Özel hastanede olma nedenleri ise devlet hastanelerinin veremediği veya veremeyeceği sağlık hizmetini vermekti. Veya ona hızlı bir şekilde ulaşmaktı. Çünkü hayatları söz konusuydu. Yenidoğan bebeklerimize yapılan ise bence bu özel hastanelerin durumunu açığa çıkardı. Özellikle yoğun bakım ve normalde devlet hastanelerinin yapması gereken hizmetleri SGK üzerinden vererek ne gibi olaylar çevrildiği… Son tahlilde de yapılmaması gereken müdahalelerle insanların ve yenidoğanların canlarından olduğu ortaya çıktı.
Bu durumun yenidoğanların anne babalarında ne gibi psikolojik travmalar yarattığını irdelemeye gerek yok. Peki ya toplumda oluşan yaralar? Bu sağlık terörünün hesabını kim verecek? Buna müsaade edenler nerede? Tabii yine soracaklar: Hırsızın hiç mi suçu yok? Tabii ki var. Ama denetim nerede? Ben adalet istiyorum, o nedensiz sağlık terörüyle ölenler için…
Bu hikâyeye başlamadan önce kendimden ve kayıpların yakınlarından izin almam gerekli. Ben öncelikle kendimden izin alarak annemin hazin kaybını anlatmak istiyorum.
Annem Özel Hastane “Şehididir” Diyecek Birşey Yok
Annemi 09 Haziran 2021 yılında aniden kaybettik. Yani hiç beklemediğimiz, bir anda ve şekilde öldü. Ama olayların gelişimini anlatmak istiyorum. Bence o dönemde de özel hastane skandalı vardı. Ama umarım artık ortaya çıkar. Annem Antalya’nın Manavgat ilçesinde emekli olduktan sonra yaşıyordu. Orayı seviyorlardı. Neredeyse hiç bir sağlık şikayeti yoktu. Tabi ki 60 yaş üstünde 70’lerine yaklaşmış bir insan olarak kontrollerine dikkat ediyor. Bazı ufak tefek sıkıntıları oluyordu. Romatoit artriti vardı. Öğretmen hastalığı olan varis geçirmişti ama yine özel hastanede bir uygulama ile bunlardan bir iki yıl önce kurtulmuştu. 7 Haziran’da da Antalya merkezdeki özel bir hastaneden genel kontrol (check-up) için yakını olan ve yine o hastanede çalışan bir hemşire vasıtasıyla randevu almıştı. O günkü yapılan kontrollerde her şeyi normal çıkmıştı. Kalbi vb. çok iyi durumdaydı. Yani sıkıntısı yoktu. Ancak Manavgat’taki yazılığına döndüğünde kendini biraz halsiz hissetmişti. Onun için de hemşire tanıdığının annesi yanındaydı. 9 Haziran sabah erken saatlerde yanında kalan tanıdığı ile sabah yürüyüşüne çıkmak istedi. Biraz halsizdi ancak sabah yürümek ona iyi gelecekti diye düşündü galiba.
Kumsala vardılar, yanındaki tandığın anlatımına göre, havlusunu bir şezlonga doğru yerleştirdi. Ve öne bir hamle yaptı ancak ben kötüyüm dedi. Sonra ise yere yığıldı. Yanındaki kadın biraz telaşlı otel güvenliğine haber verdi. Ambulans çağrılmıştı. Ambulans biraz geç geldi. Ancak annemin bilinci açıktı. Ama çok fazla terliyordu. Sağlıkçı olduğum için bu terlemenin iyi birşey olmadığını ve hipoksi yani oksijensiz kalma ile ilgili olduğunu ben biliyorum. Ambulans ve yardımcı ekip önce kumsala giremeyeceklerini hastayı da taşımayacaklarını söylemişler. Ne yazık ki durum bu. Bunun üzerine sağolsunlar çevre otelin güvenlik görevlileri yardıma koşmuş ve annem sedyeye konularak ambulansa bindirilmiş. Yanına da annemin yakını oturtulmuş. Annemin bilinci açıkmış ve bu topraklardan gelme bir cumhuriyet kadını emekli öğretmen olarak; Devlet Hastanesine gitmek istemiş. Ancak ambulans ısrarla Özel hastaneye gideceğiz demiş (Şimdi öğreniyoruz ki ambulanslar özel hastanelere gitmeye meyilli). Neden? Nedeni sonra ortaya çıkacak. Annem ise o haliyle bile devlet hastanesi demiş. Normalde ben de devlet hastanesine çok güvenirim. Çünkü her türlü ekipman vardır. Çünkü devletin gücü, milletin gücü yani benim gücüm ordadır. Benim vergilerimle kurulmuştur. Benim doktorum, hemşirem ve sağlık personelim çalışır. O bendir. Bana sağlık verir.
Ambulanstaki görevliler annem ile biraz sürtüşme yaşamışlar ama sonunda ambulans devlet hastanesine gitmiş. Annemi oraya bırakmış. Ancak devlet hastanesinde anneme müdahale edecek anjiografi cihazının olmadığı veya çalışmadığı söylenmiş. Annemin yakını büyük telaşa kapılmış. Anjiografi cihazı sadece özel hastanede varmış. Annem acele tekrar ambulansa bindirilmiş ve özel hastaneye götürülmüş. Hatta bu ikinci götürülmede annemin yanındaki yakınına bile haber verilmeden ambulans ile sevk edilmiş. Bu nasıl iştir?
