Geçen haftaki yazımda, sevilmesi gereken şeyleri sevmeyi terk etmekten bahisle, “biz evlatlarımızı da sevmez olduk” demiştim. Buna örnek olarak da başka şeylerin yanında, “kaç çocuk anne babasının kendi rahatı ve refahından fedakârlık etmemesinin kurbanı olup ‘kardeşsiz’, tek başına büyümeye mahkum ediliyor?” yazmıştım. Bazı okurlar buraya takılmış. Sanırım bunu biraz daha açmak gerekiyor. Orada söylediğimi farklı bir cümle ile ifade edecek olsam şöyle derdim; Son birkaç on yıldır anne babalar, evin tek çocuğu olarak büyümesinin çocukları açısından ne anlama geldiğini düşünmeden onları kardeşsiz bırakmakta ve bu gittikçe de yaygınlaşmakta. Bu, ‘o anne babanın evladını sevmediği anlamına gelir mi?’ diye sorulacak olursa; tabii bu tartışılabilir. Ama malum, sözün her zaman aslına değil, bazen de ‘faslına’ bakmak lazım.
Beni şahsen tanıyanların, “ikiz çocuğu var diye böyle konuşuyor” diye düşünmesini istemem. Bu, söylemeye çalıştığım şeyi çok basite indirgemek olur. Zaten asıl anlatmak istediğim de bu değil. Herkes tarafından bilinen, kardeşsiz büyüyen çocukların hayatta karşılaşabileceği sosyal ve psikolojik sorunları uzman bir kalem yazar, biz de okuruz. Benim asıl konu etmek istediğim, ‘aile planlaması’ diye ortaya atılan, fakat ülkemiz için, yanlış anlaşılıp, yanlış uyguladığından dolayı, hedefine ulaşmayan, ama bazı çevreler tarafından el ovuşturularak izlenen ‘trajikomik’ oyun.
Bilindiği üzere ülkelerin nüfus politikaları içinde bulundukları ekonomik duruma göre değişiklik gösterir. Ekonomisi iyi olan ve halkına yeterli eğitim, iş ve sosyokültürel imkânlar sunabilecek olan ülkeler nüfusunun artmasından çekinmezken, bunları sağlayamayacağı kaygısına kapılan ülkeler ‘nüfus planlaması’ veya ‘aile planlaması’ yoluna giderler. Ülkemizde de özellikle 70’lerden sonra başlayan ve halen devam eden böyle bir çaba söz konusudur. Slogan “herkesin bakabileceği kadar çocuk sahibi olması”dır. Bu yolda eğitim toplantıları yapılır, ücretsiz doğum kontrol hapları ve prezervatifler dağıtılır. Ancak her şeye rağmen nüfus artış hızımız durdurulamaz veya istenilen seviyeye çekilemez. Çünkü mesaj iletilmek istenen kitle tarafından değil, başkaları tarafından alınmaktadır.
Bugün çok çocukluluk, eğitimsiz, işsiz ve fakir kesime, çocuksuzluk veya tek çocuk sahibi olmak ise okumuş, iyi bir işi olan ve maddi durumu yerindeki kesime özgü bir özellik haline gelmiş. Nedendir bilinmez, ikinci kesim, kendi hallerine bakmadan, birinci kesimin ensesinde boza pişirir ve onları ‘doğurduğuna-doğuracağına’ pişman etmeyi üzerlerine vazife sayarlar. (Burada istedikleri halde tıbbi nedenlerle çocuk sahibi olamayanları tamamen tenzih ediyor, herkesin dilediği zaman, dilediği kadar çocuk sahibi olmasını diliyorum.) Mutlaka rastlamış veya bu sahnenin aktörlerinden biri olmuşsunuzdur; hekim, adamın (veya kadının) hastalığı ile doğrudan veya dolaylı hiçbir ilişkisi olmasa da, hastaya sorar kaç çocuğu olduğunu. Cevap 4, 5 veya üstü ise başlar nutuk çekmeye. Ne adamın şehvet düşkünlüğü, düşüncesizliği kalır, ne de kadının cahilliği. Çoğu zaman nutuk, “neden bakabileceğiniz kadar çocuk sahibi olmuyorsunuz?” diye biter. Tabii hasta dönüp soramaz hekime “peki sizin kaç çocuğunuz var?” diye. Zira, bilir kişinin kaç çocuğu olduğunun onun ‘özeli’ olduğunu. Yine de sorsa ve aldığı cevap “bir” olsa, sorgulayamaz “peki siz neden bakabileceğiniz kadar çocuk sahibi olmuyorsunuz?” diye. Ama ben cevabı merak ediyorum doğrusu, bu