İnsanların çalışması ve yaşamlarını etkileyecek konularla ilgili kararlar alırken, karar alıcıların mutlaka insan psikolojisini ve insanın davranışlarının ne olabileceğini daima göz önünde bulundurarak son kararları almaları şarttır. Yoksa Sağlık Bakanlığının gerek Performans ve Tam Güne ve gerekse Mecburi hizmete yönelik kararlarında olduğu gibi sakıncalar, istismarlar ve mutsuzluklar, alınmış olan kararların sürekli değiştirilmesini mecburi kılar. Hayretim şu ki; her 3 konu ile ilgili kararı alan Bakanlık Sağlık Bakanlığı ve insan psikolojisi bu kararlarda bence göz önüne alınmamış. Bu konular sağlık çalışanlarında mutsuzluklar, gelecekle ilgili güvensizlikler ve belirsizliklere neden olduğu için önerilerimi de olgunlaştırmak üzere sayın meslektaşlarım tarafından tartışılsın istiyorum.
I. PERFORMANS’A DAİR
Medimagazin’de köşe yazarlığımın ilk yazısı 22 Eylül 2003 tarihinde ve “Prim sistemine Evet, Ancak” başlığını taşıyordu. Bu yazımda, 1969 yılında Tıp Fakültesinden mezun olur olmaz gittiğim Maraş Pazarcık kasabasında Sosyalizasyon Pratisyen Hekimliği yaparken 10 pratisyen hekim olarak bizimle sohbet toplantısı yapan Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Sn. Faruk İlter’e Prim sistemini ve hastalardan çok az, sembolik bir ücretin alınmasını teklif etmiştim. Rahmetli benim bu iki önerimi garip karşılamış ve kızmıştı. Tam 42 yıl önce önerdiğim prim sistemi, bir hekimin günlük, haftalık, aylık ve yıllık asgari mesleki işlemlerini belirlemek ve bunun üstüne olan fazla çalışmalarını primlendirme esasına dayanmaktadır.
Tabii bu önerimin üzerinden 42 yıl gibi uzun bir zaman geçmiş olmasına rağmen yine aynı görüşümü korumaktayım. Yine diyorum ki her bir pratisyenin, uzmanlığın ve diğer yardımcı sağlık personelinin asgari işlemleri, oluşturulacak branş komitelerince belirlensin. Ki son 5 veya 10 yıl bu belirlemede baz alınır ve ortalama değerler kolayca bulunur. Bu asgari işlemler, maaş karşılığı olsun, üstüne olacak çalışmalar ise hem kantite, hem de kalite bakımından değerlendirilip primlendirilsin.
Bu önerimde hekim ve diğer sağlık çalışanını temel geliri, emekliliğe yansımalı ve özlük haklı maaşı olacaktır. Hekimlerin (Pratisyen, Asistan, Uzman ve Öğretim Üyesi) bu maaşları Milletvekili veya Müsteşar, Hakim gibi emsallenip sabitlenmiş olacaktır. Prim miktarı ise bu maaşın % 25 veya en fazla %30 u kadar bir değerle de sınırlanmalıdır. Böylesi bir sınırlama mutlaka yapılmalıdır. Hangi aşamaya ulaşırsa ulaşsın ve titri ne olursa olsun, insanoğlunun yapısında hırs, daha fazlasına sahip olma doyumsuzluğu ve emsallerine bakıp kıskanma ve yarışma duyguları ve bunlara dayanarak eline bir fırsat geçince de çabucak onu istismar etmeye yatkınlık vardır. Bu nedenle de insanoğlu tam başıboş bırakılmamalı, yapacakları açıkça belirlenmeli ve de ciddi bir denetlemeye tabi tutulmalıdır. Ancak hekim olarak bizler diğer tüm mesleklerden farklıyız. Çünkü muhatabımız insan ve sağlığı, duygusallığı ve bizi Allah’tan sonra görmesinin verdiği bir manevi doygunluk içinde yaşamaktayız ve bunun verdiği manevi doygunluğu, hastalarımızın sağlıklılıklarından aldığımız mutluluk hissini hiçbir maddi getiri ile değişmeyiz. Çoğunluğumuz böyleyiz. Diğer mesleklere göre sayıları çok çok az da olsa aramızda olup konumumuzu olumsuz etkilemekte olanlarla tüm camiamıza yönelik girişimler yapmak ve kararlar almak çok hatalı olmakta ve olacaktır.
Bu hali ile performans şu sakıncaları içermektedir:
· Çıplak maaş çok güdük kaldığı için, hekim ve diğer sağlık çalışanı, bazen ve mecburen hastası ile birlikte performansı da düşünmek durumundadır.
