Sosyoekonomik durumu, jeopolitik konumu, 780 bin kilometre karelik alanındaki arazi-arsa başta olmak üzere üretim araçları mülkiyeti ve yönetim yapısı incelendiğinde, Ülkemizde; kamunun ekonomideki ağırlığının oldukça yüksek olduğu görülecektir. Elbette bu olgunun tarihsel, sosyolojik, ekonomik ve kültürel makul açıklaması vardır. Ancak görünen gerçek; Türkiye’mizin adeta 1,2 trilyon dolarlık ciroya sahip devasa bir iktisadi işletme olduğudur. Dolayısıyla da biz aslında genel seçimlerle, bu nitelikteki bir yapıya CEO seçiyoruz. Büyükşehirler özeline baktığımızda da benzer durumu görürüz. Gerek arazi mülkiyeti gerekse ekonomideki kamu payına ek olarak, deprem riski araçsallaştırılarak, kentsel dönüşüm, ulaşım gibi argümanlarla özel mülkiyete de el atma fırsatının olması dolayısı ile hemen her alanda rant üretme özelliği bulunan birer işletmeler olduğu anlaşılacaktır. Mega kentler ve iştiraklerinin bütçe büyüklüklerine bakıldığında da bu özelliği açıkça görülmektedir. Öyle ise biz aslında büyük şehirlerimiz için de birer CEO seçmiş olacağız. Bu nedenle aslında iktidar olma kavgası bu işletmelerin yönetiminin ele geçirilmesinden başka bir şey değildir. Kimi siyasal örgütler bunun farkında olarak, 75 yıldan beri çeşitli araçlarla bu çarkın başına geçmeyi ve sürdürmeyi başarmışlardır. Kimileri ise bu reel durumu anlayabilecek analizlerden yoksunlukları nedeniyle, işin farkına varamamışlardır. Buna ilaveten de soyut iddialarla üstelik de ilkel siyaset modelleriyle mücadele ettiklerinin ve başarılı olacaklarının vehmine kapılmışlardır. Halbuki modern siyaset kurumlarının; ideolojilerinin, inançlarının, kimliklerinin ve de güncellenmemiş ilkelerinin vesayetine girmeden, başarı için bu süreçleri; akıl, deneyim ve bilimsel yöntemlerle, örgüt kültürü ve örgütsel davranış ekseninde yönetmesi gerekmektedir.
Çok eski çağlardan beri; özgür, sorgulayan, demokrat bireylerden oluşmayan toplumlarda ekonominin çarkını ele geçirmek üzere yapılan seçimlerde; çoğunluğu oluşturacak tarzda, kimlik esaslı, ayrıştırıcı, popülist söylem ve politikaların işe yaradığı da bilinen bir gerçektir. Nitekim ilk demokrasi deneylerinde demagogların ortaya çıkışı, Platon’u çok düşündürmüş olacak ki erdemli ve eğitilmiş insanların liyakat esasına göre yöneteceği alternatif bir siyasal toplum tasarısını öne sürmüştür. O’na göre devletin ödevi, insanları erdemli kılarak birlikte mutlu bir şekilde yaşamalarını sağlamaktır. Ancak bu, toplumsal yaşamın, ahlaki bir anlayışa göre düzenlenmesi ile gerçekleşebilir. Bu da ancak bilge, ölçülü ve adaletli yöneticilerle mümkündür. Aslında günümüzde de devletin ekonomiye ve mülkiyete egemen olduğu, ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlarını çözememiş toplumlarda bu durum söz konusudur. Bu genel değerlendirme ışığında 31 Mart seçimleri ne anlama gelmektedir. Beklentiler nelerdir?
Toplumsal sorun alanlarını sosyal sorumluluk anlayışı ile ele almayı görev saydığımdan, bu yazımda; yakın geçmişte “Yerel Yönetim Anlayışında Yeni Yaklaşımlar” konulu yerel ve kamu yöneticileriyle sivil toplum temsilcilerinin, akademisyen ve uzmanların bir arada tartıştığı iki ayrı sempozyum düzenlemiş biri olarak, seçimlere doğru yerel yönetimlerden beklentilere değinmek istiyorum.
