“Mal sahibi, mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan, mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan.”
Halkımız ne de güzel söylemiş. Bitip tükenmez mal mülk kavgasını gördükçe, akla hep bu gelir. Tokadizade Şekip’in bir başka dörtlüğü:
“Gafiller boğuşsun, sen kal uzakta
Yalnız ibret al, dikkatle bak da
Gün gelir hepsi barışır toprakta
Bugün devam eden kavgayı hoş gör.”
Bir dergide Can Yücel, “Mal Beyanı”nı şöyle yazmış:
“1- Avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen 2- Gökyüzünde bir bulut 3- Bitlis’te beş minare 4- Biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili 5- Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı 6- Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü 7- Palandöken’de bir palan, iki döken 8- Üç fay hattı 9- Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma 10- Dünyada mekân 11- Ahirette iman 12- Denizde kum 13- Uzayda yerçekimsizlik 14- Sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht 15- Üç ayrı parkta üç ayrı belediyeye ait üç ayrı banka reklamlı bank 16- Bir adet ağaç gölgesi 17- Üç kuş kanadı sesi 18- Bi sürü kedi köpek 19- Bi Marmara denizi 20- Camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci 21- Çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili 22- Anne babadan kalma yarısı yaşanmış bir ömür.”
Böyle uzayıp giden bir liste (5 Mart 2006 tarihli Hasan Pulur’un yazısından alıntıdır).
1867-1951 yılları arasında yaşamış Mehmet Kadıoğlu’nun Bergama mezarlığındaki mezar taşında aynen şöyle yazıyor:
“Mal bıraktın, mülk bıraktın, üşüştük
Kavga ile niza ile bölüştük
Biz üç karış toprak için dövüştük
Mezarında huzur ile yat baba
Çocukların etsinler diye rahat
Satmadın da geçindin kıt kanaat
Evladından sana olsun nasihat
O dünyada malın varsa sat baba”
Yunus Emre’den:
“Tutmaz olur tutan eller
Çürür şu söyleyen diller
Sevip kazandığın mallar
Varislere kalır bir gün”
Gençlere hiç sözüm yok, onların aileleri, eğitim bekleyen çocukları var. İlerisi için yatırım yapma mecburiyetleri var. Sadece emekli maaşına kalmamak, namerde muhtaç olmamak için bazı birikimleri sağlamak lazım. Ancak, bazı meslektaşlarımızın her bir şeyleri var iken, ileri yaşlarına rağmen mal mülk, para hırsına düşmelerini anlamak mümkün değil. Altmışlı yaşlara ulaştıktan sonra kazandığı parayı afiyetle yiyebilen kaç kişi vardır acaba? Fazladan birkaç daire, birkaç yurt dışı gezi ve ardında kalan anılar. Çekilen film ve fotoğraflar.
Kazanılan paranın, çocuklar ve torunlar dışında kimseye yararı olmaz. Gelinlerle damatları da unuttuğumu sanmayın. Haydi, lafı yine Büyük Ozan Yunus’la ve günümüz Türkçesi ile noktalayalım:
“Sana ibret gerek ise, gel göresin bu sinleri
Gel taş isen eriyesin, bakıp görecek bunları
Şunlar ki çoktur malları, gör nice oldu halleri
Son ucu bir gömlek imiş, onunda yoktur yenleri
Hani mülke benim diyen, köşk ve saray beğenmeyen
Şimdi bir evde yatarlar, taşlar olmuş üstünleri
Bunlar bir vakit beyler idi, kapıcılar korlar idi
Gel şimdi gör, bilmeyesin, bey hangidir ya kulları
Ne kapı vardır giresi, ne yemek vardır yiyesi
Ne ışık vardır göresi, dün olmuştur gündüzleri”