“Düşmanınla bile istişare et ki onun neden düşman olduğu ortaya çıksın.”
Sokrates
Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlükte hegemonya, bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasal üstünlüğü veya bir kişinin başka bir kişi üzerindeki üstünlüğü ve baskısı olarak ifade edilmektedir. Birinci anlamında yani devletlerarası ilişkilerde hegemonyanın geçerli olabilmesi için de ekonomik anlamda her alanda güç sahibi olunması gerekmektedir. Bu bağlamda tarihsel sürece bakıldığında şu görülmektedir: Küresel güç olan, rezerv para birimine sahip ülkelerin başarısının temeli, kişilere bağlı olmayan, istişareye dayalı bir yönetim sistemi kurmuş ve işletiyor olmalarıdır. Salt hegemonya yerine onu tamamlayan, sürdürülebilirliğine olanak sağlayan, istişare temelli bağımsız denetim araçlarıyla desteklenen, güçlü kurumsal mekanizmalarla güvence altına alınan piyasalara sahip ülkelerin kalkınma ve büyümede amaçlarına dolayısıyla sağlam paralara ulaştıkları görülmektedir.
Paranın tarihsel süreçteki şekli, görünüşü değişse de temel kuralları, arz ve talep koşullarında değerinin oluşma şekli aynıdır. Daha basit bir anlatımla tüm mal ve hizmetlerin fiyatını, paranın değerini (fiyatı olan faizi) kıtlık-çokluk kanunu belirler. Tüm piyasalarda yokluk fiyatı yükseltir. Nerede çokluk orada o şeyin değeri düşer, bu “şey” para ise fiyatı yani faiz yükselir.
Bir ülkenin yerel parasının diğer dövizler karşısındaki değerini finans temelli hareketler palyatif olarak destekler. Asıl güç tabii ki ağırlıklı kendi üretim faktörleriyle ürettiği ürünlerin küresel rekabet etme gücünün yüksek olmasıdır. Bu da istikrarlı büyümeyi sağlar. Bu yüzden günümüzde de ticaret veya kur savaşları yani merkantilizm gündemdedir.
Merkantilizm, 15. yüzyıl sonrası dönemde Batı Avrupa’da ekonomik alanda geçerli olmuş düşünce akımına verilen addır. Amacı sadece kendi ülke menfaatlerini önceleyen ekonomi politikası düzenlemelerine önem vermektir. Bu ülkelerin bu yaklaşımı nasıl kullandıklarını, kalkınmayı, sermaye birikimini nasıl elde ettiklerini özetlemek gerekirse:
Tarımsal Üretim –> Arz Fazlası – > Ticaret – > Finansal Sistem ve Araçlar = Finansal Sermaye Birikimi
Çok basit bir anlatımla, ekonomi tarihinde yaratılan katma değerin başlangıcının tarım ekonomisinden elde edildiği bilinir. Buradan elde edilen birikimin, üniversite-sanayi işbirliği/bilimsel düşünce tarzının piyasaya aktarılması (istişare) aracılığıyla geliştirilen önemli bir buluş olan buhar gücünün üretimde kullanılmasıyla arz fazlalarının elde edilmesi öğrenilmiştir. Bir ekonomide arz fazlalarının olması ticaret faaliyetlerini gündeme getirmiştir. Ticari faaliyetlerin olduğu mekânlarda da para ve onu temsil eden araçların özellikle uluslararası ticarette kullanılan poliçe gibi menkul kıymetlerin geliştirilmesi de doğal bir sonuç olmuştur. Bu ilerlemeler, finansal sistemin temel kurumları olan bankacılık faaliyetleriyle kurumsal bir yapıya kavuşmuştur.
Kredi tahsis süreçleri başta olmak üzere istişareyi en yoğun kullanan finansal sistem, elde ettiği bu değerlerle asıl önemlisi finansal sermaye birikimi ve kullandığı faiz aracılığıyla bugünün finans merkezi olan ülkelerde hızla büyümüştür. Tabii ki bu süreci çok öncesinde yaşayan ve ayakta kalabilen ülkeler bugünün gelişmiş ekonomileri olarak adlandırılmaktadır. Buradaki başarının temel unsuru, ülkelerin katma değeri yüksek ürünleri üretebilmesi ve bunun sürekli hale gelebilmesi için de bu üretim şeklinin sadece iç piyasaya yönelik olmamasıdır. Yani kendi sahip olduğu veya kolaylıkla elde edebildiği üretim faktörleriyle kaliteli mal ve hizmetler üretmişler ve bunları hak ettiği fiyattan yurt dışına da satabilmişlerdir. Bu süreci işletebilen ülkelerin döviz gelirlerinin artması cari açığın yaşanmamasına yol açacaktır. Dolaysıyla ülkede paranın iç ve dış değerinde (enflasyon/devalüasyon) sorun oluşmayacaktır. Demek oluyor ki ülkenin parasının değerini üretim gücü belirlemektedir.
