Örgütteki insan davranışlarını inceleyen neo-klasik yönetim teorilerinden biri de Rensis Likert tarafından ileri sürülen sistem yaklaşımıdır.
Yaklaşım, yönetim tarzlarını dört sisteme ayırır; Sistem-1 İstismarcı (sömürücü) Otoriter, Sistem-2 Yardımsever (babacan) Otoriter, Sistem-3 Danışmalı, Sistem-4 Katılımcı yönetim olarak tanımlar.
Hekimlik tarzlarını da benzer şekilde sınıflayan çalışmalar vardır. Hekimlikte, babacan (buyurgan/paternalist) hekimlik, danışmacı ve katılımcı hekimlik olarak sınıflanır.
Yönetim çalışmalarında otoriter yöneticilik, istismarcı ve yardımsever diye ikiye ayrılmıştır. Özellikle sanayi devrimi döneminde işçilerin, çok düşük ücretlerle ve sıkı denetimle, sabahtan akşama kadar çalıştırılması ve akşam evlerine bitmiş bir şekilde düşmeleri buna örnek gösterilirdi. Bugünde yönetimler, çalışanların veya müşterilerin haklarını otoriter tutumlarla sömürmeye devam edebilmektedir.
Yardımsever, babacan yöneticiler ise otoriter tavırları olmakla birlikte çalışanlarının ve müşterilerinin haklarını koruyan yöneticiler olarak bilinir.
Hekimlik mesleği de benzer bir şekilde yürütülmektedir. Birçok hekim buyurgan tavırlı olabilmektedir. Hekim ile hasta arasındaki bilgi asimetrisi bu buyurgan tavrın devam etmesinde önemli bir etkendir.
Hasta, hekimin buyurgan tavrına kendi tedavisinin hayrına katlanmaktadır. Yoksa kimse hizmet aldığı bir kişinin kendisine buyurgan davranmasını istemez.
Yardımsever babacan (paternalist) tavrın en güzel örneğini Yeşilçam filmlerinde pala bıyıklı, babacan yüzlü Hulusi Kentmen oynardı. Hulusi Kentmen bazen patron, bazen doktor ve bazen de baba rolündeydi. Görünüşte kızan, yasaklayan ama arkadan hep koruyan, kollayan bir rolü vardı.
Bugünlerde gündemimizde olan ve kan donduran yenidoğan çetesi olayının başrolünde yine pala bıyıklı, patarnalist (buyurgan) ama istismarcı bir hekim var; Fırat Sarı.
İstanbul’da onüç özel hastanenin yenidoğan yoğun bakımını bir-kaç yıldır çalıştıran bu çetenin, daha çok para kazanmak için, bu hastanelerin yenidoğan yoğun bakımlarına hasta sevki sağlayarak, gerekli-gereksiz bebekleri yoğun bakıma yatırarak, ihmal ve suiistimal ederek, yatış sürelerini uzatarak, ölümlerine sebep oldukları iddia ediliyor.
Yoğun bakımların kapalı kutu yapıları, bilgi asimetrisi ve denetim eksikliğinin bu suiistimalin organize olarak birçok hastanede, uzun bir süre yapılabilmesine imkân sağladığı anlaşılıyor.
Sağlık hizmetlerinin ve özellikle yoğun bakım hizmetlerinin doğası, hastayı çoğu zaman hizmet sunan kuruluşlar karşısında aciz bırakır. Hasta can derdinde olduğu için kendine sunulan her türlü hizmeti sorgulamadan kabul eder. Fakat tarih, hastaların suiistimal edilebildiğini gösteren vakalarla doludur.
Yardımsever/babacan hekimler, hastayı suiistimallerden korumak ihtiyacı hissetmiş olmalılar ki, 1981 yılında Dünya Tabipler Birliği olarak Lizbon Hasta Hakları Bildirgesini ilan etmişler ve sonrasında da geliştirmişler. Okuduğunuz gibi hasta haklarını hastalar değil hekimler çıkartmışlar ve savunmuşlardır.
Bugün şahit olduğumuz organize hasta istismarı olaylarını engellemek için paternalist hekimliği hasta hakları ile dengelemek gerekir.
Bu vakıada tıbbi gereklere uygun sağlık hizmeti alma, tıbbi özen görme, refakatçi bulundurma, ziyaretçi kabul etme, bilgilendirilme ve aydınlatılmış onam hakkı gibi birçok hasta hakkının ve tıbbi hata bildirim sisteminin işletilmediği anlaşılmaktadır.
Hasta hakları sadece hastaları değil sağlık çalışanlarını ve sağlık kurumlarını da korur. Hasta haklarını yeniden yükseltmenin vakti geldi, biline…
Prof. Dr. Sedat Bostan, Sağlık Hakkı ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı