Son zamanlarda gelişmekte olan ekonomi toplumlarında (post-kolonyaller) ve Türkiye’de seçkinlik beklentileri öne çıkmaya başladı. Bu beklenti, bir açıdan halktan gelmiş insanların halkla arasına mesafe koyma girişimlerinin bir parçası olarak okunabilir. Bir başka açıdan bireyleri içerisine doğdukları ekonomik statülere göre değil de fırsat eşitliği yoluyla ortak dünyada değerlendiren demokratik yaklaşımın bazı suiistimaller yoluyla işlemez hale getiriliyor olması nedeniyle böyle bir gelişmenin ortaya çıktığı söylenilebilir. Aslında bu beklenti küresel kapitalizm şartlarını fark etmekle de ilgilidir ve gelişmekte olan ekonomilerde para icat edilebilen veya yaratılabilen bir değer olmadığı için eldeki sınırlı paranın dolaşımı daha emeğe endeksli kılınmak istenmektedir. Bu gerçeğin farkına varmanın bilinçsiz bir yolu, içinden geldiği halkla arasına mesafe koymak üzere bir seçkinlik arayışına girişmektir. Bilinçli bir yol, daha başlangıçta popülist sosyal politikaların muhasebesini yaparak eşitliği anlamlandırmak ve eğer vaktiyle muhasebe yapılmamışsa, emek vermiş ve deneyim kazanmış insanları gözeten bir eşitlik anlamlandırmasını işletmek yoluyla olabilir.
ABD’de Terri Bimes ve Quinn Mulroy’un “Başkanlık Halkçılığının Güçlenmesi ve Zayıflaması” adlı makaleleri,[1] Türkiye’de Nuran Aytemur’un “Kemalist Halkçılığın Çelişkili Bir İfadesi Olarak Köy Enstitüleri Halkçılığı” başlıklı doktora tezi[2], İngiltere’de Guy Aitchison’ın “Cumhuriyetçi Hakların Üç Modeli: Hukuki, Parlamenter ve Halkçı” başlıklı makalesi[3] ve nihayet ABD’deki son deneyimlerle ilgili olarak Stefan L. Brandt’ın “Donald Trump, Gerçek Şov: Performans ve Görüntü Olarak Halkçılık” adlı makalesi[4] gibi birçok çalışma yukarıdaki bağlamı içeren sosyal, idari ve felsefi sorunlarla ilgili olarak kaleme alınmıştır. Bu araştırmalarda bireylerin ve sosyal birlikteliklerin gelişimlerinden kaynaklanan durumların mümkün olduğunca kurallı ve ortak ekonomiye katkıda bulunabilecek nitelikte olması nasıl sağlanabilir sorusu cevaplandırılmaya çalışılmaktadır.
Gelişimin her aşamasını kendi bireysel bilinç zamanına göre algılayan insanın özellikle bilimi ve kurumları öznelleştirme girişiminin önüne geçilmesi için eşitliği iptal etmeyen bir sosyal seçilim mekanizmasının yaratılması gözetilmeye çabalanmaktadır. Çünkü neredeyse her birey küresel kapitalizm ve dijital toplumlar çağının hızında kendi bilinç ikametini doğru ayarlamakta zorlanmakta ve çoğunlukla ekonomik risksizleştirmeyi salt kendini gözeterek yapılandırabilmektedir. Daha anlaşılabilir bir ifadeyle, bütün pozitif imajlar ve itibarlar arkalarında bir emek bulunmasa bile sahiplenilmekte ve bütün negatif imaj ve itibarlar bedelleri ödenmeksizin terk edilebilmektedir. Bu arada ahlaki iyilik ölçütü istikrarlı bir seviyede güncellenemediği için emektar ve başka insanlara yardımcı olmaya çabalayan insanlar suistimale uğrayabilmektedir. Böyle bir suistimal iyi niyet ekonomisine yoğun ölçüde bağımlı ortak ekonomi için ciddi ölçüde bir risk meydana getirebilmektedir.[5] İlginç olmayan bir şekilde eşitlikçi demokrasinin halkçılıktan adil bir etikle ayrıştırılması girişimiyle robotik teknoloji girişimleri arasında psikolojik, entelektüel ve toplumsal bir gerekçe örtüşmesi bulunmaktadır.[6] Yoğun kas kuvveti ve az beyin emeğine dayalı yardımcı hizmetlerin zamanla robot teknolojisine bırakılması yoluyla acaba insanların tutkularından kaynaklanan geç kişisel gelişim sorunları bertaraf edilebilir mi gibi bir arayışla robotik sosyolojiye yönelinmektedir.
