Üniversite hastaneleri, çok farklı alanlarda sağlık profesyonellerinin eğitim aldıkları uygulama platformlarıdır. Üniversite hastanelerinde: tıp fakültesi öğrencileri, uzmanlık öğrencileri (asistanlar), hemşireler, ebeler, tıbbi sekreterlik ve çok farklı alanlardan teknikerlik (radyoloji, laboratuvar vb.) öğrencileri uygulamalı eğitim alırlar.
Bu eğitimin maliyeti oldukça yüksektir. Eğitim için servisler, poliklinikler, laboratuvarlar, destek üniteleri (bekleme salonları; soyunma, dinlenme odaları; tuvaletler, lavabolar; güvenlikli kapılar; idari ofisler vb.) yapmanız, ihtiyaca göre genişletmeniz gerekir. Bu eğitim alanlarını tefriş etmeniz, öğrenciler ile hocalarının oturacakları koltuklar, sandalyeler, masalar, kitaplıklar, dolaplar almanız da gereklidir. Bu ünitelere pahalı ileri teknoloji ürünü tıbbi cihazlar, bilgisayarlar temin etmelisiniz. Bu cihazların çalışması için sarf malzemeleri, kitler satın almalısınız. Bu cihazları kullanmak üzere eğitimli profesyoneller (eğitimci, hemşire, ebe, laborant, tekniker, bilgi işlem uzmanı, yönetici, maliyeci, sekreter vb.) istihdam etmelisiniz. Bu alanların güvenliğini, temizliğini sağlamanız; ısıtmanız, aydınlatmanız; sık sık oluşan arızaları (elektrik, su, kanalizasyon tesisatı, tıbbi cihaz, bilgisayar ağı vb. sistemlerde) gidermek için teknik ekibi hazır bulundurmanız gerekir. Üstelik bu sistemi 365 gün 24 saat sürdürmeniz gerekir.
Eğitim alan tüm öğrenciler üniversite hastanesinde her gün/her serviste/her uygulama için önlük, maske, eldiven, galoş, bone, kep vb. malzeme kullanırlar. Su, sabun, dezenfektan, elektrik tüketirler. Çevreyi kirletirler. Yemek yerler, su içerler. Uygulama sırasında enjektör, pamuk, alkol, bistüri, dezenfektan vb. malzeme kullanılır. Pansuman, dikiş setleri açılır, kullanılır. Eğitim zayiatı denen bir olgu vardır. Uygulama sırasında kazalar olur, deneyimsiz, heyecanlı öğrenciler kullandıkları tıbbi cihazları, malzemeleri kırıp dökebilirler, bozabilirler.
Bu "bilinen şeyleri" niye yazıyorum? Çünkü, bu "bilinen şeyler" bazıları tarafından bilinmemektedir. Bugün üniversite hastanelerinin ne inşaat, bakım ve onarımları için; ne de cihaz ve malzeme alımları için bir ödenek ayrılmamaktadır. Üniversite hastanelerinin tüm giderleri ve çalışan personelin yarıdan fazlasının maaşları, döner sermaye kaynaklarından ödenmektedir. Devletimiz bize: "Hekim, hemşire, ebe, tekniker, sekreter yetiştir; kaliteli eğitim almaları için gereken her türlü altyapıyı, ekipmanı, donanımı sağla" derken, bu iş için bir kaynak ayırmamakta, adeta eğitimi bedavaya getirmektedir.
Eskiden üniversite hastaneleri verdikleri sağlık hizmeti karşılığı elde ettikleri gelirlerden bu eğitim giderlerini finanse edebilirlerdi. Ne var ki, SGK devreye gireli beri, bu mümkün olmamaktadır. Çünkü, üniversite hastanelerinin ürettikleri sağlık hizmeti ve eğitim verdikleri öğrenci sayıları son 4-5 yılda 2-3 kat artmasına rağmen gelirleri korkunç derecede azalmıştır. Örneğin; 2002 yılında 120 TL olan MRG ücreti, bugün SGK tarafından 65 TL olarak ödenmektedir. 2004’te 20 TL olan kan sayımı, bugün 3 TL’dir.
SGK’ın yıllar içinde fiyatları giderek düşürmesi, Nasreddin Hoca’nın, merkebini açlığa alıştırması deneyine benzemektedir. Hoca, merkebinin yemini yarıya indirmiş. Bakmış hayvancağız itiraz etmiyor, bir süre sonra yarının yarısına düşürmüş. Bir süre sonra tekrar yarıya derken, bir gün ahıra girdiğinde hayvanı ölü bulmuş. Ne dese beğenirsiniz: "Tam açlığa alışacaktı, ömrü vefa etmedi."
Birileri, üniversite hastanelerini parasız eğitim yapmaya, hizmet vermeye alıştırmayı kafasına koymuş görünüyor görünmesine de, acaba bizim ömrümüz buna vefa edecek mi?