Hafta sonu evde istirahattayım. Birden eski anılar geliyor gözlerimin önüne. 11 Eylül 1980’de Denizli Devlet Hastanesi’nde uzman olarak göreve başlamışım. Başhekim, öğleden sonra olduğundan, -oğlum artık yarın sabah gelirsin- demişti. Ertesi gün ihtilal oldu. Sokağa çıkma yasağı var, hastaneye nasıl varabildiğimi bir ben bilirim. O günlerde, tam gün yasası uygulanıyor. Akşamları acil çıktığında, hastane ambulansı, doktorları evden götürüyor. Ambulans aslında bir minibüs. Arka koltukları sökülmüş gündüzleri, ıspanak, soğan, bazen tabut, akşamları da, ha babam de babam doktor taşıyor. Başka görevi yok. Zaten hastanenin de tek ulaşım aracı. Geceleri ambulansımız sabaha kadar hiç durmuyor. 112 acil görevini, taksiler üstlenmiş durumda.
Akşam gördüğümüz acilleri, yaptığımız ameliyatları fişlere yazıyoruz. Ona göre, çalışmamız oranında maaşımıza ekliyorlar. Günün birinde bordroları incelediğimde, bir de ne göreyim. En çok kazananlar, çocuk, göz ve cildiye uzmanları. Biz, bir sezaryen yaparken, arkadaşlar 5-10 hasta muayene ediyorlarmış. Göz polikliniğinde işler müthiş yavaşlamış, hastalar bekletilip akşam beşten sonra bakılır olmuş. Cildiyeci servis konsültasyonlarını akşama almış. Genel cerrahinin bazı gündüz ameliyatları, artık akşamları yapılır olmuş. Neyse ki, Evren Paşa 31 Aralık 1980’de, bu şaklabanlığa son verdi. Bizler de muayenehanelerimizi açabildik. Sonra ne mi oldu? Doğumcudan başka hiçbir uzman (kurşun yaralanması vs. hariç) gece acile getirilemedi. Apandisite buz torbası, kırıklara atel konulup sabahlara kadar bekletir olduk. (Not: Çok suçlamayayım. Benim bakanlıkta kısa süreli çalışmışlığım var. Sonra umarım düzelmiştir.)
Şimdi anlattığım bu film benzerleri, ‘Performans uygulamasından’ sonra yeniden ortaya çıktı. Devlet hastanelerinde bu uygulamaya geçildikten sonra, işler bir arttı ki(!) sormayın. Ameliyatlarda, her nedense birden patlama oldu. Haftada 1-2 vakaya ancak girenler, günde 5-10 ameliyat yapar oldular. İşler bununla kalsa iyi. Endikasyonsuz işler. Gelene geçene, uçana kaçana protez takmalar. Bir ameliyat yerine, örneğin bir işlemi yapmak için, önce bir boşluğu açmak gerekiyorsa, boşluğa girme ve esas ameliyatın sanki ayrı ayrı ameliyatlarmış gibi işlenmesi gibi… Daha ne kepazelikler.
Bunları inceleyecek olanların, ilgili soruları birilerine soruyor olmalarını ve denetlemelerini dilerim. Parayı ödeyecek olansa, yine devletin kurumları. Sağlık ödenekleri yıl ortasında bitiverince bakalım ne olacak? Çok merak ediyorum. Örneğin, oralarda da, tıpkı eskiden SSK’da olduğu gibi fatura inceleme kurulları oluştururlarsa hiç şaşmayın. Şişirilmiş faturaları ödemiyoruz derlerse ne olacak?
Bu işlerde en çok suistimale eğilimli olanlar da, maalesef üzülerek yazıyorum, genç ve mesleğinin henüz başlarında olan meslektaşlarımız. Aslında onları da çok fazla suçlamak istemiyorum. Nasıl geçinecekler? Eskiden beri hep yazdık, sağlıkçılara adam gibi maaş verseler olmaz mıydı? Esas, doktorları bu hale getirenler utansın. Daha hala hekimlere, çöpçü maaşını layık görenler utansın. Bu işler böyle gider mi? Bilinmez. Bilinen o dur ki, vaktiyle Evren Paşa’nın yaptığını, bakarsınız birileri yapıverir. O zaman bizim maaş bir günde 60 binden, 12 bine inivermişti. Ne olur ne olmaz, hazırlıklı olmak lazım. Bu işlerde son çıkan SSK yasası ile sağlığın esas patronu haline gelen Sağlık Bakanlığı’mız, performans, SSK ve üniversite döner sermaye uygulamalarında ivedilikle standardizasyon sağlamalıdır.
Her kurumda, işlere, eşit işe eşit ücret, prensibiyle yön verilmeli, yanlış yapılanmalar son bulmalı, mevcut haksızlıklar giderilmelidir.
Saygılarımla.