İki bayan kol kola giriyor acil servisin kapısından. Birinin gözleri fal taşı gibi açılmış ve yüzü kireç gibi bembeyaz. Arkadaşının desteği olmasa ayakta duramayacak gibi görünüyor.
Muayene masasını işaret ederken ne şikâyeti olduğunu soruyorum. Yanıt gelmeyince solunum yollarına yabancı cisim kaçmış olabileceğini düşünüyorum.
“Beni duyuyor musun?”
Bir şey söyleyecekmiş gibi dudaklarını aralarken sağ elini göğsünün sol yanına bastırıyor.
“Göğsün mü ağrıyor?” diye soruyorum.
Gözlerini sağ üst noktaya doğru kaldırıyor. Bu sorunun yanıtını arıyor sanırım. “Sıkışıyor,” diyor zor bela çıkan inilti benzeri bir sesle. “Nefes… Nefes alamıyorum.”
Sahiden de boğulur gibi çıkıyor sesi. Hemşire hanım kalp grafisini çekerken ben de hastanın akciğerlerini dinliyorum.
Normal. Hatta bu arada parmağına takılı cihaza bakılırsa kanındaki oksijen düzeyi normalin üst sınırına yaklaşmış. Yani nefes alabiliyor hastamız. Ama bu beni rahatlatmıyor elbette. Aksine şimdi daha fazla endişelenmem gereken bir durum var. Kırklı yaşlardaki hastamın hafif kilolu olduğunu göz önünde bulundurunca kalp krizini hesaba katmalıyım. Muayenem bitince gözüm cihazdan çıkan kalp grafisi şeridine yöneliyor.
Yok! Burada da bir sorun yok. Hastam kalp krizi de geçirmiyor. Psikolojik nedenler de aklımın bir kenarında ama organik hastalıkların hepsini dışlamadan bu tanıya saplanmak istemiyorum.
Bocaladığımı fark edince arkadaşı giriyor araya. Daha önce de benzer şeyler olduğunu hatırlatıyor. Doktorlar panik atak demişler.
Haydaa… Bunu baştan söylesene!
Tedbir amaçlı olarak kan tahlillerini de istiyorum elbette. Bir yandan da hastayı sakinleştirecek bir tedavi başlıyorum. Serum kanına karışırken bir kez daha heyecanlanıyor hastam.
“Ne var o serumun içinde?”
“Seni rahatlatacak ilaçlar,” diyorum gülümseyerek.
“Diazem mi yoksa?”
Vaaay! Hastam çok şey biliyor. Doktor ya da hemşire olmadığından eminim. Ama acil servislerde epeyce zaman geçirmiş deneyimli bir hasta olmalı. Eh, madem bu kadar bilgisi var, kendisinden saklayacak değilim.
“Evet,” dememle hastamın gözleri irileşiyor. Yüzü kızarıyor.
“Benim o ilaca alerjim var!”
Hemen ardından elini göğsüne bastırırken yüzü kızarıyor ve vücudu titremeye başlıyor. Anaflaksi dediğimiz o ölümcül alerji geliyor aklıma.
“Neden bunları baştan söylemiyorsunuz?” derken sesimin gergin çıktığını hissediyorum.
“Söyleyince sakinleştirici ilaç yapmıyor doktorlar,” diye yanıtlıyor arkadaşı.
Hastam konuşacak halde değil. Talimat bekleyen hemşire hanımla göz göze geliyorum. Serumu durdururken hastayı monitöre bağlamasını söylüyorum. Diğer yandan alerji için de ilaç yapmam gerekir ama karar vermeliyim. Anaflaksi dersem adrenalin yapmam gerekir ki ağır bir ilaç. Hastanın henüz bilinci açık olduğuna göre şu sık kullandığımız alerji ilaçlardan birisini yapmaya karar veriyorum.
İlacın adını telaffuz etmemle birlikte hasta yakını araya giriyor. “Hocam, o ilaca da alerjisi var!”
Yok… Yok daha neler!