Bilindiği gibi 2010 yılından günümüze yerel yönetim anlayışında özellikle mevzuat ve uygulama boyutları ile önemli değişimler yaşandı. Kentsel dönüşüm mevzuatı, Ülkemizde bugün yaşamakta olduğumuz “Büyükşehir modeli, Başkanlık Sistemi” yakın sürecin en önemli uygulamaları oldu. Her birinin birtakım olumlu ya da olumsuz somut sonuçlarını görüyoruz. Özellikle kentsel dönüşüm alanında kentlerimiz adeta yeniden yapılanıyor, adeta yeniden örgütleniyor. Ancak, ne yazık ki faaliyetler bir plan ekseninde gitmiyor. Ülkemizde, Dünya’nın hiçbir bölesinde görülmeyen bir hızla, 40 yılda kent nüfusu üç kat arttı. Kentte yaşayanların oranı %75’lere çok hızlı bir şekilde geldi. Sosyolojik olarak 500 yılda kazanılması gereken kentleşme sürecindeki bu kontrolsüz hız; ne yazık ki gelişmiş ülkelerdeki gibi kültürel birikim ve gelişme fırsatı sunamadı. Üstelik doğal olarak beraberinde gettolaşmayı getirdi.
Gelinen noktada 6 Şubat 2023’te 11 il, yüzlerce ilçe ve köyümüzü kapsayacak şekilde meydana gelen asrın felaketi niteliğindeki depremi ve olası Marmara depremini araçsallaştırarak kentlerimizi yeniden yapılandırıyoruz. Depremzede yurttaşlarımızın normal yaşamlarına kavuşmasını sağlayacak yeniden yapılandırma süreci hem yerinde hem de yeni alanlardaki dönüşüm hamlesiyle olanca hızıyla sistematik olarak ve başarıyla sürdürülmektedir. Bu yörelerdeki yoğun ve çeşitlilik içeren gereksinimlerin boyutu, bazı eksikliklerin makuliyetini sağlamaktadır. Ancak deprem riski altındaki mega kentlerimizde; eski gecekondulaşmanın yerine yenisini, biraz daha modern araçlarla koyuyoruz. Kentin ulaşımını, sosyokültürel yapısını düşünmeden düzenliyoruz. İdari yapısını düşünmüyoruz. Yerel yöneticilerimiz; sanki kaynakları doğru ve etkin kullanarak, yönettikleri kentin sorunlarını çözmüşler de popülist yaklaşımlar sergilemekte, doğdukları yörelere de yatırım yapıyorlar. Göçten dolayı boşaltılmış bu alanlara yeniden yol yaparak, yeniden köyleri ihdas mı edeceğiz? Tekrar buralara göç mü götüreceğiz? Şehirlerde kısa sürede de olsa kazandığımız değerlerin oturmasına fırsat vermeden, gelecek kuşaklara ne aktaracağız? Merak ediyorum, acaba bunlar bizim toplumsal varlıklarımıza, değerlerimize ne tür bir katkı sağlayacak?
Modern bir kentte, yerel yönetimlerdeki kaynak gerektiren en hayati ve öncelikli sorun alanları; kentsel dönüşüm, katılımcılık, sosyal belediyecilik, alt yapı-ulaşım ile kent estetiğidir.
Kentsel dönüşümde maalesef gittikçe sistemsiz ve netameli bir yol izleniyor. Çözülmek istenen nedir? Kentsel dönüşüm yalnızca depremle mi ilgili? Kentler zaten kontrolsüz, plansız büyüme nedeniyle sorun yumağı değil mi? Buralarda düzenleme, mutlaka mülkiyet sorunlarını da dikkate alan planla olmak zorundadır. Türkiye genelinde; rant ekseninden uzak yeni bir modelle, mülkiyet dokusu sağlam, imara aykırılığı olmayan, depreme dayanıklı, kent kimliğini de ifade edecek olan yeni bir yapı modeli oluşturmak zorundayız.
