2019’un son günlerinde Çin’de ortaya çıkıp 70 gün gibi kısa bir sürede tüm dünyayı etkisini altına alan Severe Acute Respiratory Syndrome Coronavirus-2 (SARS-CoV-2) nin neden olduğu Coronavirus Disease-19 (COVID-19) salgını, 11 Mart 2020 tarihinde dünya sağlık örgütü tarafından pandemi olarak ilan edildi. Türkiye’de de eş zamanlı olarak ilk vaka açıklandı. Çin’de, İran’da ve İtalya’da hızla yayılım gösterip sınırlarımıza kadar dayanan salgının bize uğramayacağı gibi yanlış bir algı hem vatandaşlarımızda hem de yöneticilerde mevcuttu. Bu nedenle kapı komşumuz İran’la sınırlar kapatılmamış, yurtdışından dönenler için, Umre hacıları dahil herhangi bir karantina önlemi alınmamıştı.
İlk vakanın resmen açıklanması ile toplum ve yöneticilerde ne yapacağız paniği başladı. Neyse ki Ocak 2020’de saygın bilim insanlarından oluşan bir bilim kurulu oluşturulmuştu; onların yol göstericiliğinde önce okullar kapatıldı, sonra da toplumsal hareketliliği azaltıcı kısıtlamalar hayata geçirildi. Evden çalışma gibi daha öncesinde belli sektörler dışında bilinmeyen bir çalışma modeli başladı. Yurtdışı ve yurtiçi seyahat kısıtlaması ile birlikte trafik azaldı. Bunun sonucunda doğaya karbon salınımının azalması ile dünyayı birlikte paylaşmamız gereken ancak insanlık tarafından hoyratça ve bencilce tahrip edilen doğal yaşam bileşenleri, her türlü bitki ve hayvan, yeniden yaşam alanlarına kavuşmaya başladı. Boğazdan yunus sürülerinin geçmesi haberlere konu oldu. Esasında pandemiye yol açan SARS-CoV-2’nin insana bulaşma nedeni doğal yaşamın bozulması, tüm dünyaya bu kadar hızlı yayılma nedeni de dünyanın kocaman bir köy haline gelmiş olmasıydı.
Doğadaki her varlığın hissedebileceği gerçeğini yadsıyan, bu nedenle doğal yaşama tecavüzü hak gören insanlık için pandeminin sonuçları çok ağır oldu ve olmaya devam ediyor. İlk vakanın tespitinden sonra geçen 14 aylık sürede tüm dünyada 120 milyondan fazla insan enfekte oldu ve 2.5 milyondan fazla insan hayatını kaybetti. SARS-CoV-2’nin hastalık yapmadan konakladığı yarasalardan insana nasıl bulaştığı hala gizemini koruyor. Doğal bağışıklık sistemlerindeki değişiklikler ve vücutlarındaki bazı fonksiyonel farklılıklar nedeniyle yarasalarda hastalık yapmayan virüsün, yarasalardan virüsü alan yılan, yaban gelinciği gibi bir aracı konakla teması sonucu insanları enfekte ettiği düşünülüyor. Çin’in Hubei Eyaleti’nin Wuhan kentindeki yaban hayvan pazarında doğal yaşamlarından kopartılıp tüketilmek üzere pazarda satılan aracı hayvanların ve doğal yaşam alanından kopartılan virüsün insanlardan öç almasıydı bu salgın belki de. Pandeminin ilk üç ayı, tüm dünyada insanların doğal yaşamı görme ve anlama duygularını harekete geçirdi. Boğazdan geçen yunuslar, kuş seslerin yeniden duyulması, trafik ve insan hareketliliğindeki azalma doğaya nefes aldırdı. İnsanlara evde daha az tüketerek yaşanabileceğini, dayanışmayı, el temizliğini, sarmaş dolaş olmanın çok da gerekli olmadığını, maske takmayı öğretti. Kısıtlamalar nedeniyle evlerde geçirilen zaman, balkonları çiçekler ve yeşilliklerle donattı. İnsanlar bitki yetiştirmeyi öğrendi, bahçeli evler kıymete bindi.
Haziran ayı ile birlikte başlayan ve “yeni normal” olarak adlandırılan süreçte kısıtlamalar kalktı, seyahatlerin başladı. Kazanımlarımızı çabucak unutup sanki pandemi yokmuş gibi eski düzene dönülmesinin faturası çok ağır oldu; Eylül ayından itibaren hem dünyada hem de Türkiye’de vakalar hızla artmaya başladı, insanlığın doğa ile verdiği sınavın başarısız olduğunu hisseden virüs daha hızlı yayılım gösterecek formlara evrildi ve değişim gösteren çok sayıda mutant virüs yaşamımıza girdi. Pandeminin birinci yılını geride bırakırken üç milyona yakın vatandaşımız enfekte oldu ve otuz bine yakın insanımız COVID-19 nedeniyle yaşamını kaybetti.