Özel hastaneye varıldığında kardiolojiden bir doktor karşılamış. Kendisini araştırdığımda gerçekten iyi bir doktor. Yakınımıza annemin kurtulacağı, önemli bir sorun olmadığı. Basit bir anjiografi ve stent uygulaması ile sorunu çözeceğini merak etmemesi gerektiği söylenmiş. Ben o sırada Karstaydım. Dayım beni aradı. Annen (köylü ağzıyla “abam” der) rahatsızlandı ama durumu iyiymiş dedi. Ben de mutlu oldum.
Ancak aradan zaman geçince yakınımıza aynı doktor gelmiş ve demişki maalesef pıhtıdan kurtulduk ancak kalbi tekrar çalıştıramadık. Şükrü dayım beni aradı. Feryadı figan “abamı kaybettik” dedi. Ve ölüm haberini de ondan aldım.
Neden? Bizim devlet hastanemizde bu alt yapı yok? Eskiden vardı ama… ve özel hastanelerde de yarım yamalak işlemler yapılıyor. Neden? Özel hastanede yakınını kaybetmiş bir akademisyen olarak, bu devlete millete 45 yıl öğretmen olarak hizmet etmiş annemin adına soruyorum neden? Neden annemi yaşatamadınız. Ve müdahale ücretlerini SGK dan ve benden aldınız? Neden?
Amcam Özel Hastane Çıkmazı Yüzünden Öldü
Şimdi de yeni kaybettiğim amcamın olayına gelelim. Nereden? Nereye? Hocam diyeceksiniz. Sen Yenidoğan çetesini anlatacaktın. Yenidoğan çetesi yok. Donanımsız ancak donanımlı gösterilen, SGK’yı hortumlayan özel hastane çetesi ve terörü var. Bunlar hem yenidoğanları hem de canlarımızı alıyorlar. Buna kim izin veriyor? Bu düzeni kim kurdu? Ben bunu anlatmaya çalışıyorum. Eskiden tam donanımlı devlet hastaneleri vardı: Derdine derman bulduğun.
Amcam ile 27 Ağustos 2024 tarihinde görüştüm. Babamla ilgili biraz konuştuk. Biraz üzüldü ama sesi sağlığı uzaktan çok iyi geliyordu. Çünkü köyündeydi. Köyü ona iyi geliyordu. 77 yaşındaki amcamın gençleştiğine inanıyordum. Köy havasıyla.6 Eylül de rahatsızlandığını öğrendim. Ancak 13 Eylül günü bypass denilen ve coroner damarların farklı damarlarla değiştirildiği bir işlemle hayatı kurtuldu denildi. Ama işin ilginci vücudunda ve özellikle ciğerlerinde ödem vardı. Bu ödem geçmiyordu. Sıvılar alınıyordu. Yoğun bakıma alındı. Günlerce orada kaldı. Ancak kurtarılamadı. Bu işlemler İstanbul’da özel bir hastanede oldu. Aslında bir sağlıkçı olarak durumu ben bile anlamıştım. Ölmüş bir kalbe bypass yapılmıştı. Ölü doku nasıl canlanabilir ki? Niye böyle bir cerrahi operasyon gerçekleştirildi. Hiç bir zaman iyileşemeyeceği bilinen ve kalp yetmezliğinin en üst seviyesindeki bir insana. Durumu yakınlarına anlatılıp, bu kalp dayanabildiği kadar dayansın, destekleyici tedavi yapalım. Bu ameliyatı kaldıramaz neden denilmedi? Neden? Neden insanlara kurtulacak diye umut aşılanıp binlerce lirası alındı. Ve SGK dan bu işlem için aktarımlar yapıldı. Bu cerrahi operasyon tamamen bir riskti. Tabi ki risk alınır ancak sağlıkta büyük riskler alınmaz. Amcamı ne yazık ki 22 Eylül de kaybettik. Bunun nedeni de “Özel Hastanenin doymak bilmez para hırsıydı diyebiliriz”. Amcam şu anda belki kalp yetmezliği olan bir hasta olarak bir süre daha yaşayacaktı. Bu süreçte bilgilendirilecek, son vedasını ederek bu dünyadan huzur içinde ayrılacaktı. Kurtulamayacak durumdaki hastalara ve onların yakınlarına neden umut aşılıyorsunuz? Neden umut tacirliği yapıyorsunuz?
