Etkili bir eleştirmen olan Anders Sandberg, “güçlendirilmiş insanlık düşüncesi” demek olan transhümanizm ve “insan-merkezciliğin aşılması düşüncesi” demek olan posthümanizm literatürlerinin odağındaki posthuman’ın (gelecek insanı/yeni-insan) sevgiye ihtiyaç duymadığını ve hatta böyle bir gündeminin dahi bulunmadığını dolaylı bir argümanla saptamaktadır. Bu saptamaya göre posthuman, her bir bireyin şahsiyet ve iletişim gereksinimi hesap edilerek hazırlanmış bir kavramsal etüt içermemektedir. Bunun yerine söz konusu olan, biyolojik temelli ve insan sorunundan kaynaklanan acı, anlaşmazlık, kavga, çile ve savaşların geride kaldığı deyim yerindeyse mükemmel bir insanlık düzeni kurmaktır. Burada bireyin “bunu seviyorum ve bunu istiyorum” demesinin bir karşılığı yoktur. Onun yerine neyi seveceği ve neyi isteyeceği zaten önceden ve onun yapabileceğinden daha doğru ayarlanmıştır.[1]
Hıristiyan araştırmacıların özellikle transhümanizm literatürü üzerinden posthuman’a yönelttikleri eleştirilerin ne kadar isabetli olduğunun test edilmesi için transhümanizm ve posthümanizm literatürlerinin önde gelen araştırmacılarının eserlerine müracaat edildiğinde, gerçekten de sevginin ve insanlar arası iletişimin neredeyse hiç işlenmemiş olduğu görülebilmektedir. Kitapların önsözlerinde sevgi sözcüğünü samimi ve kişisel kullanan filozoflar ve araştırmacılar, sıra posthumanın sevgi gereksinimine geldiğinde, neredeyse hiç kişisel kullanmamaktadırlar. Örneğin Nick Bostrom, Max More, Roberto Manzocco, Donna J. Haraway, Rosi Braidotti ve Pramod K. Nayar’a ait eserlerde sevgi ya hiç geçmemektedir, ya iki kişi veya çok kişi arasındaki samimi bir ilgi anlamında kullanılmamaktadır veya bütünüyle mekanik bir tasarım olarak kurgulanmaktadır.[2] Kate Levchuk’a ait aşağıdaki cümleler sözgelimi transhümanizmin posthuman düşüncesindeki amacını betimlemektedir:
“Mevcut dinlerden hiçbiri suların yükselmesi, mercanların beyazlaması, türlerin kitlesel yok oluşu ve ölümcül ateşlere çözüm sağlayamıyor. Bu nedenle insanlığı birleştiren ve yaşamı seven ve Dünya diye adlandırılmış bu güzel yeri korumak isteyen insanlara umut ve anlam veren yeni bir ideolojiyi kucaklamaya ihtiyacımız var.”[3]
Aslında transhümanizm ve özellikle posthümanizm literatürü dine karşı değildir, hatta Yahudi ve Hıristiyan dindarların inanma ve dinsel yaşam haklarını savunmaktadırlar, ama dinlerin dogmalara dayanan ve insanlar arasında hiyerarşi yaratan bazı özelliklerini yanlış bulduklarını ifade etmektedirler. Francesca Ferrando’nun analizine göre, Yahudi ve Hıristiyanlıkta dindar insanlar kendi aralarında bile dünyevi davranmaktadırlar, ama ruhsal bir yönelime sahipmiş gibi ilkelerden söz etmektedirler.[4] Ferrando’nun yorumları, Levchuk’un transhümanizm literatürüne ilişkin görüşünün nispeten bireysel kaldığını, ama bazı gerekçelere sahip bulunduğunu göstermektedir. Her iki yorumda da yine eksik kalmış olan, bir zamanlar Aristoteles’in Platon’un Devlet’inde eksik bulduğu noktadır. Her insan kendine özerk bir alan ister ve ne Ferrando, ne de Levchuk’un bireyin bu gereksinimini görecek durumu yok gibidir. Çünkü birey için iyi olan ile toplum için iyi olan ortaklaşmadıkça doğru bir dünya tasarımlanmış olmayacaktır.[5] Peki, bu bakış açılarına empatik yaklaşılsa, nasıl bir argümana ulaşılabilirdi? Yani sevgisiz ve belki inançsız posthumanın da haklı olduğu varsayılsa, bu haklılık nasıl temellendirilebilirdi?