Temel konularımızdan bir diğeri, belki de en önemlisi olan “Ulaştırma”, bütünlük içinde hizmet sunan ve bu bütünlük anlayışıyla yönetilmesi gereken, karayolu, demiryolu, denizyolu ve diğer türlerden oluşan, çok disiplinli, çok taraflı, çok sorunlu yapısı ile karmaşık bir sistemdir. Bu sistemi yöneten bir değil, birçok kamu kurumu var. Örneğin İstanbul’da, ulaştırma ile ilgili, 20’yi aşkın kurum bulunmaktadır. Son dönemlerin belki en çarpıcı konusu; “Ulaştırmanın yetkilisi, sorumlusu kimdir?”, sorusunun yanıtının artık netleşmiş olmasıdır. Artık bu konunun asıl yetkilisinin ve sorumlusunun yerel yönetimler olduğu noktasında tartışılacak yanı kalmamıştır. Ulaştırma ile ilgili temel konulardan bir tanesi de yeni bir keşif değil, bu işin mutlaka bir bütünlük içinde planlara dayalı olarak yürütülmesi ilkesidir. Kentliyi hesaba katmadan, kentliyle bütünleşmeden ve onun katılımını sağamadan yapılacak bir planlama ile ulaşım sorununun çözümü mümkün değildir.
Yerel yönetimler açısından değerli bulduğum bir diğer konu: katılımcılıktır. 1972 yılında toplanan Stockholm Çevre Konferansında; çevre kirleniyorsa devlet, kamu kurumları görevlerini yapmalıdır ilkesi getirilmiştir. 1992’de Rio Toplantısı bize yeni bir bakış açısı getirdi. Artık sorunların çözümünde devletin dışında toplumun içinden oluşturulmuş sivil toplum örgütleri de yer almalıdır anlayışı egemen oldu. Kent meclisleri öncelikle Gündem 21 adıyla uluslararası bir proje ortaya çıktı, Ulusal gündem 21 projelerinin ardından yerel gündem 21 projeleri bizim gündemimize kent meclislerini getirdi. Toplumsal katkının önü böylece açılmış oldu. Kent meclislerinin temel yapısında bir şey üretmek isteyen bireylere bu olanağı sağlamak yatmaktadır. Kimi finansal sıkıntıları olabilir ancak olay yaşanmış ve deneyim birikimi sağlanmıştır. Kamu kuruluşlarımız kent meclislerinden yararlanarak bu birikimi kullanabilirler. Ancak kişilerin siyasal güçlere egemen olma savaşı vardır. Burada iş ekseninden kopabilir. Doğabilecek sorunlar kent meclisleri demokratik örgütlenmesi içinde çözülebilir. Buna göre yerel yönetimlerde yasal ve hukuksal yapının devlet ve büyükşehir yapılanmasının dışında; halkın sesini yansıtabileceği, belediye başkanının halkın sesini kolayca duyabileceği ve onların enerjisinden yararlanabileceği bir oluşuma gidilebilir. Bu oluşumlar zaman ve demokratik deneyimle geliştirilebilir. Bir yörede yaşayan insanımızın, tümünün hizmet kalitesi ve beklentiler yönünden söyleyeceği sözü vardır. Bu sözünü söyleyebileceği ortamları kendilerine verebilmek yararlıdır.