Ivan Cerovac, 2014 tarihli bir makalesinde seçkincilik ile halkçılık arasında demokratik eşitlikçiliğin doğru toplumsal içeriğini sorunlaştırmaktadır. Ona göre, bu sorun bağlamı gelişmekte olan ekonomilerle sınırlı olmayıp özellikle Batılı toplumları ilgilendirmektedir. Bunun nedeni hiç kuşkusuz onun Hırvatistanlı oluşu, Hırvatistan’ın post-kolonyal bir toplum olmasına rağmen Avrupa Birliği’ne üye oluşudur. Cerovac, makalesinde, liberal demokrasilerin, karar verme süreçlerinde insanların birçok farklı değişkene anlık bağlı kalmaları ve bu arada onların kararlarının gereksindiği haklılık ve empatinin hangi doğru toplumsal süreçlerle içerilebileceğinin belirgin olmayışı nedeniyle halkçılığın bir açmazla karşı karşıya bulunduğunu saptamaktadır. Çünkü haklılık ve empati gereksiniminin koşullayacağı bir yetkilendirme doğru kurgulanmaz ve kontrol kurumsal bir sürece ait olmazsa buradaki insani eşitlikçilik ekonomik olarak geri tepebilir ve demokrasiler yara alabilirler.[7] Cerovac’ın makalesi, dünyanın birçok yerindeki sorunun Balkanlarda da yaşandığını örneklemesi bakımından önemlidir. Ayrıca o, bazı idari ve kamusal yöntemlerle sorunun çözüm bağlamına dair eldeki önerilere işarette bulunmaktadır.
Sorunun İslâm coğrafyasında Müslüman kavramıyla ilişkisi, bazı araştırmaların verdiği izlenime göre, bu coğrafyadaki halkın büyük ölçüde bu kavram altında eşitlenebiliyor olmasında bulunabilir. Ayrıca sözgelimi “Ben Müslüman değilim” diyen biri, eğer psikolojik veya nadiren denk gelinen nitelikte teolojik temelli bir tepkide bulunmuyorsa, bazı örneklerde, “Ben halktan değilim” anlamını amaçlayarak bunu ifade ediyor olabilir. Örneğin Somali toplumuyla ilgili bir inceleme bu izlenime yöneltmektedir,[8] ama elbette Somali yoksul bir ülkedir, İslâm coğrafyasının geneli ise –örneğin Pakistan ve Malezya- gelişmekte olan demokratik rejimlere sahiptir. Dolayısıyla bu okuma içeriği ve onun sonuçları her ülkeye genellenirse yanlışa düşülebilir. Konunun Türkiye ile ilgili yansımasına dair literatürde bazı çalışmalar mevcut ise de, bunlar uluslararası güncel siyasal okuma konumlanmalarıyla malul oldukları için fotoğrafı eksik verebilmektedirler. Benim önerim, modern öncesi İslam felsefesi, İslam kelamı ve İslam hukukundaki “avam” ve “havas” kavramlarının çağdaş bir yorumla yeniden içeriklendirilmesidir. Çünkü Müslüman filozoflarda bir çeşit seçkin dindarlığı girişimi ve kelamcılar ile fakihlerde ise emeğe dayalı uzmanlaşmanın korumaya alındığı bir çeşit bilinçli dindarlık etüdü bulunmaktadır. Bu içerik, büyük deneyimlerin ürünü olduğu ve eşitlik gereksinimiyle halkçılığın muhtemel açmazlarını birlikte değerlendirdikleri için günümüz açısından yol gösterici olabilir.
[1] Terri Bimes, Quinn Mulroy, “The Rise and Decline of Presidential Populism”, Studies in American Political Development, 18 Fall (2004), s. 136-159.
[2] Nuran Aytemur, “The Populism of the Village Institutes: A Contradictory Expression of Kemalist Populism”, Basılmamış Doktora Tezi, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007.
[3] Guy Aitchison, “Three Models of Republican Rights: Juridical, Parliamentary and Populist”, Political Studies 2017, Vol. 65 (2), s. 339–355
[4] Stefan L. Brandt, “Donald Trump, the Reality Show: Populism as Performance and Spectacle”, Z Literaturwiss Linguistik (2020) 50: 303–321.
[5] Muhammet Özdemir, “Çok-iyi Niyet Ekonomisinin Çöküşü ve Doğal İnsanlığın Ölümü”, Genç Ufuk 13.09.2020, https://www.gencufuk.com/cok-iyi-niyet-ekonomisinin-cokusu-ve-dogal-insanligin-olumu/ (Erişim Tarihi: 13.01.2021).
[6] Muhammet Özdemir, “Bir Robot Felsefesine Doğru: İnsanların Robotların Politik Ekonomisinden Öğrenebilecekleri”, Genç Ufuk 21.11.2020, https://www.gencufuk.com/bir-robot-felsefesine-dogru-insanlarin-robotlarin-politik-ekonomisinden-ogrenebilecek/ (Erişim Tarihi: 13.01.2021).
[7] Ivan Cerovac, “Egalitarian Democracy Between Elitism and Populism”, Journal of Education Culture and Society No. 2 (2014), s. 31-42.
[8] David Last, Anthony Seaboyer, Clan and Islamic Identities in Somali Society, Toronto: Defence R&D Canada, 2011, s. ix.