Sevgili okuyucularımın malumları olduğu üzere, son birkaç makalemde, bir türlü rayına oturtulamayan yükseköğretim politikalarımız, öğretim üyelerinin mevcut durumu, lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimindeki aksaklıklar, bazı ilmi çalışma, araştırma ve yayınların içine düştüğü acınası gayya kuyusu, akademik unvanların kazanılmasındaki ve dağıtılmasındaki adaletsizlikler konularından kısmen ya da detaylı olarak bahsetmiştim. Peki, bunlardan sonra “Üniversite nedir ve ne olmalıdır?” sorusunu sormak gerekmez mi?
Evet… Kesinlikle…
Aydınlanabilen ve aydınlatabilen, mütevazı, alçak gönüllü, evrensel düşünebilen, özgür ve objektif hareket edebilen, uzak görüşlü, öngörüsü bulunan ve ahlaki mesuliyet duygusu olan bilim adamlarının (insanlarının) ve öğrencilerin oluşturduğu ve içerisinde, insanlığa faydalı ilmi araştırmaların yapıldığı yerlerdir üniversiteler.
Modern üniversitelerin en önemli fonksiyonları, liselerden farklı olarak, özellikle tarafsız ve evrensel bilimsel araştırma yapmak, entelektüel ve çağdaş düzeyde eğitim ve öğretim faaliyetinde bulunmak ve bütün bu çalışmalarını toplumla bütünleştirmektir.
Resmi ya da belli mihraklarca belirlenmiş ve programlanmış inançlar, düşünceler, politikalar ve felsefeler çerçevesinde, eğitim-öğretim, araştırma, yayın, atama, yükseltme ve propaganda(!) yapmak, hakikatte “üniversite ruhu” ile bağdaşmaz. Prangalı beyinlerin, özgürlükleri kısıtlı ve fikirlerine gem vurulmuş olanların, entelektüel bilim ve teknoloji üretmelerini beklemek safdillik olur.
Maalesef, bazı üniversitelerin verdikleri öğretim elemanı kadro ilanlarında, nerede ise alınacak kişi ya da kişilerin ilmi özelliklerinin(!) yanında, ev adresleri ile telefon numaraları unutulmuş izlenimi yaratılmaktadır!
Her ne kadar, kanun ve yönetmelikler çerçevesinde uygunlaştıran bir madde bulunup kendilerini emniyete alıyorlarsa da, kapalı kapılar arkasında, eş-dost ve ideolojik ilişkileri içerisinde, işsize iş bulma gayretlerinin bangır bangır bağırdığı ilanlarının anlaşılmadığını zannetmek, bu suskun veya susturulmuş(!) topluma hakaret olur.
Her gün yeni bir üniversite kurulduğu haberlerinin duyulduğu zamanımızda, artık üniversitelerin gerçek sayısını tutturabilene aşk olsun. Nerede ise apartman katlarının üniversite olabilmek için kuyruğa girdiğini, üzülerek belirtmeliyim ki, çeşitli maddi menfaatler, para ve ahbap-çavuş ilişkileri karşılığında satın alınan(!) ve menşei belli olmayan, lisans, yüksek lisans, doktora ve hatta doçentlik ve profesörlük(!) diplomalarının, “kazan-kazan” zihniyetindeki doymak bilmeyen, açgözlü kapitalist dünyaya ve sermayeye göz kırptığı hakikatini, artık “sağır sultan” da bilmektedir.
İşte sizlere, Kitab-ı Müstakbel “HİCRAN” dan bir sızıntı rubai;
NE ÇOK SEVENİM VARMIŞ!
Füsunkâr bahçemizde, yine bensiz dolaştım.
Hüzünlü erguvanlar, güllerle şakalaştım.
Her bir çiçek, her bir renk, beni sordu, bir umut,
Ne çok sevenim varmış! Hayrette kaldım, şaştım.