Sosyal belediyecilik kavramı, öne çıkan bir diğer güncel yaklaşımdır. Ancak bu kavram şehrin her yanında aş evleri kurmak gibi bireyleri ataletsizliğe sürükleyen basit bir yaklaşımla tanımlanmamalıdır. Yaşanacak ekonomik darboğazlar bu tür faaliyetleri zorunlu kılsa bile, yurttaşları aç ve açıkta bıraktırmayacak modern modeller, sosyal devlet konseptinin gerekleri içinde çok daha üst seviyede, ulusal bazda devlet ve sivil toplum örgütlerinin katılımı ile oluşturulacak farklı bir organizasyonla gerçekleştirilmelidir. Aslında sosyal belediyecilikte vatandaşa dokunan, anlayan, taleplerini, şikayetlerini alabilen, onlara hizmet sunabilen bir belediyecilik anlayışı gerekiyor. Belediye yönetimlerinin sunduğu yerel yönetim hizmet ve faaliyetlerinde bilgi teknolojilerini kullanmayı ve hizmetleri dijital platforma taşımayı etkileşimli bir pozisyona geçmeyi ifade eden bu kavram; vatandaşı, işletmeyi ve diğer kurumlara sunulacak olan hizmetleri, hızlı ve etkin bir şekilde ve şeffaflıkla; hatta bazı hizmetlerde vatandaş katılımcılığına açık olarak sunabilecek hale getiriyor. Sosyal belediyecilik anlayışı; yurttaşların isteklerini yerel yönetimlere aktarabilmeleri, ırk, dil, din, cinsiyet ayrımı yapmadan en hızlı hizmeti almaları, çözüm sürecinde halkın yanında ve açıklayıcı olabilen bir belediye yaklaşımını, vatandaşın talebi olmasa da ona ulaşıp ihtiyaç durumunu tespit etmeyi, engelli yaşam ve hayata destek olup yaşananların bir parçası olması anlamındadır. . Üstelik, hizmet belediyelerin görevi. Bu iş oy ya da karşılık beklemeksizin gerçekleşmelidir. Belediyeler sadece sorun çözmek için değil, sorunların çıkışını engellemek için de hareket etmelidirler.
Mekansal dönüşümlerin kent estetiğine etkileri de dikkat edilmesi gereken bir yerel yönetim konusudur. Estetik dediğiniz zaman insanoğlunun aklının ermeye başladığından estetik adına gördüğü dağ, deniz, güneş, ay, gök, yıldızlar. İşte estetik budur. Onun dışında insana yapısı estetiği tartışmaya başladığınız zaman değişik kültürlerin etkisi altında bunları mütalaa edersiniz. Ama estetik sözcüğünün nerden çıktığına bakarsak, kimlerin çıkardığına bakarsak, estetiğin kendisine göre çağlar boyunca gelişen bir kurallar zinciri ve anlayışı vardır. Bunların uygulanış biçimi tabi ki gelişen düşünsel anlayışlara göre farklılıklar gösteriyor. Doğaldır ki, estetiğin esasında bir politik yanı vardır. Çarpık kentleşme, gecekondulaşma ve onların halledilmesi gereken konular olarak ortaya çıktığı süreçte; estetik ve soylulaştırma mutlaka öne çıkarılması gereken unsurlardır. Her bir kentin kendine özgü bir kimliği ve bunu ifade eden estetik anlayışının oluşturulması da gerekmektedir. Nasıl ki Selçuklular ya da Osmanlılar; kendi kimliklerinin ve zamanının estetiğini yansıtan eserleri yapmışsa, Cumhuriyet de yöneticileri aracılığıyla, bin yıl sonra da yaşayacak kimlikli, estetik, kalıcı eserlerini üretmek durumundadır.
Yerel yönetim seçimleri sürecinde, özellikle büyük şehirlerde yarışan başkan adaylarının hemen tümü, doğru bir tespitle, karşılaşacakları en önemli sorunun kent içi ulaşım ve trafik olacağının bilincinde olarak, bu yönde projeler sunmaya çalışmışlardır. Esasen, çalakalem hazırlanan bu proje önerilerinin pek çoğunun; ortak akıl, bilim, arazi ve arsa kullanımı ve yönetimi, entegre master plan ve teknik- ekonomik yapılabilirlik ekseninde hazırlanmadığı da bilinen bir gerçektir.