Hani Bıçak Parası Kalkmıştı
Bu arada devlet hastanelerinde “bıçak parası” kaldırılmıştı. Ayrıca Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi özel hastanelerde hizmet vermemesi için kanunlar da çıkarıldı. Ancak görüyoruz ki “bıçak parası” özel hastanelere geçmiş. Hatta öğrendiğim örneğin bypass ameliyatında değişen damar başına ücretler talep ediliyormuş. Yani uçuk tutarlar siz deyin damar başına 100 bin ben diyeyim 200-250 bin hatta damar sayısı arttıkça indirim de oluyormuş. 3 damar değişimi 600 bin yerine 400 bin TL ama sonrası garanti değil. Ne hale düşürüldü bu sağlık. İnsanlar canları için bedeller ödüyor. Bari ölmeseler…
Sorularıma Devam Edeyim
Sorularım şunlar (aslında sormaya devam ediyorum) özel hastanelerin kendi kendini denetleyen kontrol eden bir mekanizması yok mu? Diğer bir söylemle bir birim de aksaklıları belirleyecek bir denetim mekanizmasından bahsediyorum. Quality Control ve Quality Assurance denilen sisteme dahil. Çünkü bence özel hastanenin hata yapma şansı yok. Ama görülüyor ki göz göre göre hatalar yapılmış. Yaptırılmış. Tabi ki bundan belki hastanenin Başhekiminin veya kurulunun haberi bile olmayabilir. Tabi ki tersi de söz konusu; görmezden gelmek. Hiç bir bahane bu olanların izahı olamaz. Diğer yandan Devlete ve Sağlık Bakanlığına sorum var. Bu özel hastaneleri denetlemiyor musunuz? Yani gitmenize gerek yok. İstatistiki ölüm raporları vb. yeterli olacaktır. Ama bu istatistiğin oluşmasından önce denetim tabi ki daha önemli. Bizim bir bebek bir kişi dediğimiz, bir dünya demek. İnanın.
Konudan Sapmayalım Lütfen
Bu arada o yürek yemiş savcımızı da tebrik ediyorum. Bazen böyle insanlara ihtiyaç var. Bazen de yürek yemek gerek…
Evet okur sorar hocam konudan saptınız. Benim tabi ki tamamen sağlıklı olan bebekleri hasta gibi yoğun bakıma alıp onların canına kast eden canilere de sözüm var. Ancak inanın ister bebek olsun ister yetişkin haksız yere kurtulacakken ölenler için buraya yazmam gerek. Onun için yazıyorum.
O güzel sağlıklı küçük bebekler için hepimiz ağladık. Aslında bu bir buzdağının ucudur. Gerçekten Allah bilir başka hangi özel hastanelerde neler oldu, neler? Bunlar araştırılıyor mu? Ben yüce devletimi ve onun memurlarını göreve çağırıyorum. Benim yapabileceğim sadece bu. Yurttaş olarak ise tepkimi göstermek.
Sürçü lisan ettiysek af ola…Ağlıyoruz…
“Beni Türk Hekimlerine emanet ediniz” M. K. ATATÜRK
Bu yazımı özel hastane çıkmazında kaybettiğim, yıllarını bu devlete ve millete adamış bir emniyet mensubu olan amcama ithaf ediyorum. Koca yürekli insan nurlar için de uyu…
2 yorum
Yazınız güzel olmuş ama malesef sizde sorunun çevresinde dönüyorsunuz .
Sonra inek, koyun muayenesinin insan muayenesinden pahalı olduğunu öğrendiğimde çok üzülmüştüm.
Daha sonra ineklerine, köpeklerine, kedilerine harcadıkları parayı, bunların tedavisi için harcadıkları miktarları ve servetleri öğrenince yine yıkıldım, çünkü bunun %1 ini gebe eşine, annesine,… insanlar sarf etmiyorlardı.
Bunuda bana söylerseniz çok sevinirim.
Ben size ve okuyucularınıza bu çeteleşme ile ilgili “içeriden” bilgi vereyim.
Neden çeteleşme OLDU?
Nasıl OLDU?
Hatta “Küvözhanelerin – Küvözistanların” temelinde görmezden gelinen müteselsilen etkili olan tuhaf /garip illiyetleri, toplumsal davranış bozukluklarını çıkar çatışmasında vatandaşımızıb neler yaptıklarını anlatayım.
Kendimizi tanıyalım, AYNA tutayım!
Sağlığın ticarileştirilmesini kendi eylemleriyle; sağlığın vahşi rekabete maruz bırakılması gibi çarpık bir sistemi ÖVGÜYLE – ALKIŞLA karşılayan çok sayıda ki vatandaşlarımızın sorumsuzluklarını, “çıkar çatışmalarını” ve ÖDEVSİZLİKLERİNİ, maddı hırslarını masaya yatırmak gereklidir.
Ülkemizde 14.000 küvöz ihtiyacı nasıl oluştu? , bu devasa sayı nasıl bir suç ve haksız kazanç kapısı hâline geldi?
Gelin, bu düzenin nasıl adım adım hazırlandığını, vatandaşın nasıl bir adaptasyon geliştirdiğini ve bunu avantaj olarak gördüğünü size detaylıca “içeriden” anlatayım.
Bu noktaya gelineceği aslında belliydi ve ne yazık ki “Sağlıkta Dönüşüm Programı” bu sürecin mimarı oldu.