ülkenin eğitimli, iş güç sahibi, maddi refahı yerinde olan insanları neden çok çocuk sahibi olmazlar? Neden çoğunun bir, bilemedin iki tane çocuğu vardır? Muhtemelen, ülkelerinden ve evlatlarından çok, kendilerini ve kendi refahlarını düşündüklerinden. Bu ülkeye 3, 4, 5 veya daha fazla iyi vatandaş yetiştirmek ve çocuklarına yaşamlarında dayanışabilecekleri kardeşler vermek yerine kendi rahatlarını ve kariyerlerini tercih ettiklerinden. Bu yazıyı okuyan siz, bir anlığına düşünebilir misiniz? Sizin eğitiminiz, işiniz ve maddi durumunuz anne-babanızınkinden daha mı kötü? Peki çocuk sayınız? Onlar sizin gibi bir kişi yetiştirebildiğine göre siz neden onlar kadar fedakâr anne babalar olmayı düşünmüyor ve en az onların sahip olduğu kadar çocuk sahibi olmuyorsunuz? Sözüm işi olmayan, kendisini dahi idare edemeyecek kadar sosyal, kültürel ve ekonomik güce (ve yeterliliğe) sahip olmayanlara değil. Bana kalsa onlara değil çocuk sahibi olmak, evlenmek bile yasaklanmalı. Sözüm, karı koca sabah 8:00, akşam 5:00 çalışıp, ondan sonra da “aman bir tanesine bile zor yetişiyoruz” diyenlere. O tempoyla tabii zor yetişirsiniz. Bu tempoyla belli ki o çocukla bile yeterince ilgilenemeyeceksiniz, bari ikinci bir çocuğunuz daha olsun ki zavallının bir arkadaşı, kader yoldaşı olsun.
Burada kimse, kadınların çalışmasına karşıymışım gibi yanlış bir ön yargıya kapılmasın. Çocuk bakımının da, ev işlerindeki sorumlulukların da eşler arasında ‘adaletli’ şekilde paylaşılması gerektiğine inanıyorum. Doğanın ona bahşettiği muhteşem hasletlerden dolayı çocuk bakmak ve yetiştirmek en çok anneye yakışsa da, babanın da bunda sorumluluk yüklenmesi gerekir. O yüzden, ‘doğum sonrası ücretsiz izin’ seçeneği kadınlar gibi erkekler için de neden geçerli değildir hiç anlamam.
Esas konumuz olan aile planlamasına dönecek olursak. Evet, ülkemizde ciddi bir aile planlaması sorunu var. Ancak bu sanıldığı gibi, sadece Anadolu’nun Doğu ve Güneydoğu’sunda veya büyük şehirlerin varoşlarında değil, çevremizde, hastanelerde, üniversitelerde, şirket plazalarında, genel müdürlüklerde ve sanat dünyasında. O, bakabileceğinden fazla çocuk dünyaya getirdiği için eleştirdiğimiz, kınadığımız, suçladığımız insanlar ne kadar ‘plansız aileler’ ise, biz, bakabileceğinden az çocuk dünyaya getiren ‘entelektüel’, ‘mektep-medrese görmüş’, ‘aydınlar’ da o kadar ‘plansız aileleriz’. O yüzden, onları eleştirmektense, ‘işimize bakalım’. Dünyada nüfusu az olduğu için zenginlemiş bir ülke olmadığı gibi, fakirleşmesinin tek sebebi nüfusunun fazlalığı olan bir ülke de yok. Yoksulluğun sebebi eğitimsizlik, tembellik ve ahlaksızlık olduğu gibi, varlıklı olmanın yolu da eğitim, çalışma ve dürüst bir hayattan geçer. Bu kişiler için de böyledir, ülkeler içinde. Afrika’daki de, Güney Amerika’daki de, Orta Doğu’daki de, Doğu Anadolu’daki de, Güneydoğu Anadolu’daki de çocuğu çok olduğu için değil, işi, eğitim imkânı, doğal kaynakları ellerinden alındığı için ve başlarındaki kötü idareciler yüzünden fakirdir.
İyisi mi siz sorumluluktan kurtulmak için bakabileceğiniz sayıda çocuk dünyaya getirin. Bu arada, hayatın bir gerçeği olan, istediği halde çocuk sahibi olamayanlara da bir mesaj: İmkânlarınız el verdiği ölçüde kendi çocuğunuza sahip olmak için şansınızı zorlayın. O da olmazsa daha erdemli bir iş yapın ve evlat edinin. Çünkü amaç, bencilce kendi genlerini bir sonraki nesle aktarmak değil, çocukları sevgi ve şefkatle büyütüp onlara iyi bir gelecek hazırlamaktır.