İstanbul başta olmak üzere, hemen tüm kentlerimizde ne yazık ki yerel yönetimlerin belirlediği ulaşım politikası; insanların ulaşımından çok araçların ulaşımı olmuş, dolayısıyla toplu taşıma yerine, bireysel ve otomobile bağımlı sistem benimsenmiştir. Yerleşim yerlerindeki düzensiz yapılaşma, yerüstü ulaşım olanaklarının genişletilmesine fırsat tanımadığı için de trafik yoğunluğu artmış, içinden çıkılmaz hale gelmiştir. İlk yatırım maliyetleri ile birlikte, vizyonsuz, popülist yaklaşım, meskûn mahaldeki yeraltı ulaşım sistemleri inşa etmedeki psikolojik korku gibi nedenlerle metro tipi toplu taşıma araçlarının devreye sokulmamış olması da bu durumun giderek daha da ağırlaşmasına neden olmaktadır. Gelinen bu aşamada, İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere tüm büyük şehirlerimizde işbaşına gelecek yönetimleri bekleyen bu sorunun çözümünün, yerüstü ve yeraltı planlama anlayışı ve toplu taşıma ile mümkün olduğu anlaşılmıştır. Önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi kentlerimizin büyük çoğunluğunun topoğrafik ve jeolojik yapısı çok önemli bir avantajdır. Bu yapı, metro gibi yeraltı raylı ulaşım sistemlerine de tünel ağları ile örülecek lastik tekerlekli ulaşım sistemlerine de çok uygundur. Örneğin daha düz topoğrafik yapıya sahip olan, Londra, New York, Moskova, Paris gibi mega kentlerde metro inşası için ortalama 70-80 metre derinliklere inmek gerekirken, Ülkemizdeki mega kentlerde 30-40 metrelik derinlikler yeterli olmaktadır. Bu durum teknik ve ekonomik yapılabilirlik açısından önemli bir fırsattır. Metro ve tünel derinliklerinin hem yatırım hem de işletme maliyetlerini etkileyen en önemli parametre olduğu dikkate alındığında ne kadar şanslı olduğumuz ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte kentlerimizin düzensiz, sıkışmış yerleşim ve inşaat yapısından kaynaklı arazi ve arsa üretim kısıtlılığı ve yüksek kamulaştırma maliyeti de göz önünde tutulduğunda; yeraltı ulaşım hatları inşa maliyetlerinin, yerüstü ile yaklaşık olacağı da açıktır. Öyle ise karar vericilerin yapacakları kentsel planlamada, yerleşim alanlarındaki yerüstü alanlardan çok 50-60 metre derinliklere kadarki yeraltı olanaklarını kullanmaları kaçınılmazdır. Yeraltı tünel, metro, otopark, kanalizasyon, haberleşme, elektrifikasyon, doğalgaz gibi alt yapı hatlarının bu derinlikler içinde hiçbir noktada aynı düzeyde kesişmeden, tamamen bağımsız bir şekilde organize edilmesi konusu ise hayati önemdedir.
Keza yeraltı yapılarının inşa sürecinde; Ülkemizin ekonomik sosyal ve kültürel yapısına, insan kaynağına, karşılaşılan kaya ve zemin özellikleriyle jeolojik koşullarına uygun, kentlerimizi makine mezarlığına dönüştürmeyen, istihdamı artırıcı yöntemlerin seçilmesi de bir başka önemli, dikkate alınması gereken konudur.
Öte yandan, metro inşaatı, her şeyden önce işçisinden, mühendisine, yüklenicisinden taşeronuna uzmanlık ve özel yeteneklerin gerektiği bir alandır. Özellikle kontrollü patlayıcı mühendisliği ile kazı konusunda, ülkemizdeki modern uygulamalar sonucunda, gerek kentsel dönüşüm eksenli temel kazılarında, gerekse de metro ve tünel kazılarında teknik ve ekonomik açıdan önemli başarılar elde edilmiştir. Bu uygulamalar sonucunda metro inşaatlarının öngörülen zaman dilimlerinde gerçekleştirilerek hizmete sokulması sağlanabilmiştir.