1* İstanbul anadolu yakası, Ankara, İzmir, Antalya ve benzeri büyük şehirlerde, hatta “tüm ülke çapında” benzer yapıların olmaması mümkün mü? Ülke genelinde yaşanan sağlık sorunlarının sadece tek bir yerle sınırlı olduğunu düşünmek, büyük resmi görememek olur. Neredeyse özel hastanelerin “büyük kısmı” güçleri ölçüsünde bunu yapıyor. Kamunun bunu yapmasına gerek yok zaten “küvözhaneleri” hiç boşalmayacak şekilde dolup dolup boşaltıyor.
2* Gebelerin birbirlerini “maddi çıkar çatışmaları” ile feromonlayıp, bir araya gelip, birbirlerine hastane övdüğü, yaptıkları hastane seçimiyle kendilerini akıllı/ haklı/uyanık/mantıklı hissettikleri hizmetin ucuz olduğu hastanelerde yani “kuyruk oluşturdukları” hastaneleri görmek bile sorunun derinliğini anlamak için yeterlidir.
Bu kuyruk yapılan, hınca hınç dolu özel hastanelere kimse hiç bakmıyor, sen neden ucuzsun, neden sana gebeler yığılıyorlar diye hiç kimse sormuyor. Çünkü hepsi uyanık/haklı/akıllı.
Doğum hizmetini ucuza, bedavaya verip, takip sürecini cazip hale getirmek; hatta doğum ücretini minimumda tutmak bile bu sistemde bazı hastaneleri cazibe merkezi yaptı. Bebeğin küvöz masrafını devletin karşılaması fikri de bu döngüyü besleyen unsurlardan biri.
Vatandaş ben para vermeyeyim, doğumu – gebelik takiplerini “ucuza kapatayım” , bebekler küvöze girsin, iyi bakılıyor modundaydı. Anladınız mı döngüyü, kommersal yaşamı!
3* “Doktorun elini cebinizden çekeceğiz” söylemiyle yürütülen politikalar halkımızın “alkışını” topladı. Ama eski Türkiye’de ya da muayenehanelerin ön planda olduğu dönemde bu denli büyük krizler hiç ama hiç yaşanmazdı. Doktorlar, mesleklerine değer veren bir sistemde çalıştığında, daha özverili bir performans sergiliyordu. İntihar eden, dövülen, öldürülen, arabasının frenleri kesilen, kemikleri kırılan, küfürler edilen, kazanç kaygısı içinde olan, yoğun bakımlık olan, odaya kilitlemiş hunharca dövülen doktorlar hiç yoktu.
Gebelik takibi ve doğumu ucuz tutarsın, tüm gebe piyasasını hastanemizde tam reşekküllü yoğun bakım ünitesi var diye, güvenlik ihtiyacını tetikleyecek, domine edersin. Sonra 4 – 5 tane hızlı çalışan, gir çık yapan, küvözhaneler ile alakası olmayan ama dünyadan bi haber, saf değil ama saftirik kadın doğum doktorkarı ile ( böyle doktorlar ile çalışmak istediğini söyleyen hastaneciler var!) tüm gebe piyasasını domine edip, küvözhaneleri sürekli besleyen hastane üst akıl yöneticileri vardır.
Devam edeyim…
Memlekette Doktorlar artık yoruldular, metal yorgunluğu ve deforme oldukları çok açık: Kendilerinden sürekli fedakarlık beklenirken, doktorların “karşılıksız cömertlik” sergilemeye bırakılmaları bu yorgunluğun temel sebeplerinden biridir. Anlaşılıyor ki sistem de koşturulan “hayvan terli” kavramı artık “hayvan çatlamaya” dönüşmüş. Çevreden, gizli ellerin yaptıklarından bi haber niteliksiz ama niceliksel çalışan hekimler “etkin çoğunluk” oldu.
4* Büyük devletimiz, sağlıklı gebelik takibi ve doğumu adeta basit /adi/olağan bir işlem gibi görüp minimal ödemelerle, puancılık oyunlarıyla bu emekleri, akıl terlerini küçümsedi, aşağıladı. Komplikasyonlu doğumlara ve yoğun bakım gerektiren bebeklere ise devasa kaynaklar aktarıldı. Bu yönelimin, kaliteli gebelik takibine gösterilen önemi azalttığını görmemek elde değil. Günlük 14000 küvöz oluşmuş!
5* Türkiye’de yılda yaklaşık 1 milyon doğum oluyor ve ortalama % 10 – 15 (bence %20) bebek yoğun bakımlık, pert, perişan doğuyor – doğurtuluyor. Bu ülkede toplum tarafından erken doğum bir hastalık / sorun / problem olarak görülmüyor, “erken doğdu fırlama” denilerek olağanlaşmış. Bu bebekler ortalama 5 gün küvözde kalsa, 14000 yataktan hesap edersek, “yılda 1 milyon küvöz yatağı” potansiyeli oluşuyor.