Benim de içinde olduğum 1946–1964 arası doğan “bebek patlaması kuşağı”nın çok iyi hatırlayacağı gibi, henüz köylerin boşalıp kente yoğun göçün yaşanmadığı, kırsal yaşamın devam ettiği yıllarda, birçoğumuzun yetiştiği ailelerin bahçeli evleri, bahçelerinde tavuk başta olmak üzere çeşitli kümes hayvanları ve kedi, köpek gibi evcil hayvanları olurdu. Yumurta marketten, evcil hayvanlar “pet shop”dan alınmazdı. Bahçelerde gezinen tavukların eti biraz zor pişerdi ama bir başka lezzetli olurdu. Ne zamanki tavuklar çiftliklerde kafeslerde yetiştirilmeye başlandı, bizler de “Kırım Kongo Kanamalı Ateşi” olarak bilinen ve bahar yaz aylarında birçok vatandaşımızın hayatını kaybetmesine yol açan başka bir ölümcül bulaşıcı hastalıkla tanıştık. Nedeni kenelerdi. Daha önce de keneler vardı, ancak serbest dolaşan tavuklar keneleri yiyerek doğal dengeyi sağlıyor ve hastalık yapmalarını önlüyordu. Bu basit örnek bile doğada yaşamın insan eliyle bozulmadığı sürece bir denge ve uyum içinde devam ettiğini ve her canlının kendine ait ortamda başkasına zarar vermeden yaşadığını göstermektedir. İnsanlar dışındaki canlılar hayatta kalacak kadar tüketmekte ve mevsimlere uygun bir yaşam sürdürmektedir. Örneğin görkemli derecede iri gövdeleri nedeniyle çok fazla besine ihtiyaç duyan ayılar kış aylarında uykuya yatmakta ve depoladığı vücut yağları ve hareketsiz yaşam ile kalori ihtiyacını sınırlandırmaktadır.
Kuş veya kedi besleyenler bilir, onlar verdiğiniz yemekten bir miktar yedikten sonar kenara çekilir ve diğer arkadaşlarının da yemesine fırsat tanırlar. Bu davranış biçimi, insanlığın yeterince geliştiremediği paylaşımcılığa güzel bir örnek oluşturmaktadır. Bu örneklerden anlaşılacağı gibi insanlığın doğadan öğreneceği çok şey vardır, bütün bu örnekler yakınımızda ve günlük yaşamın içindedir. Bizler baktıklarımızı görmeyi, çevremizi hissetmeyi, tüm canlıların hissedebildiklerinin farkında olmayı becerebildiğimiz zaman daha yaşanılır bir dünya yeniden oluşabilir. Aksi takdirde daha çok ve ölümcül pandemilerle karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır.
Teknoloji akıl almaz bir hızla gelişiyor, bu sayede COVID-19’a karşı daha önce hayal bile edilemeyecek kadar kısa sürede aşı geliştirildi. Ancak dünyadaki gelir adaletsizliği nedeniyle milyarlarca insan belki bu aşılara ulaşamayacak, pandeminin yarattığı yoksulluk nedeniyle bir o kadar insan beslenme yetersizliği sonucu başka hastalıklara yakalanacak ve ölecek. Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, bizler hakça paylaşımı öğrenemediğimiz sürece milyonlarca insan açlık, susuzluk ve salgın hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetmeye devam edecektir. Toplumlara, ülkelere hiçbir şey kazandırmayan anlamsız savaşlar ve silahlara harcanan milyarlarca dolar ile tüm dünya halkları sağlıklı beslenme, temiz su, eğitim ve sağlık hakkına kavuşabilir. Bunu başaracak olan biz insanlarız. Ancak başarmak için önce istemek gerekir.
KAYNAKLAR
- www.who.int, Coronavirus Disease (COVID-19) Pandemic, 19 Mart 2021
- Kırdar S. Koç B.T. SARS-CoV2 Virüsünün Potansiyel Rezervuarları ve Yarasalarla Bulaşabilecek Diğer Zoonotik Virüsler, J Biotechnol and Strategic Health Res. 2020;4(2):89-97 DOI:10.34084/bshr.746516
- T.C. Sağlık Bakanlığı COVID-19 Bilgilendirme Platformu, 19 Mart 2021