Hemen belirtelim ki, yazının başlığı “başörtüsünün ötesi, sonrası” anlamına geliyor. Bu bağlamda modern kelimesinin başındaki “post” önekinin işlevini görmektedir. Yazıya aslında “başörtüsünün ötesi var mı?” şeklinde başlık atmayı da düşündüm. Bu bağlamda yazının konusu; Müslümanların ne kendi bölgelerinde ne de dünya ölçeğinde başörtüsünün ötesine geçen ve insanların ağır sorunlarına değen bir ufuk çizememeleridir.
Başörtüsü Kur’an-ı Kerim’in vücubiyet ifade eden başlıklarından birisidir. Tarihsel süreçte de büyük ölçüde böyle anlaşılmıştır. Fakat Türkiye’de başörtüsü son 50-60 yılda çok büyük bir yoğunlukla siyasal, toplumsal, kültürel bir tartışmanın konusu olmuştur. Doğrusu yakın tarih içindeki bu tartışmayı anlamlı kılan temel zemin Türkiye’nin modernleşmesi ve modernlik çerçevesinde dinin konumuna dairdir. Çünkü inanç, ibadet kadar kamusallık, mahremiyet, haklar, eğitim, sosyallik vb. hayatın çok farklı alanlarını kesen bir içerikle dolu olan başörtüsü tartışması, sadece bir inancın yerine getirilip getirilmemesi değil, modernlik tartışmalarında gerilim üreten dinin kamusal alandaki yerini de sürekli gündemde tutmuştur.
Gerek başörtüsünün kendi ontolojik doğası, gerekse kamusal alanda sürekli gündemde tartışma konusu olmasından mülhem başörtüsünün “sembolik” boyutu çoğu zaman özgül ağırlığını da aşan bir anlam ve önem kazanmıştır. Esasen başörtüsünün kabe gibi, abdest gibi “şeairden” olması anlaşılabilir olmakla birlikte, kamusal görünürlüğün varoluşa öncelendiği oranda ağırlığını da yitirmiştir. Esasen başörtüsünün bir yaşam tarzının, hayat perspektifinin, ahlaki bakışın sembolü olarak içerik kazanması, “sembolik” duruşun doruk noktasını oluştururken, pratikte kamusal görünürlüğe doğru evrilmesi “güç” üzerine dayalı siyasallık ve toplumsallığın işaretleri olarak okunabilir. Halbuki Hz. Adem’den (AS) bu yana tüm peygamberlerin ve özelde Hz. Muhammed’in temel mesajı “gücün değil, hakkın üstün tutulmasıdır.”
Elbette başörtüsünün Türkiye’de son-50-60 yılda geçirdiği bir serencamdan bahsetmek gerekir. Bu süreçte başörtüsünün kamusal alanda varoluşunun öncesinde görünürlüğü bile bir gerilim noktası olarak ortaya çıkmıştır. Bilhassa 1980’lerden itibaren muhafazakar kesimin kızlarının okullaşma sayısında meydana gelen ciddi artış, yönetimlerin farklı gerekçelerle başörtüsüne rezervleriyle karşılaşınca toplumsal düzeyde gerilimler yaşanmaya başlamıştır. Başörtüsüne dair bu kamusal geri çektirme, doğrusu o günden bu yana başörtüsünün kamusal alandaki görünürlüğünü daha da sembolleştirmiştir.
Bugün sosyal medyadan haber ve tartışma programlarına kadar Müslümanlara hakim olan söylem başörtülülerin gerek bürokrasinin farklı makamlarına gerekse özel ve tüzel bir çok ve statüye gelebildikleridir. Başörtüsünün tarihi serencamında yaşanan negatif durumların, bilinçlere yaptığı yığınak bu tür söylemleri belirli düzeyde açığa çıkarabilir. Öte yandan geçmişte yaşanan hak ihlallerine dair “telafi”leri ifade etmesi açısından anlaşılabilir.
Burada iki önemli noktaya değinmeliyiz. Birincisi, bir göreve gelirken atanan kişilerin kadın ya da erkek, başörtülü ya da başörtüsüz olması değil; liyakati ve bilgisi konu edilmelidir. İkincisi, aradan geçen bunca zamandan sonra, Müslümanların hala tüm söylem ve mesailerinin “Nirvana”sını başörtüsünün oluşturması ve insanlığın ağır sorunlarına dair Müslümanların hala aktüel düşünce üretememesi bir sorunsala dönüşmektedir. Bir başka deyişle, Müslümanlar başörtüsüyle birlikte bütün sorunlarının halledildiğini düşünüyor görünmektedirler.
Halbuki Müslümanların mikro ve makro düzeyde İslamlaşmaya ve İslami bir perspektife dair deneyimleri ve ortaya koyduğu tecrübe ve birikimleri, onların hala çok yol alması gerektiğinin işaretlerini vermektedir. Burada hem Müslümanların farklı gelişmeleri değerlendirme durumlarını hem de hangi problemlerin onları beklediğini kısaca analiz etmek isteriz.
Haber bültenlerine göre Taliban sakal kesmeyi yasakladı. Bu ve benzeri yasak ve zorlamalar, bir toplumun ne kadar sosyolojik gerçeklikten uzak olduğunu gösterir. Burada sakalın mecburiyeti bir İslamileşme olarak okunup olumlanmaktan ziyade, homojenleştirme ve tektipleştirme gibi toplumsal doğaya ters bir durum olarak olumsuzlanmasını gerektirmektedir. Özellikle başörtüsünün statüsel göndermelerle konu edinilmesi, aslında Müslümanların yaratılan bir tarihi eşiği zihinlerinde aşamadıklarını göstermektedir.
İkincisi, insanlık postmodern bir küresel kapitalizm içerisinde yaşamaktadır. Bu ise sosyal adalet, gelir dağılımı, tüketim, işsizlik, özgürlük, devlet, kadın, erkek, insan hakları, sömürü, biyopolitika vb. birçok başlığın yeniden düşünülmesini zorunlu kılmaktadır. Maalesef bu gibi konular Arkoun’un tabiriyle “konuşulmayan alan” olup henüz üzerinde düşünülmemiştir. Halbuki İslam’ın evrensel bir din olmasının anlamı, insanlığa dair tüm sorunlara dair kendi zamanını inşa edecek düşünce ve yaklaşımları üretmektir.
Fakat bugün gelinen noktada, tüketime, israfa, mahremiyet ve özgürlük karşıtlığına itirazı sembolleştirmesi gereken başörtüsünün, kapitalizme eklemlenmiş bir kamusallık ve toplumsallığa hayatiyet kazandırması ise sanki pirus zaferi gibi durmaktadır.