Yaşanılan yeni dünyada iki önemli veri şimdiden Türkiye’de dikkat çekmektedir. Birincisi, insan yaşamının tabiat ile ilişkisinde ekonomik dilin matematikten önce geldiği ve onu kurduğudur. 17. yüzyılda evrenin matematiksel bir dile sahip olduğuyla ilgili genel kabulün eksikliği veya ilgili vakıanın Türkçeye vaktiyle eksik aktarılmış olduğu burada ortaya çıkmaktadır. Tabiat ile ilişkide ekonomik dilin öncelikli oluşu, bütün insani ve kurumsal olgu ve kavramların ekonomik dile tercüme edilerek yeniden ifade edilip tartışılmasının insanları çözümcü bir aşamaya eriştirebileceği anlamına gelmektedir. İkinci veri, dünyada gelişmekte olan ekonomilerin “post-kolonyal” nitelemesi veya bağlamı içerisinde tartışılıp değerlendirilmekte olduğudur. Artık gelişmekte olan ekonomilere ilişkin literatür post-kolonyalizmden mülhem ve onun yarattığı terminoloji ve yaklaşımlar ile yol almakta, ortak düşünüme dair havuz post-kolonyal kavramı altında birikmektedir. Türkiye’deki sosyal bilim akademileri ve entelektüel çevreler bu iki veriye ne kadar erken adapte olurlarsa o kadar dünyayla iletişim kurma olanağına erişebileceklerdir.
Bu yazıda iki veriden hareketle günümüz Asya ekonomilerini ve entelektüellerini değerlendiren bazı çalışmaları göz önünde bulundurmak istedim. Rafella Sini’nin Singapore’s Park System Master Planning: A Nation Building Tool to Construct Narratives in Post-colonial Countries (Singapur’un Yeşil Alan Sistemi Master Planlaması: Sömürge Sonrası Ülkelerde Anlatılar İnşa Etmek İçin Bir Ulus Oluşturma Aracı) adlı kitabı 2020 yılı içerisinde yayınlandı ve temel problemi 1959 yılından sonraki Singapur’u, yani küreselleşme dönemindeki bir post-kolonyal merkezi, yeşil alanların Batılı tarzda kentleşmesi üzerinden analiz etmeye çalışmaktır. Yuka Kaneko’nun editörlüğünde 2019 yılında yayınlanmış olan Civil Law Reforms in Post-colonial Asia: Beyond Western Capitalism (Sömürge Sonrası Asya’da Medeni Hukuk Reformları: Batı Kapitalizminin Ötesinde) adlı kitapta, Japonya, Hindistan, Endonezya ve nispeten Çin de dâhil olmak üzere, küreselleşme döneminde Asya ülkelerindeki hukuki reformlar üzerinden post-kolonyal bilinçle ilgili bir analize girişilmektedir. Kadınlar ile ilgili hukuki düzenlemeler de bu reformlar içerisinde etüt edilmektedir. Iman Kumar Mitra, Ranabir Samaddar ve Samita Sen’in editörlüğünde 2017 yılında yayınlanmış olan Accumulation in Post-colonial Capitalism (Post-kolonyal Kapitalizmde Sermaye Birikimi) adlı kitapta, temelde Hindistan kapsamındaki sermaye birikimi örneği üzerinden post-kolonyal ülkelerdeki ekonomik bilinç analizine girişilmektedir. Mark T. Berger ve Heloise Weber’in editörlüğünde 2014 yılında yayınlanmış olan Rethinking the Third World: International Development and World Politics (Üçüncü Dünyayı Yeniden Düşünmek: Uluslararası Kalkınma ve Dünya Siyaseti) adlı kitapta, yine Asya üzerinden sonraki kitapları önceleyen bir analize girişilmektedir ve post-kolonyal düşüncenin ekonomisi saptanırken 1945-1967 yılları arasında Endonezya’nın ilk devlet başkanlığını yapan Achmed Sukarno’nun (Ahmed Şükrani) vizyonuna yer verilmektedir: “Ulusalcılık, Marksizm ve İslâm’ın uzlaştırılmasına dayanan bir proje” (Palgrave Macmillan, s. 54). Bu vizyon tekrar tekrar analiz edilmeye muhtaçtır.
Bu kitapların post-kolonyal düşünce ekonomisi ve entelektüellerin akıl yürütme alışkanlıklarına ilişkin ortak saptamalarından benim anlayabildiğime göre, post-kolonyal entelektüel, metropoliten dilden okur ve post-kolonyal dile kendisine de ekonomik bir yer açarak tercüme eder. Onun analizleri ve öngörüleri, metropolitende yapılan analizlerin her bakımdan gerisindedir ve o, metropolitenlerin birbirlerine karşı yaptıkları eleştirilere yerli kimliği ekleyerek tarihsel bir özdeşleştirmede bulunur ve söylemler böyle yaratılırlar. Post-kolonyal söylemlerin amacı üretken bir ekonomi için çabalamak değildir. Çünkü böyle bir ihtimal ve seçeneğin olduğuna inanmazlar. Post-kolonyalizmin merkezi söylem bayiliği Hindistan’a verilip de Asya bunun uygulama yeri olunca, Arif Dirlik’in Üçüncü Dünya entelektüellerine yönelik eleştirilerinin gerçek hedefini saptamak kolay olmamaktadır ama bazı benzerlikler üzerinden soru üretmek için bize analiz alanı açılmaktadır.
Bu kitaplar ve anmadığım başka kitapları inceledikten sonra benim aklıma ilk olarak Türkiye’deki aydınlar geldi. Acaba dedim, Türkiye kökenli Arif Dirlik’in zihninde, yazdıklarında görülmese bile, post-kolonyal aydınları değerlendirirken Türkiye’den de birileri de var mıydı? Buna henüz bir cevabım yok. Fakat geçmişte kendi yazdıklarımın bazısını ve Türkiye’den en çok faydalandığım düşünürleri yeniden değerlendirebilirim. Aklıma ilk gelenlerden biri de kuşkusuz İsmet Özel oldu, çünkü onun kitapları ve yazılarından faydalandım. Benim için hâlâ çok saygıdeğer bir yazardır. Acaba onun entelektüel kapsamı Fransız kökenli Batı ve özellikle Amerikancılık eleştirilerinin Türkçeleştirilmesi ve kimi zaman İslâmî öznel bilinçle özdeşleştirilmesi miydi? Bu soruyu sormamın nedeni, onun kitap ve yazılarını okuduklarını iddia eden ve genç insanlara önce onu öğrenmelerini öneren bir grup yeni insanın ancak bölüşüm ekonomisini üretebiliyor oluşlarıdır. Bu insanlar bir de yüksek bir saygı bekliyorlar ve kendilerine “düşünür” diyorlar. Eğer gerçekten de metropolitenden almaya ek yaratıcı bir ekonomik süreç yoksa bu durumda post-kolonyal düşünce ekonomisi daima kısır bir döngünün içinde kalmaz mı? Bence İsmet Özel başta olmak üzere sağdan ve soldan şairler ve yazarları saygıyla devam ettirebileceğimiz veya sözgelimi Cemil Meriç’in mirasına sahip çıkabileceğimiz rol, onları tekrarlamak yerine aşabileceğimiz bir düşünce ekonomisine girişmek olabilir. Özellikle metropolitenlerde düşünce mirasına saygı tam olarak bu demektir. Nitekim Antik Yunan’ı tekrarlamak yerine onu büsbütün eleştiren Sir Francis Bacon da The New Organon‘un Birinci Kitabında (71. paragraf) bunu yapmamış mıydı?