Başlığı gören herkes “Karbon ayak izi değil miydi o? Bir yanlışlık olmasın” diyebilir. Bir yanlışlık yok. Artık çoğu insan karbon ayak izi nedir biliyor olmalı. Kısaca “bir insanın çevreye verdiği zararın sera gazı ölçüsünden ifadesi” denilebilir. Yani sizin bu dünyaya tek bir kişi olarak verdiğiniz negatif her şey. Genelde bunun için ilk akla gelen örnekler de şunlardır: Aracınızda kullandığınız fosil yakıt üzerinden çevreye bıraktığınız izden başlayıp, temizlenirken kullandığınız şampuan veya diş macununa kadar doğaya bıraktığınız her şey. Ya da doğaya kasten bıraktığınız her türlü kirleticiyi de bunlara ekleyiverin.
Ama konumuz bu değil. Belki konsept olarak ucundan dokunacaktır. Lakin size anlatacağım hikaye başka.
Petrol ayak izi derken, niyetim aslında ülkemizin de asli sorunlarından birisine bir bakış açısı getirmek. Hep duyarız. Yabancı ülkelerde gelecek 50 yıl için planlar bulunurmuş. Bu gelişmiş ülkeler; toplumlarını oluşturan temel unsurlardan başlayarak, şehir veya ülkelerinin lokal veya dünya genelindeki tüm planlarını yaparlarmış.
Yıllardan beri hep aklıma takılır. Neden biz planlamada hep dünyadan farklı düşünüyoruz? Şimdi hep beraber şu sorulara kısa cevaplar verelim. Petrol ülkesi miyiz? Buna evet demek fazla iyimserlik olur. Ürettiğimiz enerji kendimize yetiyor mu? Enerji ithal ediyorsak yetmiyor olmalı. Etmiyorsak yetiyor deriz. Fosil yakıtlar bakımından, özellikle kömür bakımından, verimli topraklarımız var diye biliyorum. Maden işçisi bir babanın evladı olarak olaya yakınlığım olduğu için belki de. Ama şunu da biliyorum ki, çok eskiden beri kömür de ithal ediyorduk. Bu soruları farklı kulvarlarda çeşitlendirebiliriz diyerek duralım.
Yazdıklarımdan kimsenin siyasi bir olay ya da taraf çıkarmasını istemem. Naçizane, bir akademisyen/bilim insanı olma gayretinde olup, sadece ülkem başta olmak üzere tüm insanların çıkarlarını düşünerek; doğru bildiğimi anlatma derdindeyim. Bu bir övünç veya meziyet değil elbet. Çünkü “her akademisyen ve bilim insanının asli vazifesi bu olmalıdır” düşüncesindeyim.
Bu başlığı seçme sebebim, çevremden başlayarak ülkemi gözlemlediğimde ilk gözüme çarpan ve anlam veremediğim bir olguydu. Herhangi bir şehre bir tesisin (okul/üniversite, hastane, araç muayene merkezi vs.) inşa edildiğini düşünelim. Öncelikleriniz ne olurdu? Kısa bir cevapla “en verimli ve etkili lokasyon tercih edilmeli” dediğinizi duyar gibiyim. Peki, şehrinizdeki benzer tesisler bu tercihe ne kadar uymakta?
Konuyu çeşitlendirmek veya uzatmak mümkün. Ama bu olguyu kısaca şu şekilde açabilirim: 1- Bazen öyle yerlere öyle tesisler yapıyoruz ki, oraya giden personeller dahil işi düşen tüm insanları getirip götürürken fazladan akaryakıt tüketiyoruz. 2- Trafik yoğunluğu fazla olması beklenen tesisleri nedense birbirine çok yakın lokasyonlarda aynı hatlarda yapıyoruz. Yoğun ve kitlenen trafikte gereksiz akaryakıt ve zaman tüketiyoruz. 3- Şehirlerde yanlış (hatta şahsi) yapılaşmaya bağlı olarak; dar, yetersiz, alternatifi olmayan sokak/caddeler yüzünden boşuna akaryakıt tüketiyoruz. Şimdi soruyorum: Biz bu akaryakıtı ithal etmiyor muyduk?
A ülkesinde bir yerleşim birimine bir okul inşası yapılıyor. Okul için uygun devlet arazilerine bakılıyor önce. Şehir plancıları bir yer diyor, yerel halk başka bir yer düşünüyor, yapacak kişiler ise apayrı bir yeri düşünüyor. Sizce böyle bir ortamda hangisi haklı olabilir? Ve doğru yolu kim seçip uygulayacak.?