Benzer çalışmalarla, yeni projelerin de düşük ilk yatırım maliyetleri ile hızlı bir şekilde yapılabilir olduğu da açıktır. Bu nedenlerle yerel yöneticilerimizce yeni projelerle ilgili doğru kararların; gecikilmeden, kamu yararı öncelikleri gözetilerek, mühendislik bilim ve teknolojisi ekseninde planlanarak başlatılması zorunludur. Elbette bu metro güzergâhlarının planlamasında, dikkat edilecek en önemli unsur, ulaşım vasıtası olarak diğer ulaşım vasıtalarına büyük ölçüde ihtiyaç duymaması olmalıdır. Bunu sağlamanın yolu da metro ağının çok geniş alana yayılması, istasyonlar arasındaki mesafelerin yürüme mesafesinde olmasıdır.
Sonuç olarak; mega kentlerimize seçilecek yerel yöneticilerimize seslenmek istiyorum. 5 yıl gibi bir süre ile yöneteceğiniz kentlerimizde daha konforlu bir ulaşım ve yaşam için lütfen vizyoner davranın, popülist yaklaşım göstermeyin, elinizi taşın altına koyun, kaynaklarınızı doğru kullanın, kentinizin topoğrafik avantajını kullanın, yeraltında demir ağlar örün. Bu yönde atacağınız adımlarda, konunun uzmanı, akademisyeni, pratisyeni, işçisi başta olmak üzere toplumun her kesimi öz veri ile katkı veremeye hazırdır. Yeter ki sizler bu iradeyi gösterin. Umarım ve dilerim ki sizlerde zaten böyle düşünmektesiniz.
Öte yandan biz seçmenler olarak da kentlerimizin mevcut durumuna gelmesinde en az merkezi ve yerel yönetimler kadar sorumluyuz. Gecekondusundan da ulaşımından da çevre sorunlarından da… Çünkü biz seçmenler geçmişte bir türlü yaşadığımız şehrin hemşerisi olamadık. Çaba da göstermedik. Çünkü biz, Ülkemizin farklı coğrafyalarından kalkarak; taşını, toprağını altın bilerek, bir nevi define arayışı ile son derece yüksek bir hızla kendimizi İstanbul başta olmak üzere mega kentlerde bulduk. İş, aş, barınma gibi insani acil kaygılarımız, yönetenlerin vizyonsuz, rantçı, çıkarcı hevesleriyle örtüştü. Hep birlikte ama az ama çok bu Megapolün kentsel düzensizliğine, ulaşım kaosuna, estetik bozukluğuna, çevresel kirliliğine, sosyal-kültürel erozyonuna katkıda bulunduk. Mademki büyük çoğunluğumuz işimizle, yatırımımızla, çocuğumuzla mega kentli olduk, öyle ise artık geçmişteki hatalarımızdan ders çıkararak, bu kentlerin geleceğini şekillendirmede sorumluluk almak durumundayız. Yani tüm yurtta 31 Mart seçimlerini bir fırsata dönüştürmeliyiz.
Bir Yunan atasözü, “Yaşlı insanlar; gölgesinde asla oturamayacaklarını bildiği ağaçları diktikçe bir toplum yücelir” der. Biz de yaşadığımız kentler için artık bu atasözünün dediğini yapmalıyız. Yani gelecek kuşaklara; ağaçların nasıl dikileceğini, nasıl bakılacağını, nasıl büyüyeceğini göstermeliyiz. Ulaşımdan, alt yapıya, kentsel yenilemeden, ekolojiye, işsizlikten, evsizliğe, beslenmeden sağlığa, yeşil alandan otoparklara kadar pek çok çözüm bekleyen sorunları olan megapollerimizin bu sorunlarının üstesinden gelmek için çok boyutlu bir yaklaşım gerekeceğinin de bilincinde olmalıyız.
Başkan adaylarımızın, güler yüzleriyle, toplumun her kesimi ile iletişim kurmalarıyla, insanlarla kucaklaşmalarıyla güzel bir sinerji yaratmalarını önemsemeliyiz. Elbette sandıktan çıkmaları için bu yönlerini topluma sunmaları da gereklidir. Ancak takdir edersiniz ki yalnızca bu yetenekler, kentlilere konforlu bir yaşam, sürdürülebilir daha iyi bir gelecek hazırlayabilmek için gerekli ancak yeterli olmayacaktır. Bu nedenle, seçime çok az süre kaldığının da farkında olarak, genel siyaset polemik ve popülizminin etkisinden kurtularak kentlerimizin sorunlarına odaklanmalarını da talep etmeliyiz.