Gençlik yıllarımdı. Yaşadığım gerilime biraz da kızgınlık eklendi sanırım. Sanki tedavi olmak için değil de beni sınamak için gelmişler.
Bu arada gözüm monitörde. Şiddetli titreme nedeniyle hastanın ritmi bozuk görünüyor. Ölümcül bir ritim bozukluğunu andırıyor bu haliyle. Bu kasılmalar olduğu müddetçe emin olamam. Diğer yandan sakinleştirici ilacı çıkarmak zorunda kalmıştık. Alerji için kullanabileceğim diğer ilacı soruyorum. Şükür, ona bari alerjisi yok.
Yirmi dakika nasıl geçmiş hatırlamıyorum bile. Hastam rahatlamış, haliyle monitördeki kalp ritmi de düzelmişti. Hastayla birlikte ben de ölüp ölüp dirilmiştim. Lavaboya yönelip elimi yüzümü yıkıyorum. Sırtımda soğuyan ter ürpertiyor beni.
Kalbi duran bir hasta geldiğinde yapacaklarım belli olduğu için daha sakin olurdum muhtemelen. Ama panik bir yana alerji ilaçlarına bile alerji olunca yetmezmiş gibi bir de monitördeki parazitler eklenince sükûnetimi kaybetmişim.
Peki, şimdi rahatlamalı mıyım? Yani panik teşhisi koymak sorunların bittiğini gösterir mi? Mesela panik bozukluğu kalp krizinden daha mı masum?
Aslında organik olarak vücutta kalıcı bir hasar olmamakla birlikte panik bozukluğunun kalp krizinden bile ciddi olabileceğini düşünüyorum. Bir kere hastaların yaşamı alt üst oluyor bu hastalık nedeniyle. Panik atak geçse bile yeni atağın ne zaman geleceği belli değil. Yani atak sırasında yaşadığı stres bir yana yeni nöbetin gelme endişesi diğer zamanlarda da allak bullak ediyor bu insanların yaşamını. Bu endişe nedeniyle okula ya da işe gitmekten hatta bazı yiyecekleri yemekten bile kaçınan hastaların sosyal hayatı da felç olur.
Lütfen dikkat! Bu rahatsızlık öyle nadir görünen bir durum değildir. Sokakta gördüğünüz her otuz kırk kişiden biri bu sıkıntıları yaşıyor. Peki, bu feci hastalığın bir tedavisi var mı?
Aslında var ama öyle kolay değil. Mesela, kalp krizi erken teşhis edildiğinde bir saatlik işlem sonrası yüksek oranda tedavi olabiliyor ama panik atak için işler biraz daha çetrefillidir.
Panik atak geldiğinde ilk başvuracağınız yer elbette acil servislerdir. Ama bu yetmez, bir psikiyatriste de gitmelisiniz. Verilen ilaçları en az bir yıl kullanacaksınız ama bu da tedaviyi garanti etmez. Örneğin, psikoterapi de gerekir bazen.
Ama ben –naçizane- daha önemli bir şey söylemek istiyorum. Bu zorlu yollara hiç girmemek için panik atağı kökünden halletmek en iyisidir.
Özellikle çocuklukta yaşanan ruhsal travmaların bilinçaltında biriktirdiği yanlış veriler panik atakların en önemli nedenlerinden biridir. Aile içi çatışmalar, ayrılık ve kayıplar bu nedenlerin başında yer alır. Bazen de hatalarımızın ifşa olacağı korkusu bu atakları başlatır.
Nedeni ortadan kaldırmak hastalığı da ortadan kaldırmanın en güzel yoludur. Örneğin, erdem kavramının dışına çıkan hatalarımız nedeniyle panik atak yaşıyorsak çözümün tek yolu erdemli bir yaşam sürmektir. Ama daha büyük nedeni oluşturan bilinçaltı sorununu çözmek için daha ciddi bir çaba içinde olmalıyız.