1 milyon küvöz kapasitesine devlet günlük su gibi para akıtınca, böyle ballı kaymaklı bol paralı bir sistemi beslemek için kimse sağlıklı bebeklerin doğumunu teşvik etmez, çünkü hiç kimse ( hem vatandaş hem de devlet) oraya (sağlıklı gebelik takibi ve doğuma) harcama – ödeme yapmıyor. Sonra sistemdeki tüm gebeler domine edilirse, gebe piyasası ele geçirilirse, kaçınılmaz şekilde minimum %20 sıkıntılı doğanlardan elde edilecek küvözhane geliri tüm gebelerin sağlıklı doğduklarında elde edilecekten fazla olacağından, vatandaşı üzmeye kırmaya gerek yoktur. Gebelik takibi ve doğumu sürüm işe sokarsın olay biter. Bu olurken, hem bu sistem idame ettirilecek hem de aileler kendilerini akıllı, haklı, iş bilir hissettirilecek. Okumaya devam….
6* Bir jinekoloğun günde maksimum/azami 15 gebe ile ilgilenmesi gerekirken, bu sayı kimi yerlerde günde, yani 8 saatlik mesai ile 30, 40, 50 ila 200 gebeye kadar çıkıyor. Yoğun bir tempo, vahşi “sürüm usülü iş” , baş döndüren bir sistem; ama vatandaş bu durumu sorgulamaksızın kabul ediyor, hatta avantajlı/süper /kaliteli/10 numara 5 yıldız/çok hasta görüyor çok iyiler şeklinde buluyor/algılıyor.
Çünkü para vermiyor!, çıkar çatışması!
Vatandaşın kendi sağlığına bu derece ticari bir yaklaşımla bakması, özellikle gebe vatandaşlar tarafından böyle ele alınması, gebelik ve doğum hizmetlerini kalite açısından aşırı zayıflatıyor.
7* Gebelik takibi, artık “olduğu kadarıyla doğsun” yaklaşımıyla ilerliyor. Salgın şeklindeki plansız hamilelikler, hazırlıksız doğumlar sonucunda, bebek yoğun bakım yatak sayısı şehir şehir artarak 14 bin yeni doğan yatağına kadar ulaştı. Bu yataklar sürekli dolup dolup boşalıyor; ama bu sorun halk tarafından yeterince önemsemiyor, ucuz olsun, bedava olsun, “kimse benden para istemesin” derdindedirler.
Hatta bebeğin sakat, özürlü olması dahi bir avantaj olarak görülmeye başlandı; evde bakım parası alırız, ötv siz araba alırız, yardım alırız şeklinde düşününler çok sayıdadır. Toplum iyi yöne gitmiyor!!!
8* Ekonomik durumları gayet iyi olan çoğu aileler bile gebelik için herhangi bir bütçe (gebelik bütçesi) ayırmayı düşünmüyor, en ucuza hatta bedavaya yöneliyor ve bu yaklaşımı bir zeka göstergesi, haklılık, iş bilirlik olarak görüyor.
9* Bir jinekologun “günde” en fazla/maksimum/azami 15 gebe muayene etmesi gerekirken, sırf bedava ya da düşük ücretli olduğu için devlet hastanelerinde 30, 40 hatta 100 – 150. sıradan muayene olan, özel hastanelerde ise 65. sıradan muayeneye talip olan bir kitle var. Bu da kaçınılmaz olarak anne – aile kaynaklı ihmalkarlıklara ve yoğun bakımlık/pert/küvözlük bebeklere yol açıyor. 40, 80 hatta 150’nci sıradan muayene olmayı, “ucuz sürüm mantığıyla” hastaneye gitmeyi tercih edenlerin (zenginler çok sayıda!) sayısı hiç de az değil, “tüm toplum” bu şekilde!
10* Bütün bu sürecin sonucunda, hazırlıksız gebeliklerin kötü sonuçlarıyla başa çıkmak zorunda kalıyoruz. Küvözlere mahkum edilen bebekler, yetersiz takiplerden doğan komplikasyonlar artık ülke genelinde alarm veriyor. 1 milyon küvöz potansiyeli yani rant olan bir yerde suç olmaz mı? Bunlar suç oluşmasına sebep veriyor. Devam edeyim…
11* Küçük bir harcama yapıp büyük bir servet ödemiş gibi övünenler, azılı şekilde üste çıkanlar, ağzı köpüklü tükürükle saldırmaya hazır olanlar devletin tüm kaynaklarını bu sisteme akıtmasını istiyor; zengin – fakir hepsi böyle düşünüyor, ancak hiç kimde hiçbir maliyetin altına girmeyi kabul etmiyor. Bedava karşılıksız cömertlik! salgını mevcut
12* İki dakikalık yüzeysel/yalap şalap/üstün körü muayeneleri yeterli/üstün/eksiksiz/10 numara 5 yıldız görülüyor; emeğini, akıl terini hak ettiği şekilde isteyen Jinekolog doktorları ise “paracı/pahalıcı/paragöz/paraya doymadılar ” diye suçluyorlar. Sonuç: pert, küvözlük, yoğun bakımlık bebekler.
13* Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ortaya çıkardığı bu durum, intiharlar, sağlıkta şiddet olayları ve sakatlıklar, ölümlerle dolu bu tablo, sorunun ne denli karmaşık bir hale geldiğini gözler önüne seriyor.