· Hastasına en iyi şekilde faydalı olmak üzere konsantre olması gereken hekim (ve diğer sağlık çalışanı), yapacağı işlemden alacağı puanın, puanın karşılığının, ay sonuna kadar elde edeceği getirinin yaklaşık ne kadar olacağının ve bunun ev kirasına, çocukların masraflarına, ev giderlerine yetip yetmeyeceğinin hesabı içinde olduğu için tam bir konsantrasyonda olamamaktadır.
· Bazen konsantrasyonunu şunlar da bozabilmektedir;
o Emsal durumundaki başka bir meslektaşının puan durumu ve alacağı miktar, başka bir hastanedeki yine bir meslektaşı ile aynı işleri yaptığı halde, farklı performans almasının verdiği eşitsizlikler,
o Yaşı ilerlemişse, performans gelirlerinin özlük hakkı olmaması nedeniyle emekli olduğunda uğrayacağı maddi kayıplar ve düşeceği perişanlıklar,
o Eğer iradesine mağlup olmuş ve mesleki etiğe uymayarak, sadece performansı denk getirebilmek amacıyla tetkike yönelik ekstradan bir işlem yapmışsa veya girişim endikasyonunu olduğundan geniş tutmuşsa veya riskli bir hastaya müdahale yerine bir Tıp Fakültesi Hastanesine sevk etmişse, bunların verdiği vicdan muhasebeleri.
Halbuki aylık gelirinin esasını özlük haklarına ve emekliliğine yansıyan bir maaş ve bunun %25 kadarının prime dayandırılmış olduğu bir sistem getirilmiş olsa idi, hem daha mutlu olunacak, hem de hastalarına daha moralli hizmet edilecekti.
Primlendirmeye esas alınan puanlandırmada, komplikasyon riskleri fazla olan çok hastalıklı hasta, eğitim hastanesi veya özellikle Tıp Fakültesinde oluş, bölge farklılığı, harcanmakta olan zaman ve benzer özellikler de göz önüne alınmalı ve puanlar farklı olmalıdır.
II. TAM GÜNE DAİR
Nasıl sağlık konusu insan yaşamında farklı bir konumda ise, hekimlik mesleği de diğer tüm mesleklerden oldukça farklı özellikler taşır. Bu nedenle birçok kişi ya hastane ortamına girmekten tedirgin olduğu için, psikolojik bir durumu için Psikiyatri Polikliniğinde görünmekten çekindiği için veya güvendiği bir doktora zaman kısıtlaması olmaksızın derdini rahatça anlatabilmek için ve de parası varsa ya özel muayenehanesi olan ve isim yapmış bir doktoru veya özel bir hastanede bir doktoru seçer. Olayın hekim yönüne baktığımızda ise hekim, sosyal konumuna uygun, aybaşı masraflarını karşılayacak ve onu ailesinin nazarında güç durumlara düşürmeyecek miktarda bir gelir beklentisindedir. Ancak bu gelirin emeklilik ve özlük haklarına da yansıması ilk tercihidir.
Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’ın kararlarına karşın son Kanun Hükmünde Kararname ile konunun hem hasta yönü, hem de hekim yönü göz önünde bulundurulmamış olmaktadır.
Konunun bu iki yönüne göre uyarlanmış bir TAM GÜN’e evet diyorum. Bana göre tam gün temelinde hekimler şu çalışma koşullarında olabilirlerdi:
1. Devlet Hastaneleri, Bakanlık Eğitim Hastaneleri ve Üniversitelerde Muayenehane olmaksızın Tam Gün çalışan Uzman ve Öğretim Üyesi hekimler grubu. Yukarıda değindiğim gibi bu hekimlerin gelirlerinin esası, özlük hakları emekliliklerine de yansıyacak maaş ve bu maaşın %25’i kadar olup, belirlenmiş asgari işlemleri aşacak işlemlerin karşılığı olan primlerden olacak. Bu hekimlerden isteyen mesaiden sonraları (veya sadece bir veya iki günün tüm öğleden sonrası) ve asgari işlemlerin 1/4 kadarını aşmayacak şekilde randevulu özel hasta muayenesi, yatan hasta, ameliyat veya başka girişimsel işlemlerin getirisine de müsaade edilmelidir. Asgari işlemlerin 1/4 oranı sınırını aşmamak üzere bilgisayar programı ile durum düzenlenebilir ve sınır aşmaları engellenebilir. Ayrıca sıkı bir denetleme ile de izlenmeler devreye sokulabilir. Öğretim üyesi veya şef-şef yardımcısına normal poliklinik ücretinden farklı ek bir ücret ödenerek yapılacak özel muayene, hem hekim seçme özgürlüğüne uygun olacak, hem güvendiği ve namını duyduğu deneyimli bir hekimin farklılığının karşılığını gönülden vermiş olmanın plasebo etkisine kavuşmuş olacak, hem de muayeneyi yapan hekim, aranan ve tercih edilen hekim olmanın tatminini yaşayacaktır. Öğretim üyesi, eğitim-öğretim ve araştırma ağırlıklı çalışma yapması ile baş başa bırakılmalı ve tekstil fabrikası işçisi misali parça başı hasta bakması düşünülmemeli ve performansı buna dayandırılmamalıdır. Yıllık izin, görevlendirme veya sağlık raporu gibi durumlarda, diğer aylara bakarak ortalama bir primi karşılayacak ölçüde ödeme yapılmalı ve kişinin yasal hakkı gözetilmelidir. Primlendirmede bazı branşları diğerlerinin önüne veya arkasına geçirmeden, ülke genelindeki tüm sağlık kuruluşlarında olmak üzere “eşit işe eşit ücret” prensibi göz önünde bulundurulmalı ve çalışan herkese çalıştığı ölçüde ek gelir elde etme fırsatı sağlanmalıdır. Girişimsel veya yoğun bakım işlemlerinde komplikasyon riskleri ile başka hastalıkların birlikte olup olmayışlarına göre de prim puanları ayrıca belirlenmelidir.
