2020 yılının ilk aylarında daha önce yalnızca hekimlerin bildiği bir terim tüm dünya insanlarının hayatına yerleşiverdi: Pandemi! Eski Yunancada “bütün insanlar” anlamını taşıyan pandemi sözcüğü, geniş coğrafyaları ve büyük insan kitlelerini ilgilendiren salgın anlamında kullanılıyor. COVID-19 da bu nitelikleri tam olarak taşıyor.
Bunun dışında, bir de Yunan mitolojisinde Tanrı Pan vardır; Pan, yarı insan, yarı keçi bir doğa tanrısıdır ve ilginç bir özelliği şudur: Ormanda insanların yoluna çıkıp öyle bir korku salar ki, neredeyse öleceğini zanneder insanlar. Mitolojik bu öykü, aşırı kaygı ataklarıyla kendini belli eden panik bozukluk ve panik atak gibi psikiyatrik durumlara adını vermiştir. Tanrı Pan, ayırt edici özellikleriyle bütün diğer kalburüstü tanrıları tatmin ettiği için o isim verilmiş; pandemideki “pan” ile aynı sözcüktür kullanılan yani.
Anadolunun pek çok dil ve kültürü birleştiren yapısı, Farsça’dan dilimize geçen ve an, zaman anlamı taşıyan dem sözcüğü ile Tanrı Pan’ın adını birleştirerek ilginç bir cinas yaratıyor. Tabii ki bu bir tesadüf; ancak yaşadığımız dönemin öne çıkan psikolojik durumuna tam karşılık geliyor. Pan-demi, aşırı kaygı zamanı çağrışımı da ortaya çıkıyor böylece!
Klinik gözlemlerimiz ve yakın zamanda gerçekleştirilen araştırma bulguları COVID-19 sürecinde toplumda kaygı belirtilerinin arttığını gösteriyor. Çocuklar, gençler, erişkinler COVID-19 nedeniyle bir dizi duygusal ve davranışsal tepki veriyor. O halde, kaygı olgusuna bir açıklama getirmeye çalışalım.
Her ne kadar tek bir ortak atadan türediği düşünülen tüm canlılar “kardeş” sayılabilirse de, evrim sürecinde hayatta kalabilmek için bütün canlı formları arasında yoğun bir kardeş rekabeti yaşandığı ortadadır. Başka canlılara besin olmadan besin bulmak her zaman kolay olmasa gerek. Bu süreçlerde gelişen strese yanıt verebilme becerisinin kendisi önemli bir evrimsel kazanımdır. Sinir sisteminde ve çevre organlarda bu özelliğe ayrılmış özgün yapılar gelişmiştir. Hayatta kalma başarısı gösteremeyen sayısız türün tükendiğini, yerlerini başkalarının aldığını biliyoruz. Hayatta kalma kaygısı aynı zamanda evrime de yön vermiş, canlılar yeni atılımlar yapabilmişlerdir. İnsanoğlunun iki ayak üzerinde yaşamaya geçmesi iyi bir örnektir bu bağlamda. İki ayak üzerinde yer değiştirme olanağı iki kolu serbest kılarak avlanma ve yırtıcılara karşı savunma amaçlı kullanmanın yolunu açmıştır.
Besin olmadan besin bulma tek başına öykünün tamamı değildir. Bir de, türünüzün devam etmesi gereklidir. Genlerin devamlılığı, yani hayatın devam etmesi o kadar önemlidir ki, genlerimizi geleceğe taşıyacak çocukların güvenliği ve esenliğini temin etmek için özel duygu dönemleri de gelişmiştir canlılarda. Örneğin, “Birincil Annelik Takıntısı” denilen ruh durumu, annenin doğum sonrası dönemde bebeğinin her tür gereksinimi için pervane olmasını anlatır. Annenin kaygısı bazı durumlarda aşırıya kaçar ve gem vurulamaz bir hal alır, haliyle bebeğin ruhsal gelişimine de yansır bu süreç. Çocuklar kaç yaşına gelirse gelsin anne-babaların yaşamı gölgeleyen her strese karşı tepkisi erken bebeklik döneminde mayalanan bu kaygının izlerini taşır.
Yaşam stresleriyle başa çıkmak için savunucu sistemlerimiz gelişmiş olsa da aşırıya kaçan kaygılarımız hep var oldu. İnsanoğlunun çoğunun içinde bulunduğu kent yaşamında artık yolumuza bir aslan veya timsah çıkmayacağı açık olsa da, kaygı sorunlarımız devam ediyor. Kaygı bozuklukları olarak tanı kılavuzlarında hala hatırı sayılır büyüklükte yer tutuyor.
Bazı bilim adamları insanlığın yücelişi sırasında ciddi bunalımlı dönemler atlattığını ve hatta kimi zaman yok oluşun eşiğine geldiğini ileri sürüyorlar. Geçmişimiz iklim değişikliği, açlık, deprem, salgınlar ve savaşlar gibi toplumun tümünü ilgilendiren pek çok tehlikeli olayla dolu. Yakın zamanda yayımlanan araştırmalar, travmatik yaşantıların yol açtığı kaygıların epigenetik belleğe işlendiğini ortaya koyuyor. Evrimsel süreçte gen belleğimize işlenen kaygıların fırsat bulunca kendilerini gösterdikleri üzerinde durulan bir konu.
COVID-19 pandemisi, insanoğlunun yoluna bilim ve teknolojide çok ileri olduğu veya olduğu düşünülen bir anda çıktı. Bir süredir antibakteriyel ilaçların güçlü etkisi nedeniyle mikroskobik canlılara karşı dokunulmaz olduğumuzu sanıyorken, hepsini toplasanız bir çorba kaşığını dolduramayacak bir virüs dünyadaki yaşamı altüst ediverdi. Hücrelerimize yerleşip çoğalarak bedenimizi yaşam alanı olarak kullanıyor, sonucu ölüm veya sakatlık olabiliyor. Yeni araştırmalara göre, erkeklerde üreme yeteneği yani geleceğe gen aktarımı bile risk altında. Yukarıda özetlediğimiz evrimsel tehlikelerin hepsi sahneye çıkmış durumda.
Sonuç olarak, çok uzun geçmişimizde olduğu gibi kaygıya kapılmak için bütün koşullar mevcut. İnsanlık COVID-19 ile mücadelesini sürdürüyor, çevresel stres etkenleri ne olursa olsun bir çıkış yolu bulmak üzere nasıl donanımlı olduğumuzu yukarıda vurguladık. Bunun için hem bağışıklık sistemimiz çalışıyor, hem de zeki canlılar olduğumuz için bilim üreten yüksek beyin yapılarımız çalışıyor. Pan-demi, kuşkusuz diğer bütün sıkıntılı demler gibi geçip gidecek, yerini hoş demlere bırakacaktır. Geride kalan izlerin de pek çok ders barındıracağı muhakkaktır.