14* Hayatında hiç Jinekolog doktora gitmeyen, rahim sağlığını hiç ama hiç sorgulamadan “kronik iltihaplı, polipli, miyomlu ya da retrovert, hipoksik, yaşlı,… ” bir rahime sahip olduğu halde direkt hamile kalan ve ancak gebeliğin 4. veya 5. ayında, hastalık garanti olunca anormalliği fark eden, canı yandığı için fark etmek zorunda kalan kişilerin sayısı salgın boyutunda artıyor. Sonuçta küvözlük hale gelmiş, neredeyse yaşama şansı zor olan bebekler ordusu ortaya çıkıyor. “Günlük 14000 nüfuslu”, yıllık 1 milyon nüfuslu küvözistana bu aileler ciddi destek veriyor.
15* Gebelik boyunca ilçe ilçe, şehir şehir doktor gezen, hiç bir Jinekolog hekimle güven bağı kurmadan, bir jinekolog doktorun emeğine saygı göstermeden sürekli hoydur hoydur doktor gezen, doktorlar arasında savrulan, onları sürekli birbiri ile kıyaslayan, 1 puan ile yıldızlayan, kendilerini doktordan akıllı zanneden gebeler ordusu, en sonunda “sorunlu /problemli” bir doğumla mağdur bir doktorun elinde kalıyorlar / patlıyorlar / gümlüyorlar . Yoğun bakımlık bebeklerle sonuçlanan bu durumda kim haklı, kim haksız?
16* Gebelik takibini özelde yapıp doğumu devlete, doğumu özelde yapıp takibi devlete yaptıran, tahlilleri devlette yaptıralımcılar ( kendince uyanık ama nesebine vicdansız, tek taraflı çıkar çatışması! ) bir “terör örgütü” gibi, “tüm sistemi yozlaştıran” bir yapı ortaya çıkıyor. Kendi bedenine ve bebeğine yatırım yapmayan, sorumsuzca davranan bu anneler, aslında kendi elleriyle küvözlük bebekler dünyaya (14000 nüfuslu küvözistana) getiriyorlar.
17* Gebeliğe minicik bir harcamada bile sanki bir servet ödemiş gibi davranan, bebeğine yatırım yapmayı “hırsızın eline kendi eliyle para koymuş” gibi gören bir zihniyet ordusu var. Bu anlayışın sonucu: 14.000 nüfuslu bir “küvözistan” ülkesi.
18* Bedava ya da ucuz gebelik takipleri ve doğum yapılan hastanelerde uzun kuyruklar oluşturan aileler de bu sistemi besliyor. Bebekleri küvöze alındığında hiç sesleri çıkmıyor, çünkü gebelik ve doğumu “ucuza kapattılar.” Bu bir döngüdür ve anneler, aileler bunu besliyor. Bedava peynirin fare kapanında olduğunu, bir hizmete, bir işe para vermediklerinde malzemenin kendilerinin, bebeklerinin olduğunu bilmiyorlar mı?
Elbette biliyorlar!
Çıkar çatışması!
19* Paket paket sigara, alkol, uyuşturucu kullanan, tedavi ve takibi umursamayan annelerin küvözlük bebekleriyle karşılaşıyoruz. Bu annelerin sorumsuzluğu neden konuşulmuyor? Küvözistana rant üretmiyorlar mı?
20* Hastanelerin otoparkını lüks Avrupa marka arabaları ile dolduran aileleri konuşalım… , Bu aileler Dünyanın en pahalı yakıtına ve arabalarına en yüksek paraları öderken en temel gebelik testleri için bile ödeme yapmaktan kaçınıyor. “Fulleyelim depoyu ama bir hemogram istemeyin” zihniyeti bu ülkeyi küvözistana çevirdi. Neden bunu kimse konuşmuyor?
21* Sağlıklı gebelik ve doğum için hiçbir bedel ödemek istemeyen, ama iş yoğun bakımlık bebek olduğunda kesenin ağzını açan sistemin bu ikiyüzlülüğünü konuşalım.
Bu sorunlar yalnızca belli bir şehirde değil; Ankara’dan İzmir’e, Antalya’ya kadar her yere yayılmış durumda. Artık 14.000 küvözlük bebeğe sahip bir “küvözistan” oluştu ve bu düzen, bir rant kapısı olarak görülüyor. 1 milyon küvöz yatağı!
Necip milletimiz “çıkar çatışmalı” yanılgıdan artık çıkmalı; gebelik döneminde bütçe yapmayı öğrenmeli ve gebelikte “tasarruf – kısıntı” anlayışını derhal terk etmeli. Gebelik süresince, malını, mülkünü, parasını seve seve feda etmeyi kabullenmeli.
Gebelikte tasarruf (kısıntı) olmaz, gebelikte mal, mülk, para, imkan seferber edilir, feda edilir. Aileler bunu artık öğrenmeli, gebelik bütçesi yapmalı, 10/5/2 kuralına riayet ederek gebeliklere kaliteli şekilde hazırlanmalıdırlar.
Ve acilen bir jinekologun günde 15’ten fazla gebeyi muayene etmesi yasaklanmalıdır.