Birisi “şehir merkezinde okul olmaz” diyor. İlla şehrin dışında (ya da periferinde) olmalıymış. Neden acaba? Devlet arazisi olmayan yerler de söz konusu olabiliyor tabi. Ama istimlak olayı ayrı bir dünya ve karmaşa. Şurasıydı burasıydı derken. A ülkesinde şehrin dışında yüksek bir tepeye kartal yuvası gibi okul inşa ediliyor. Okul, şehirden birkaç kilometre uzakta ve tepede olduğu için, minibüs/otobüs hattı ihtiyacı oluyor. Okula gelen giden personel çoğu zaman şahsi aracını kullanıyor. Kış aylarında okula çıkışlar ise tam bir cümbüş. Diğer tüm okul ihtiyaçları için her zaman bir araca ihtiyaç duyuluyor. Hatta mantık yürüten birileri “Nasıl olsa 50 yıl sonra şehir büyür ve kampüs yaklaşır” diyerek içimize su serpmeye çalışıyor.
Halbuki, gittiğim yabancı ülkelerin hemen hemen hepsinde şehrin göbeğinde okul ve üniversiteler mevcuttu. Hatta kampüs yapısı olmayan binaların merkezde ayrı ayrı sokaklarda olduğu üniversiteler vardı. Eski ya da yeni, verimli ve etkili olan yerleri tercih ediyorlardı besbelli. Onlar mı bir garip, yoksa bizim perspektifimize mi yabancılar bilemedim.
Sonuç: A ülkesi veya ülkemizde bir yerleşim biriminde inşa edilen okula gidip gelen tüm araçlar benzin/mazot (petrol ürünü) kullanıyor. Okul için seçilen lokasyona göre kullanılan akaryakıt oranları da değişiyor. Diyelim ki şehir içi ulaşımda uzak lokasyonlar minibüs ve otobüsler için gelir kapısı. Ama biz petrol ürünlerini ithal ediyoruz. Keşke minibüs ve otobüsçülerimiz kendi yakıtını üreten insanlar olsa. Onlar da yakıta bağlı çalışmak zorunda. Ne olursa olsun yanlış stratejiler sonucu; personel veya diğer her şey için, fazladan yaktığımız her damla/litre petrol ürünü, ülke dışına giden milli servetimizdir. Öyle değil mi?
Sorumlusu olduğumuz ya da yaptığımız her işte gereksiz veya plansız harcadığımız her damla petrol ürünü, milli servetin ziyanıdır. Dış borcumuzu arttırır, ekonomimizi zayıflatır, bağımlı kılar vs. Ülkelerin ticaretinde “alınan ile satılan aynı düzeyde ise” işler az çok yolundadır. Fazla satıyorsak ise mükemmeldir. Ülke olarak oturup düşünmeli ve geniş kapsamlı bir analiz yapmalıyız. Her kurumun bir “petrol ayak izi” çalışması yapılmalı. Kurumların ne kadar petrol ürünü kullandığı ve ne kadar tasarruf yapılabileceği araştırılmalı. Her kurum için farklı tasarruf stratejileri geliştirilmeli. Yeni tesisler yapılırken petrol ayak izi önemli kriterler içinde olmalı. En azından önümüzdeki 30-40 yıl için (fosil yakıtlar bitse) bile olsa bu yapılmalı. Biz kişiler olarak da bunu kendimize uygulamalıyız. Şahıs olarak ne kadar az petrol ürünü kullanırsak ülkemiz için o kadar iyidir, değil mi? Fırsatımız varsa, işimize yürüyerek ya da bisikletle gitsek.? Tek bir arabayla yakın iş arkadaşları bir arada işlerine gitse.? Toplu taşımada petrol ürünü kullanımına karşı alternatif enerji kaynaklarına yönelsek.? Hatta hepimiz için bir sonraki aşama olan “enerji ayak izi” hesaplarını yapsak.?
Tebessümle bitirelim. Bugün 8 milyar nüfuslu dünya, gelecekte bize şöyle seslenecek: “Sizin ihtiyacınız bana ekstra large. Benim boyum kaç, kilom kaç, yaşım kaç…” Eni, boyu, kilosu belli olan dünyanın bir gün fosil yakıtları tükenecek. Elektrik başta olmak üzere alternatif yakıtlar için paralar harcanmaya devam edecek. O zaman geldiğinde de, eğer ölmez sağ kalırsak, “enerji ayak izini” de konuşalım oldu mu.?
Hepimize aydınlık günler diliyorum.