Piyasalarda Fiyat İstikrarsızlığının Temel Nedeni
Sistemik krizler dışında üretimin planlanabilmesi sayesinde etkin işleyen bir piyasada, arz ve talep koşullarında oluşan fiyatlarda dengesizlikler (enflasyon / deflasyon / stagflasyon) oluşmayacaktır. Şöyle ki: Piyasa ekonomilerinde arz ve talep arasındaki ilişkinin direkt göstergesi piyasalarda oluşan fiyatlardır. Yani nihai mal ve hizmetler piyasasındaki ürün veya hizmetlerin arz ve talebi arasındaki dengesizliğin, yetersizliğin bir sonucu olarak fiyat istikrarsızlığı ortaya çıkmaktadır.
Genelde gelişmekte olan ekonomilerde, üretim faktörlerinin yetersizliği, dolayısıyla üretilen ve satışa sunulan mal ve hizmetlerin arz miktarının, talep edilenden daha az olması durumunda; genel fiyatlar seviyesinde sürekli bir artış sonucunda enflasyon gerçekleşmektedir. Bazen de çeşitli sebeplerle, özellikle beklentilerin karamsar olması nedeniyle meydana gelen efektif talep yetersizliği, arz fazlalarına dolayısıyla fiyat düşüşlerine (deflasyona), sonrasında ekonomide durgunluğa sebebiyet vermektedir. Durgunluk ve enflasyon kavramlarının birleşimden oluşan stagflasyon kavramı ise ekonomide durgunluk içinde enflasyonu ifade etmektedir. Bu ekonomik yapıda, durgunluk ile birlikte gerçekleşen enflasyon ve işsizlik artış şeklinde kendini gösterir.
Emtia, Gıda Fiyatlarındaki Artışın Kalıcı Olmaması Mümkün Değil Çözüm:
Yukarıda da ifade edildiği gibi tarihsel süreçte kalkınmakta olan ülkeler için önemli olan tarım sektörü Covid-19 nedeniyle günümüzde daha da önemli olmaya başlamıştır. Gıda ürünlerindeki fiyat istikrarsızlığının önemli bir nedeni üretimden tüketime olan süreçlerin yönetilememesidir. Bunun için temel yaklaşım: Tarımı, kırsalı öncelikli hale getirecek, üretimi devam ettirecek organizasyonların, istişare mekanizmalarının zaman yitirilmeden oluşturulmasıdır. Böylece çiftçinin hakkını alacağı, toprağa bağlanacağı sistemlerin geliştirilmesi gerekir. Bu konudaki genel yaklaşım olan kooperatifçiliğin başarılı bir şekilde yaygınlaşabilmesi için de kurumsallaşmış yapıların desteklerine ihtiyaç vardır. Diğer bir ifadeyle piyasalarda fahiş fiyatlar var gerekçeleriyle hegemonik yaklaşımlara değil.
Piyasalar Üzerinde Hegemonya mı – İstişare mi – Kurumsallaşma mı Geçerlidir?
Bir ülkenin kalkınması kurumsallaşmayla mümkündür. Kurumsallaşma, mikro anlamda; kurum kültürünün, kazanımlarının (yediği kazıkların) yani tecrübelerinin geleceğe aktarılmasıdır. Makro anlamda, ülkenin geçmiş mirasını bugünlere ve yarınlara aktarabilmektir. Geçmişin kurumlarının kazanımlarını, iyi yönlerini varsa kötü yönlerini de iç denetim sonrası istişare ile revize ederek (geçmişinle barışık bir şekilde) geleceğe daha umutla, hızla adım atabilirsin. Kalkınmayı ve büyümeyi hızlandırarak çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşabilirsin.
Piyasalarda fiyatların oluşumu, işleyişi konusunda masanın birçok tarafında görev almış ve akademik bakışa da sahip olan biri olarak tek cümle ile şunu söyleyebilirim: Uzun dönemli başarılar için piyasalar üzerinde hegemonya değil kurallar manzumesi ve istişare ile sistemlerin işletilmesi gerekmektedir. Bunun için de ilgili otoritelere önemli görevler düşmektedir. Zira toplumsal çıkarların savunucusu olan devletin kurumlarının proaktif yaklaşım kapasitesi arttıkça ortaya çıkacak sorunlara daha kolay çözüm bulunması, dolayısıyla toplumsal refahın artırılması mümkün olabilecektir. Bunun başarılabilmesi için evrensel yönetim tarzı Bağımsız Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlardır.
Bağımsız Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar
Ana sektörlerde piyasaları düzenlemek ve denetlemek üzere kurulacak ve tam anlamıyla çalıştırılacak Bağımsız Düzenleyici ve Denetleyici Kurumlar sayesinde sorunlar bürokraside beklemeyecek sistem tıkanmayacaktır. 2001 krizi sonrası bu alandaki yapılanmanın en güzel örneği Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu olmuştur. Bu yapılanmaya benzer bazı örnekler: İş gücü Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurumu; Doğal Dengeyi ve Çevresel Değerleri Koruma Kurumu; Temel Gıda Ürünleri Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurumu; Madencilik ve Enerji Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurumu; Sağlık Piyasası Düzenleme ve Denetleme Kurumu gibi kurumlar faaliyet alanlarındaki arz ve talep koşullarını uyumlaştırabileceklerdir. Aksi bir durumda yani hegemonik yaklaşımların istenen amaca hizmet etmesi mümkün değildir. Şöyle ki:
– Piyasada oluşan nihai fiyatları düşürmek için yapılan çeşitli müdahaleler (ithalat gibi) özellikle üreticiyi ve ithalat gücü olmayanları küstürür. Bu yüzden ithalat ile kaybedilen dövizin alternatif maliyeti düşünülerek; çiftçilerin üretim aşamasında neyi üreteceği dahil planlanmalı, teşvikle yönlendirilmesi sağlanmalıdır. Böylece tarım sektöründe hem arz noksanlığı hem de istihdam kaybı oluşmayacaktır.