2. Özel bir hastaneye kadrolu olmak üzere çalışma yanında Özel Muayenehanesi de olan hekim grubu
3. Dahili bir branşta olan ve hiçbir hastanede kadrolu olmaksızın özel muayenehanesi bulunan hekim grubu. Bu hekimlerle ayrıca SGK anlaşma yapmalı ve SGK’lı hasta muayeneleri sağlanmalıdır.
Böylesi bir düzenleme, hem hekimleri, hem de hastaları rahatlatacak ve istismarlara kapalı bir uygulama olacaktır.
Tıp dışı öğretim üyelerinin durumu da 1 nci maddedeki gruba uyarlanabilir.
Kanun Hükmündeki Kararname ile Part-time Öğretim Üyelerinin durumu ile ilgili olan 40/a maddesinin “sadece eğitim-öğretim yapabilirler, uygulama zinhar yapamazlar” şeklinde yorumlanması, hem halen yürürlükte olan YÖK yasasının 22 nci maddesindeki “Öğretim Üyelerinin görevleri eğitim, araştırma ve uygulama yapmaktır” yasal emrine aykırıdır, hem de dünyada başka bir örneği olmayan bir öğretim üyesi grubu yaratan ucube bir örnektir. Böylesi garip bir öğretim üyesi örneği, kanatları olmaksızın yavru kartallara uçmayı öğretmeye kalkan erişkin birer kartal konumuna indirgenmiş gibidir. Kaldı ki, “Araştırma ve eğitim faaliyetleri” Full-Time çalışanlar için gelir getirici ve performanslarına yansıyan, Part-time çalışanlar için ise, döner sermayeden herhangi bir gelir alamadıklarından gelir getirici olmamaktadırlar ve karşılıksız bir emek olarak yapılmaktadırlar.
Sağlık Bakanlığı ile YÖK’ün prensipte anlaştıkları Sözleşmeli Öğretim Üyeliği benim hiçbir önerime uymamakla birlikte, YÖK yasasının 22 nci maddesine uygunluk göstermekte ve bu öğretim üyelerinin uygulama görevine müsaade edilmektedir. Ancak bu öğretim üyelerinin hiçbir yetkileri olmadığından “Yetkisiz yetkili” bir konuma sokulmuşlardır. Kadrolu olup Part-time çalışan öğretim üyeleri için ise bu maddenin yürürlükte oluşu es geçilmekte ve uygulama yapamazlar şeklinde yorum yapılarak sayın yetkililer açık bir çelişki yaşamaktadırlar.
Gerek Amerika ve Kanada, gerekse bazı Batı Ülkeleri Üniversitelerinde Öğretim Üyeleri Sözleşmeli olarak çalışmaktadırlar. Sözleşmeler 5 er yıllık yapılmakta ve her bir öğretim üyesi Temel Tıp Bilimlerinde ise “TAM ZAMANLI ARAŞTIRMACI”, Klinikçi ise ya “%75 KLİNİKÇİ + %25 ARAŞTIRMACI + EĞİTİMCİ ZAMANLI” veya “ %75 ARAŞTIRMACI + EĞİTİMCİ + %25 KLİNİKÇİ ZAMANLI” seçeneklerinden birini tercih ederek “Full-Time” çalışmaktadır. Seçim ne olursa olsun Klinikçilerin Emekliliğe yansıyan temel maaşları aynıdır. Ayrıca istekleri olursa haftanın belli saatlerinde ve belirli sayıyı geçmemek üzere ve az bir miktarı döner sermayeye kalmak üzere, Yüksek ücretli özel hasta bakmalarına müsaade edilmektedir. Ancak her bir öğretim üyesinin yıllık ve 5 yıllık asgari işlem sayıları yanında öğrenci, asistan ve diğer çalışanlara yaptırılan anket sonuçları temeline dayanan değerlendirmelerine göre sözleşmelerinin tekrarlanıp tekrarlanmamasına karar verilmektedir. Yoksa bu karar, bir veya birkaç kişinin kanaatine, iki dudağı arasına veya öğretim üyesinin düşünceleri veya siyasi durumuna dayandırılmamaktadır. Ancak sözleşme yenilemenin formlaştırılmış kesin kurallara bağlanmaksızın sözleşmeli öğretim üyesi uygulamasına ülkemizde geçilmemesi şarttır. Hatta 657 sayılı Personel Kanununa tabi tüm devlet memurlarının sözleşmeli hale getirilmesi ile birlikte yapılması en ideali olur görüşümdeyim.