Freud tarafından çerçevesi çizilip insanlığa yirminci yüz yılda sunulan en özel hediyelerden biri bilinçaltının keşfidir. Titanik denen efsane geminin sulara gömülmesinin nedeni buz dağının suyun altında bulunan yaklaşık dokuz kat daha büyük olan kısmıydı. İş bilinçaltına geldiğinde buz dağının altında bulunan kısmı bunun çok daha fazlasıdır.
Bilinçli düşüncelerimizden yüzlerce hatta binlerce kat daha fazlası bilinçaltı denen o uçsuz bucaksız deryada yer alır. Panik ataktan takıntılara pek çok ruhsal sorunumuzun kaynağı işte bu deryadaki verilerdir. Diğer yandan faydalı verilerle doldurduğumuzda bilinçaltı denen bu derya hayatımızı bir şahesere dönüştürme potansiyeline de sahiptir.
Kapıyı açıp evden çıkmamız bilinçli harekettir. Sokağa çıktığında panik atak başlar ve nedenini bilmez hastamız. Çünkü bilinçli bir nedeni yoktur. Fark etmese bile örneğin yolun karşısında gördüğü siyah bir minibüs, kaçırılan bir çocuğu hatırlatmıştır. Aslında tüm bunlar hastanın kendi yaşamında olmasa bile izlediği bir film hatta okuduğu bir romandaki sahneyi bile canlandırabilir zihninde. Ve boğulma hissi başlar…
Düşünce, müthiş bir enerjidir. Doğru kullanıldığında bahçeleri suladığınız bir akarsuya benzetebilirsiniz bunu. Ama tüm suyu yanlış bir alana yöneltirseniz sel gibi felaketlere neden olursunuz. Benzer şekilde bilinçaltının etkisindeki insanlar, yanlış yollara kanalize olan düşüncelerinin kurbanı olup ciddi ruhsal sorunlar yaşayabilirler.
Düşüncelerini doğru kanala yönlendirenler örneğin sanat, edebiyat ve sporda üstün başarılara imza atarlar. Kendilerine bir yaşam amacı bulan ve insanlığa fayda sunacak etkinliklerle zihnini meşgul eden kişilerde panik denen şu can sıkıcı rahatsızlığı pek göremezsiniz.
Panik gibi endişe, korku ve fobilerimizin nedeni güçsüzlük hissidir. Peki çözüm?
Bacon, “Bilgi güçtür,” der. İşte ruhumuzu güçlendirmenin ve panik başta olmak üzere tüm endişe ve korkulardan kurtulmanın yolu nitelikli eserler okuyarak bilinçaltını beslemektir. İdama mahkûm edildiğinde flüt çalacak kadar rahat olan Sokrat’ın dinginliğinin kaynağı bilgelikti. Bu yol herkese açıktır.
Korkunun kıskacında yaşamı kısıtlanan milyonlarca insanın, bilginin ışığında huzurlu yarınlara ulaşması dileklerimle…
3 yorum
Çok güzel. Bu yazıyı göndereceğim tanıdık bir çok kişi var….
Eline gönlüne beline ve ömrüne sağlık…
Malatya’da deprem dolayısıyla panik olan 40 yaşında kızım var,ona ne dersin..🤔😍♥️🖐️🌹
Maşallah hocam. Ne güzel çalışmalar bunlar.
Selamün aleyküm.Bu yazıyı okuduğumda acil servis deki anılarım canlandı gözümün önünde.Hayatımızda yaşadığımız her olay bize birşeyler öğretiyor aslında,tabi bunun farkına varabilirsek.Öncelikle insanın tedavi olması için durumunu kabullenmesi,sonra bununla mücadele etmesi gerekiyor.Hayatta hiç kimse gayret göstermeden,zaman ayırmadan,düzeleceğine inanmadan,sabırlı olmadan,dua etmeden önemlisi de tevekkül etmeden selamete eremez.Aydınlatıcı ve yol gösterici güzel bir metin olmuş.Emeginize sağlık hocam.Yolunuz her daim açık olsun hocam.selametle.