Kamu/Devlet yozlaşmış sistemi dengelemek için özel muayenehanede “nitelikli hekimlik” icrasında bulunan jinekologlardan hizmet satın almalı, özel muayenehaneleri SGK bünyesine serbest çalışmayı bozmayacak ve hekimlik emeğini & akıl terini sömürmeyecek şekilde entegre etmelidir.
Ancak bu adımlar atılırsa küvözistana duyulan ihtiyaç azalır ve yönetilmesi gereken bir rant, çeteler otomatikmam ortadan kalkar. Vatandaş da devlet de el birliğiyle doktorların emeğini sömürmeye devam ederken, dürüst hekimlerin sınırını zorlamamamız gerektiği unutulmamalıdır. Ben her naneyi yiyeyim, her türlü çıkar çatışmasında sınır tanımayayım ama karşımdaki hep dürüst olsun mantığı saçmalıktır, hayatın olağan akışına aykırıdır. Herkes dürüst olacak! Herkes lütüf edileni değil!, gerçek hakkını alacak, işini de güzel yapacak.
Vatandaşın artık kendi sağlığına özellikle gebelik ve doğumlara daha fazla özen göstermesi, sistemi sorgulaması ve bu döngüye bilinçle yaklaşması gereklidir.
Mesut bey merhabalar,
Öncelikle yazımı beğendiğiniz için teşekkür ederim. “Ama” dan sonraki eleştirinize de bir yanıt vermek isterim. Ben yazarlığı “sorgulayıcılık” olarak görüyorum. Yada fakındalık yaratmak için bir gereç. Siz bunu farklı görebilirsiniz. Ona da saygı duyarım. Bugüne kadar yazılarak bir konuya olaya çözüm üretilememiştir. Ancak çözüm yollarının bulunması için bir arayış olmuştur. Yinelemek isterim ki tabi ki siz veya diğerleri farklı düşünebilir. Birileri çözüm önerileri ortaya atar.
Siz de uzun bir açıklama yapmışsınız benim “NEDEN” sorularıma tabi ki kendi alanınızdan “Kadın Doğum yani Jinekoloji” üzerinden.
Ben yazımı bir Veteriner Hekim olarak yazmadım veya alanım olan Theriogenology alanı üzerinden de yazmadım. Yada Tek Sağlık olarak çalığtığım Global Andrology Forum üyesi olarak da yazmadım. Ben yazımı Özel Hastane Çıkmazı içinde olan bir Türk Vatandaşı olarak yazdım. Çözüm arayabilirim. Hatta o çözümü bile de bilirim ancak kurtuluş bende veya yazımda değildir.
Veteriner Hekimlikle ilgili bazı eleştirileriniz de olmuş. O kısmada benim yanıt vermem gerekiyor. Ben mesleğimi büyük bir bilinçle seçtim. Onu belirteyim. Benim ilk ve tek tercihim (tabi zorunlulukdan) Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesidir. Bir çoğumuz belki tercihlerini bilinçli yapamıyor. Bizim zamanımızda önce tercih yapılır sonnradan sınava girilir ve aldığın puana göre bölüme yerleştirdin. Ben normal şartlarda çok yüksek puanla ve birincilikle Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesine girdim (o dönem matematik ve fen alanında ÖYS den çok yüksek puan aldım). Bu ayrı bir hikayedir. Tabi ki… Çok doğru karar vermişim yada vermişiz. Çok değerli hocalarınn eğitiminden geçtim. Halen de o eğitimi almaktayım. Ben kendimi profesyonel öğrenci olarak görüyorum.
Biraz kendimden bahsedeyim. 5 yıl bu ülkeye ücret almadan hizmet eden idealist bir akademisyenim. Kars ilinde 18 yıldır hizmet veriyor ve Veteriner Hekimler yetiştirilmesinde özellikle Androloji ve Jinekoloji (Theriogenoology) alanında katkı sağlamaya çalışıyorum. Yaptığımız projeler kapsamında yetiştiricilere suni tohumlama ve diğer yaklaşımlarla hayvansal üreme sağlığı üzerine büyük destekler verdik. Şunu söyleyebilirim. Ankara’nın 2000 li yıllarındaki kırsal alanlarında (Çinçin mahallesi dahil), Erzurum, Kars’ın köylerinde yetiştirici “kardeşlerime, abilerime, yengelerime, teyzelerime, amcalarıma, dedelerime ve ninelerime” destek verdim. Onları buzağı sahibi yaptım. Hatta hiç tanımadığım Mardinin Mazı bölgesindeki yetiştiricilere bile ücretsiz destek verdim. Buzağıları oldu… Sorun zaten para alıp almamak değil. Bu ülkenin insanına birşekilde destek olmak. En büyük kazanç benim Veteriner Fakültesindeki alanımda bir buzağı bir yavrudur. O gözle bakıyorum.
Ben Ar-Ge üzerinde de çalışmalar yapıyorum. Türkiye’nin İlk ve Tek Laboratuvar ve Klinik amaçlı bilgisayar destekli spermma analiz sistemi olan Elektronik Sperma Analiz Sitemini (E.S.A.S.) geliştirilmesinde çok büyük katkılarm olmuştur. Bu sistemin isim babası da benimdir. İnsanda kullanılacak bir modül de şu anda geliştirmeye çalışıyoruz. Androlog hocalamızla… Ben konuya Tek Sağlık olarak bakıyorum.