III. ZORUNLU DEVLET HİZMETİNE DAİR
Mecburi hizmet veya Zorunlu Devlet Hizmeti, birçok yönleri ile doktorlara uygulanmakta olan bir nevi zulümdür. En uzun eğitim süresi bizde, en zahmetli eğitim bizde, en stresli usta-çıraklık bizde, hastalıklara en açık oluş ve son yıllarda Hasta Hakları yanına Hekim Haklarının da konmaması ve idari aksaklıkların da hekimlere yüklenmesi sonucu şiddete maruz kalma sıklığı yine bizde olduğu halde, başka hiçbir meslek grubunda olmayan diplomaya el koyma uygulamasının zulmüne tek biz muhatabız. Devlet burslu Tıp Fakültesi öğrencilerini zorunlu devlet hizmeti yükümlülüğüne evet, burslu olmadığı halde şimdiki uygulama gibi mecburi hizmeti ise kabul edemiyorum, hele maaşlı ve kadrolu memur olarak çalışırken elde edilen Uzmanlık ve Yan Dal Uzmanlıklar sonrası zorunlu kılınan hizmetleri zaten çoktan kabul edemiyorum. Emniyet, Askeri ve Yargı mensuplarında bölgesel hizmetlerde olanlar dahil hiçbir devlet memurluğunda pozisyon değiştirten terfilerde ek bir zorunlu hizmet olmazken ve bölgesel hizmetlerinde kaç yıl kalacakları, bu sürenin sonunda hangi bölgeye gideceklerini bilme yanında, eş veya sağlık nedeniyle atamalarda da oturmuş bir sisteme de sahiptirler. Sadece biz doktorlar bu avantajlardan mahrumuz ve mazlum durumdayız.
Zorunlu devlet hizmeti yükümlülüğünün uygulanması bence devletin zor çözüm yerine, işin kolayına kaçmasına dayanmaktadır. İleri sürülen ana gerekçe, normal atamalarda gidilmeyen ve tercih edilmeyen yerlere doktorları zor da olsa göndermektir. İnsan yapısında, zorla yaptırılan bir iş, kerhen yapılan bir iş demektir. Halbuki biz hekimler ilk önce hastamızın iyileşmesinin verdiği manevi tatmini, ikinci sırada ise ailemizi, çocuğumuzu ve geleceğimizi güvence altına alacak ve sosyal imajımıza uygun bir maddi gelirde olmayı bekleriz. Manevi tatmin için yerden ziyade, çalışılan kurumun tıbbi teknik olanaklarının uygunluğunu ararız. Eğer maaşımız da emekliliğimize yansıyacak ve özlük haklarımızı karşılayacak bir miktarda ise, bulunduğumuz bölgenin şehir, kasaba veya köy özelliklerini çok önemsemeyebiliriz. Hele geçici ve belli süreli ise, koşa koşa da gideriz.
Bu açıklamalar ışığında bu konudaki öneri ve beklentilerim şunlar olacaktır;
· Gerek resmi, gerekse özeldeki tüm hekim ve diğer sağlık personelinin tüm Türkiye genelindeki dağılımları, nüfus yoğunluğu ve sağlık kuruluşunun dağılım ve teknik olanakları temellerinde organize edilmeliydi.
· Normal atamalarda gidilmeyen yerlerin gidilmesini cazip hale getirmek üzere, prim katsayılarını yüksek tutmak, lojman sağlamak, süre garantisi vermek gibi ayrıcalıklar verilseydi, şimdiki zulüm haline gerek kalmayabilirdi. Bu yapılabilseydi, belirli şehirlerde olan yığılmalar eritilebilir, yeni yığılmalar engellenebilir ve özendirici olanaklar ile süresi belli oluş temelinde hekimler ve diğer sağlık çalışanları ihtiyacı olan şehirlere gönül rahatlığı ile giderlerdi.