Yavaş yavaş akademik yıl sonuna doğru geliyoruz. Aklımda üniversite-rektör-performans gibi yazı konuları uçuşurken, kongrede aklım çelindi. Gençler bir başladılar sorunlarını anlatmaya ve yazmam için de söz istediler. Ben de sözümü tutuyorum.
Aynı hastanede çalışan ve aynı branştaki iki hekim, performans sisteminden bağımsız olarak neredeyse iki kata yakın farkta ücret alabiliyorlarmış. “Nasıl oluyor bu?” diye sorduğumda , sözleşmeli personel diye bir uygulamadan söz ettiler. Eğer 656 sayılı Yasa mensubu iseniz az ücret, sözleşmeli iseniz iki katı ücret alıyorsunuz. Üstelik tatile çıktığınızda da geliriniz düşmüyormuş. İşte size adaletsizlikten bir örnek. Daha çok örnek var verebileceğim.
Ben üniversite dışındaki uygulamaları basından ve arkadaşlarımdan dinlediklerim kadarıyla biliyorum. Asistanların farklı ücretler aldıklarını da biliyorum. Branşlar arası dehşet verici farklılıklar da ayrı bir adalet yoksunluğu. Kişisel olarak eşitlikten yana olmadığımı her fırsatta ifade ederim. Eşitliğin alternatifi eşitsizlik olamaz; olsa olsa adalet olur.
Kongrelerde izliyorum, bir yanda çok çalıştığı ve okuduğu belli olan hocalar var. Önlerinde eğilmek istiyorum saygıyla. Öte yanda da bilgisi tedavülden kalkmış, ama bunun bile farkında olamayanlar. Bir yanda gecesini gündüzüne katmış çabalayanlar, öte yanda yan gelip yatanlar. Karşılığı? Ücret değil, bunu herkes biliyor. Bazen saygı ve takdir olabilir. Ben bu duyguların da çok önemli olduğunu düşünüyorum ama yetmez. İyi bir motivasyon için yetmez. İnsanoğlu neden zoru seçsin ki? Bir yanda elini sıcaktan soğuğa sokmayanlar ve başkalarından geçinenler, öte yanda da çalışmaktan yorgun düşenler. Ne garip bir durum değil mi? Çalışan insan hata da yapar. En azından bir iş yapmayandan hata yapma olasılığı daha da fazladır.
Gençlerden bazıları akademik kariyer için yanıp tutuşuyor. Neden? Bilim aşkı diyorlar. Yani hâlâ kalmış bilim aşkı. Ben bunları duymaktan çok hoşnutum. Üniversitede olmadığı halde araştırma yapmaya çalışan ve kongrelere kendi olanakları ile katılan insanlar. Diğer yanda da kongrelere sadece gezmek, iki tek atmak için gelenler! Elbette her iki model de olacak. Ama anlayamadığım, neden adil bir sistem kurulamadığı.
Adalet demek, hak edene hakkını vermek demektir. Çalışan mutlaka karşılığını almalıdır. Çalışmayan insanların da artık bu yoksul ülkenin sırtında yük olması engellenmelidir. Korkarım, şiddet görenler de çok çalışan hekimler. Hasta, çalışmayanı nereden bulacak da darp edecek! Sesleri duyar gibi oluyorum! Tüm doktorlar çok çalışıyor. Bu doğru değil. Denge ve adalet yok. Evet, çoğumuz çok çalışıyoruz, ama içimizde çalışmayanlar da olduğunu bileceğiz. Her sistem istismar edilebilir ve olumsuz yönleri olabilir. Önemli olan, sistemin sorunlu yönlerini tespit edip, düzeltmeye çalışmak olmalı. Bunun yolu da, herkese kulak veren yönetimlerden geçer. Herkesin maksimum düzeyde mutlu olması mümkün olmayabilir, ancak herkesin yeteri kadar mutlu olması sağlanabilir.
Bir öğretim üyesi anlatıyormuş; “Kongreye gidiyorum, elimi işe sürmüyorum, nöbet tutmuyorum ama performansım tavan yapıyor.” diye. Sistem muhteşem! Çalışanın elini tut ki, oturanlar belli olmasın, daha az dikkat çeksin. Böyle sistem olmaz. Mecburi hizmet için gittiği vatanın ücra köşesinde mucizeler yaratanlar, oralarda tüm olanaksızlıklara rağmen bilimsel çalışmalar yapanlar… İşte ülke bu güzel insanlarla ilerler ancak. Bu insanlar sonra tükeniyorlar. Neden mi? Emekleri sömürüldüğü için, başkaları sırça köşklerinde oturup risksiz kazanç sağladıkları için… Bu durumdan yönetimler ne kazanır anlayamıyorum? Bu kadar mı zor adil olmak? Bu kadar mı zor hak edene hakkını vermek!
Asıl yazımı yazamadım, editörüme duyurulur, bir boş yeri varsa yazmak isterim. Eğer yazmam adil olacaksa! Genç ve çalışkan arkadaşlarıma seslenmek istiyorum haykırırcasına “Sakın yılmayın, meslektaşlarınıza rağmen, hocalarınıza rağmen, yönetimlere rağmen, yediğiniz yumruklara rağmen, verdiğiniz canlara rağmen!”