Geçtiğimiz günlerde Ürdün’ün Petra kentinde yapılan bir bilimsel toplantıya katıldım. Bugünkü yazımda oradaki izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istedim. Açılış törenindeki protokolde Kraliyet Ailesi’nden mütevazi davranışı ile dikkati çeken bir prenses vardı. Prenses güzel İngilizcesi ile kongrenin anlamı ve bilimin önemini vurgulayan, oldukça uzun ve etkileyici bir konuşma yaptı. Kongrenin açılış töreninde dikkatimi çeken diğer bir nokta da; Türkiye’den Erciyes Üniversitesi ile Ürdün’ün “Al-Balqa’ Applied” Üniversitesi arasında bilimsel alışverişlerin yapılacağı protokolün imzalanması idi. Bu esnada Prenses’in ayağa kalkıp protokolü imzayan Türk ve Ürdün yetkili profesörlerinin arkasında durması dikkatimi çekti. Bu duruş belki de, Ürdün üst düzey yönetimini temsil eden Prenses’in bilime saygısının bir göstergesiydi. Ayrıca, Prenses’in açılıştan sonraki zamanlarda katılımcılarla sohbet etmesi ve yemek saatinde katılımcılar gibi sıraya girerek yemek alması pozitif yönde dikkat çeken noktalardan biriydi.
Bana ayrılan bu köşede daha önce de yazdığım gibi, kongre turizmi diğer turizm türlerine göre ülkelere getirisi en yüksek olandır. Çünkü kongrelere katılanlar aydın ve genelde varlıklı kişilerdir. Kongreler sırasında otellerde yer bulunmaz olur. Konaklama gelirleri artar. İlgili bölgelerde her alanda bir hareketlilik olur. Daha önemlisi; kongre vesilesi ile aynı zamanda geziler yapıldığından, ülkenin kültür bölgeleri gezilir. Turizm canlanır. Ayrıca, bazı durumlarda kişiler seyahat giderlerini kurumlarından aldıklarından, daha rahat para harcama durumuna girerler ve gittikleri ülkeye daha fazla para bırakırlar. Prenses’in davranışları bana, Ürdün Yönetimi’nin yukarıda işaret ettiğim noktalara önem verdiğini düşündürdü. Bu anlayışla baktığımızda ülkemizde kongre turizminin artması hem bilimsel hem sosyal hem de ekonomik yönden girdilerimizin artması anlamına gelir.
Resmi adı Ürdün Haşimi Krallığı olan Ürdün, Orta Doğu’nun hızla gelişmekte olan bir Arap ülkesidir. Pek çok medeniyetlerin gelip geçtiği Ürdün bir dönem de Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. 1. Dünya Savaşı’dan sonra İngiliz Mandası olan Ürdün, 1921 yılında şimdiki Kral II. Abdullah’ın dedesi I. Abdullah’ın Başkanlığında Mavera-i Ürdün Emirliği adını almıştır. 1. Abdullah İngilizlerden bağımsız hareket etmek isteyince öldürülmüş, yerine oğlu Tallal geçmiştir. Akli dengesini kaybeden ve tedavi için İstanbul’a gelen Tallal’ın yerine oğlu Hüseyin Kral olmuştur. O’nun vefatı ile bugünkü Kral II. Abdullah Anayasal Monarji rejimindeki Ürdün’ü idare etmektedir. Geçmişte pek çok medeniyetlere ev sahipliği yaptığı için tarihsel değerlere sahip olan Ürdün’ün başkenti Amman’da dikkatimizi çeken nokta yeni yapılan modern binaların şehrin dokusunu bozmamış olmasıdır. Diğer gelişmekte olan Doğu ülkelerinde gördüğümüz çarpık yapılaşma burada dikkati çekmiyor. Ürdün’ün Kızıldeniz Körfezi’ndeki sahil kenti Akabe internasyonal otellerin yoğunluğu ve yeni yapılan binaların ülkenin dokusuna uygunluğu ile dikkati çekmektedir.
Kongrenin yapıldığı yer olan antik Petra kentinin ortaya çıkarılması, zengin petrol yataklarına sahip olmayan ve bir çöl ülkesi olan Ürdün’ün en büyük şansı olmuştur. Bizim Kapadokya’da olduğu gibi ilk çağlarda gül kurusu renginde kayaların oyularak ev yapıldığı, daha sonra da Roma İmparatorluğu’na ait eserlerin bulunduğu bu gizemli şehir, 1985 yılında Unesco tarafından Dünya Kültürel Mirası listesine yerleştirilmiş, 2007 yılında da dünyanın yeni yedi harikasından biri olarak seçilmiştir.
Türkiye topraklarından yaklaşık 7 kat daha küçük ve nüfusu 6 milyon civarında olan Ürdün İsrail ve Filistin ile yer yer iç içe girmiş kadar yakın mesafededir. Bu nedenle oralara kadar gitmiş iken İsrail toprakları içinde bulunan ve 3 semavi din için de kutsal olan Kudus’ü ziyaret ettik. Dönüş yolumuz Filistin’den geçtiği için bu ülkenin insanları ile de tanışmak fırsatını bulduk. Müslüman, Hiristiyan, Musevi ve Ermeni’lere ait kutsal değerleri taşıyan Kudüs bu nedenle tarih boyunca savaşlara neden olmuş ve çok el değiştirmiştir. Eski Kudus’ün kutsal yapılarının bulunduğu alanı çevreleyen 4.000 metreden fazla uzunlukta olan surlar Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılmıştır. 1982 yılında Kudüs Dünya Mirası listesine girmiştir.