– En Pahalı Mal Bulunamayandır. Diğer bir bakışla ucuz market yoktur, ucuz mal vardır. Bu da marketlerin pazarlama taktiğidir. Dolayısıyla zincir mağazalara sopa göstererek onları korkutmak, yıldırmak yerine kullandıkları iş modellerinin, diğer çiftçileri de kapsayacak şekilde Üretim ve Satış Kooperatiflerinde de uygulanmasını sağlamak gerekmektedir.
– Rekabet Kurumunun (ve diğer bağımsız düzenleyici denetleyici kurumların) yasayla verilen görevleri gereği piyasaların düzenlenme ve denetlenme işini sadece belli günlere, günlük talimatlara bağlı olmadan sürekli, kapsayıcı bir şekilde icra etmesini sağlamak gerekiyor ki iş işten geçmesin.
– Yeni Dünyanın – Piyasalar Üzerinde Hegemonyanın Kuralları Değişiyor. Dolayısıyla Kafaları kuma gömmeden, birbirimizi suçlamadan, bugün olan yarınları okumaya hazır olmalıyız.
– Yıkıcı rekabet ile birlikte yok olmadan, birlikte kazanmanın yollarını istişare ederek bulmalı ve uygulamalıyız.
Kısacası toplumsal, hatta küresel kazanımlar için birlikte çalışılması, istişare edilmesi gerekiyor. Piyasa ekonomisinin Adam Smith tarafından söylenen bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler felsefesi, erdemli insanların var olduğu bir durum için söylenmiştir. Bunun olmadığı bir yapının dünyayı getirdiği durum belli. Dolayısıyla uluslararası düzenleyici yapılara ihtiyaç var ve bunların ulusal ölçekte de kurulması ve işletilmesi gerekir. Zira: “İstişarede yedi özellik ve fayda vardır: Doğruyu ve gerçeği ortaya çıkarmak, görüş ve düşünce kazanmak, hatadan kaçınmak, kınanmaktan sakınmak, pişmanlık duymaktan kurtulmak, kalpleri kazanmak ve eserlere tabi olmak, onlara uymaktır.” Hz. Ali
Sonuç
– Geçmişin bedeli ödenmiş kazanımlarını aynı hataları yaparak niçin kaybedelim?
– İstişare yaparak, kurumsal hafızaları dinç tutarak, tüm beşeri sermayeyi değerlendirmek gerekmez mi?
– Aynı gemide olmak adına herkes kendi tecrübeleri (yediği kazıklar) çerçevesinde çıkış arıyor, çözüm üretiyordur. Bunların istişare ile konsolide edilmesi lazım değil mi?
– Kurumların hafızalarının güncellenmesine mi – kafaları kuma gömmeden gerçekleri konuşmaya mı ihtiyaç var?
– Yeni varsayımlar, yaklaşımlar istişare edilmediği sürece geçerli olan teorilerin uygulanması gerekmez mi?
– Ezcümle: Nasrettin Hocanın misali sadece piyasalar mı suçlu; düzenleyici otoritenin hiç mi kabahati yok?
1 yorum
İstişare (danışma) niçin önemlidir? işletmelerin (ve/veya kamunun) başarısı için gerekli olan #risk yönetimi çok önemlidir. Bu da kısaca, yönetimin belirleyeceği stratejilerle iş hedeflerinin oluşturulması ve uygulanmasını gerektirmektedir. İşletmede gerçekleşecek performansla da bu süreçlerin iyileştirilmesi, kurumun değerini artıracaktır. Başka bir ifadeyle, #kurumsal risk yönetimi, sadece bir departmanın işi veya risklerin listelenmesi değildir. Bir bütün olarak işlemesi gereken #kurumsal risk yönetimi, #COSO’ya göre beş aşamalı bir süreçtir: 1. Yönetişim ve kültür aşaması 2. Strateji ve hedef belirleme aşaması 3. Aşamada hedeflere ulaşmayı etkileyebilecek risklerin belirlenmesi ve değerlendirilmesi yapılır. 4. Gözden geçirme ve düzeltme aşamasında da işletme, performansını gözden geçirerek, kurumsal risk yönetimi faktörlerinin ne kadar iyi çalıştığını ve hangi revizyonların gerekli olduğuna karar vermelidir. Son olarak bilgi, iletişim ve raporlama aşamasında, #kurumsal risk yönetimi, tüm paydaşlara gerekli bilgi paylaşımını gerçekleştirir.