Genel olarak birbirlerinden haz etmeyen meslek grupları olabilir. Ama biz bu ülke, Türkiye ve Türk Halkı için çalışıyoruz. Arada ufak sürtüşmeler olsada amacımız aynı… Sıkıntı yok. Ben olaya bak bir açık buldum şurdan girelim gözüyle de bakmıyorum. Sizin de yazınızdan bu anlaşılıyor zaten.
Veteriner Hekimlik son dönemlerde yükselen mesleklerden; öyle de olmalı. Hayvan ve insan sağlığı bir bütün… Bütün meslekler de kutsal. Ancak siz sadece insan anatomisi öğrenirken biz insan dahil tüm evcil hayvanların anatomisini öğrendik. Aramızda kaldın Prof.Dr. Metin TAŞBAŞ genital organları İnsanda anlattı… İşte o zamanın hocaları… Yine Fizyoloji derslerinde kendi üzerimizde de deneyler yaptık. EKG çektik… Tital volüm vital volüm hesaplamaları yaptık vb. Kurbağalar fareler elimizden geçti… Şunu da söylemek isterim. Nekropsi sizde otopsi derslerine girdikten sonra iyi ki doktor olmamışım dedim. Yine Anatomi dersi alırken bu konuda haklılığımı gördüm. O hayvanlara üzülüyorduk biz. O masalarda yatanlar insan olsa ne yapardık? Gerçekten bu açıdan da Beşeri Doktorları takdir ediyorum. Büyük azim ve sabır işi…
Konudan sapmayalaım. Veteriner Hekimlerin veya Kliniklerin aldıkları ücretlerden bahsetmişsiniz. O konu Veteriner Hekimler Odası ve Türk Veteriner Hekimleri Birliğinin aldığı kararlar doğrultusunda oluşturulan ve konulan muyane ve tedavi ücretleridir. Bizim alanımızda SGK gibi bir kurum veya hayvan sağlık sigortası olmadığı için (en azından şu anda yok veya yaygın değil. Büyükbaş hayvanlarda Tarım Bakanlığı bu sistemi kurmaya çalışıyor). Tüm ücretler candostların yakınlarına kalıyor. Bazı işlemler gerçekten çok maliyetli bazı kliniklerin lokasyonları görece gelir düzeyi yüksek yerlerde. Bu noktada taban ücretler belirlenir ve klinikler veya Veteriner Hekim bu alt ücreti temel olarak bir ücret belirler. Bu ücretin altına inilemez.Çünkü siz de biliyorsunuz emek var. Hem de kaç yılın emeği… Bu arada belki sigorta şirketleri harekete geçer ve petsigortası diye bir sigorta çıkartırlar.
Bir de şu çoluğuna çocuğuna, eşine baktırmaz ama hayvanına baktırır meselesine. Bu Türk Köylüsüne ve Halkına hakarettir. Gerçekten bunu kim uydurdu bilmiyorum. En ücra köylere gittim. Ben böyle bir durumla karşılaşmadım. Bizim köylümüz, halkımız kendi çocuğunu eşini yakınını el üstünde tutar. İnanın ahırında veya ağılındaki bir hayvanı kestirir veya satar, onun parasını hastaneye veya doktora harcar. Hatta bir hindi tavuk kestirir doktora götürür, çocuğunu eşini tedavi ettirir. Veya tedavi ettirmek için tüm malını mülkünü verir. Bu kulaktan dolma söylencelere gerçekmiş gibi takılmayın. Yok öyle birşey. Tam aksi durum söz konusu ve öyle de olmalı. Önce Can ve Canan sonra Candostlar gelmeli zaten.
Evet yine söylentiler var bir candost şu kadara muayene oldu vb. O da söylenti. Ücretler belli vermek isteyen verir vermek istemeyen vermez. Başka yere gider. Herkes özgür… Veteriner Hekimlikde de öyle… Her meslekte iyi ve kötü var. Bu da normal. Ancak istisnalar kayideyi bozmaz. Ben hekimlerimizin idealist olduğuna inanıyorum. Birkaç çürük çıkabilir. Bu iş idealizm olmadan yapılamaz.
Benim bir Türk Vatandaşı olarak sorduğum “Neden”, “Niçin” sorularına verdiğiniz yanıtlara gelecek olursak; bu uzun açıklamalar için teşekkür ederim. Özellikle Kadın Doğum alanında çok açıklayıcı olmuş. Umarım sizin de bu yanıt mahiyetindeki yazınızı insanlar okur ve birazcık düşünür. Buradaki amaç bir çözüm bulmak değil. FARKINDALIK YARATMAK. Çözüm mercisi başka… Yada deneteleme mercisi… Onlarda umarım üzerine düşen görevi en iyi şekilde yaparlar. Yürek yemiş savcılarımız memurlarımız var. Onlara çok güveniyorum. İstisnalar kaideyi bozmaz.
Sağlıcakla kalın,
Selamlar,
Prof.Dr. Umut Çağın ARI