Her şeyden önce, afet riski dikkate alınarak kentsel yenileme, metro, tünel, alt yapı, otopark, yeşil alan gibi bütünleşmiş faaliyetler bir plan dahilinde yürütülemez ise beş yıl sonra yaşanamayacak bir kentle karşılaşılması kaçınılmaz olur. Evet tüm bu teknik konular, büyük yatırımlar ve kaynaklar gerektirir. Üstelik de 5 yıllık seçilme süreleri de sistemimizin en zayıf yönü ve tehdididir. Ancak, mutlaka hem planlama hem kaynak hem de zaman kullanımı yönünden ihmal edilemeyecek önceliklere sahip olmalıdır.
Değerli adaylarımız, öyle ise DAHA KONFORLU KENT vizyonu için aşağıda özetlediğimiz başlıca konularda, neyi nasıl, yapacağınızı bilmek istiyoruz. YER, ZAMAN, KAYNAK YÖNÜNDEN BOYUTLANDIRARAK açıklamanızı arzu ediyoruz.
- Afet riski, ekoloji ve kent estetiği bağlamında, kentsel yenileme modeliniz nedir?
- Toplu taşıma başta olmak üzere, trafik akışını kolaylaştıracak, kent içi ulaşım projeleriniz nelerdir?
- Kent ve kentli yararına arsa ve arazi yönetim modeliniz nedir?
- Evsizler, engelliler, göçmenler başta olmak üzere dezavantajlı kentliler için projeleriniz nelerdir?
- Hem öğrenciler hem de işsizler için projeleriniz nelerdir?
- Eğitim, sağlık sorunları, madde bağımlılığı gibi konularda ne tür modeller geliştireceksiniz?
- Sanat, kültür, spor konularındaki projeleriniz nelerdir?
- Yaşlı, engelli dostu kent tasavvurunuz nedir?
- Tarihi, kültürel ve İnançsal mekanlara yönelik modeliniz nedir?
- Çevre, halk sağlığı, gıda güvenliği, tarımsal üretim alanları gibi konularda projeleriniz nelerdir?
- Teknoloji, sanayi ve turizm alanlarındaki senaryonuz nedir?
- Sokak hayvanlarına yönelik projeleriniz nelerdir?
- Gençler, anneler ve çocuklar için projeleriniz nelerdir?
- Çok sayıdaki belediye iştiraklerinin; fonksiyonlarına uygun hizmet üretmelerini sağlamak için ön gördüğünüz yönetim modeliniz nedir?
Bir ricamız da sayın parti liderlerimize olacak. Ülkemizin pek çok ulusal ve uluslararası sorunu olduğu, muhtelif tehditlerin varlığı açıktır. Elbette bunların ortak akıl ve devlet geleneğimizle bertaraf edilmesi de kaçınılmazdır. Bununla birlikte sadece bu aşamada, kentlerimizin gelecek perspektifine yönelik hem partilerinizin hem de adaylarınızın politika ve projelerini görmek istiyoruz. Lütfen bu konuya odaklanın, adaylarınızı özgür bırakın, kişiselleştirmeyin ancak kişilikli kılın. En önemlisi de merkezi yönetim-yerel yönetim yetki ve sorumluluk alanlarını gri alan bırakmayacak şeffaflıkta yeniden tanımlayınız.
Son bir sözümüz de medyamızadır. Ne olur sizde reyting kaygısına düşmeden, hemen her konuda bilgi ve söz sahibi olduğunu varsayan konuşmacılarınızla değil, kentlerimizin sorunlarına çözüm üretebilecek yeni yüzlerle tartışmalara nitelik kazandırın. Adayların; bu yöndeki açıklamalarını öne çıkarmalarına katkıda bulunun ki hem kentlerimiz hem de Ülkemiz kazansın.