Covid-19 sürecinde insanların deneyimlerine bakıldığında, onların en çok vakit harcadıkları ve yakından deneyimledikleri içeriğin makinelerle ilişki halinde olmaktan ve genel olarak maddi nitelikli nesnelere maruz kalmaktan ibaret olduğu görülebilmektedir. Daha açık bir deyişle, evlerde bile aile bireylerinin birbirleriyle iletişimlerinden çok cep telefonu, bilgisayar, internet, sosyal medya, televizyon, duvarlar vb. nesnelerle iletişimde bulundukları belirgindir. Sosyal karşılaşma olanakları bütünüyle çevrimiçi süreçlerden; insani samimiyetin paylaşılması bakımından bilişsel süreçler ve ekonomik süreçlerden ibaret kaldığı bir insan-insan ilişkisine alışan insanlar sevgi ve yakın iletişime örneğin dostluk ve kardeşliğe ihtiyaç duyabilirler mi? Ya da duygusal konuşma ihtiyaçlarını bütünüyle bastırmaya zorlanmış ve buna alışmış insanlar Aristoteles’in zoon politikonuna geri dönebilirler mi? Peki, küresel kapitalizmin yeni bir aşaması olan politik kapitalizm insanların biyopolitikasını, yani sosyallik normlarını zoraki değiştirmelerini talep ediyorsa ve sağlık, para ve sosyalliğe erişimi bütünüyle yeni normlara bağlı kılıyorsa, insanlar buna tabiatlarına dayanarak “hayır” diyebilirler mi?
Benim anlayabildiğim kadarıyla Amerikan rüyası, dinler başta olmak üzere tarihsel toplumsallık biçimlerinin birçoğuna kamusal alanda fırsatlar sağlarken bu fırsatların dolayladığı tüm alanları ekonomi ve bireyselliğe bağlamış. Tarihsel veya aktüel sosyallik biçimlerinin yarattığı tahribatlar ile Amerikan rüyasının sonu birleşince de yeni rüyalar olarak transhümanizm ve posthümanizm gibi literatürlerin yeni insanları (posthuman) öncelikle tabiat ve insan temelli sorunların ortadan kaldırıldığı bir sosyal insan projesine yoğunlaşmışlar. Eldeki insan verilerine göre dünyadaki insanların öncelikleri maddi olduğu için bu yoğunlaşma gereksiz ve anlaşılamaz değildir. Fakat bana son yorumumu sorarsanız, bir dostumun bana yaptığı hatırlatmaya dayanarak tabiatın galip geleceğini ve posthumanın mutlaka sevgi ve iletişim ihtiyaçları gözetilerek güncelleneceğini düşündüğümü söyleyebilirim. Öyle görünüyor ki, transhümanizm ve posthümanizme yönelik eleştirilerinde dindar insanlar haklıdırlar ama bu haklılığın anlaşılabilmesi için maddi nitelikli insani ilişki ağlarının insana yaramadığının deneyimlenmiş olması beklenebilir. Bu arada belki sevgi, iletişim ve inancın da kendini güncellemesi gerekebilir. Son söz: İnsan, ekonomi ve teknolojiden büyüktür.
KAYNAKLAR
[1] Anders Sandberg, “Transhumanism and the Meaning of Life”, Religion and Transhumanism: The Unknown Future of Human Enhancement; ed.: Calvin Mercer, Tracy J. Trothen, California, Oxford: Praeger, 2015, s. 16-17, 32-33, 36.
[2] Bkz. Nick Bostrom, “A History of Transhumanist Thought”, Journal of Evolution and Technology ‐ Vol. 14 Issue 1 ‐ April 2005 (reprinted in Academic Writing Across the Disciplines, eds. Michael Rectenwald & Lisa Carl (New York: Pearson Longman, 2011)), s. 1-30; Max More, Natasha Vita-More (ed.), The Transhumanist Reader: Classical and Contemporary Essays on the Science, Technology, and Philosophy of the Human Future, Malden, Oxford: Wiley-Blackwell, 2013; Roberto Manzocco, Transhumanism Engineering the Human Condition: History, Philosophy and Current Status, Cham/Switzerland: Springer, 2019; Donna J. Haraway, When Species Meet, Minneapolis, London: University of Minnesota Press, 2008, s. 95-132; Rosi Braidotti, The Posthuman, Cambridge, Malden: Polity Press, 2013; Pramod K. Nayar, Posthumanism, Cambridge, Malden: Polity Press, 2014.
[3] Kate Levchuk, “How Transhumanism Will Get Us Through the Third Millenium”, The Transhumanism Handbook; ed.: Newton Lee, Cham/Switzerland: Springer, 2019, s. 80: “None of the existing religions is able to provide the answers to the rising waters, bleaching corals, mass extinction of species and deadly fires. Thus we need to embrace a new ideology, which will unite all of the humanity and give the hope and meaning to people who love life and want to preserve this beautiful place called Earth.”
[4] Francesca Ferrando, Philosophical Posthumanism (preface by Rosi Braidotti), London, New York: Bloomsbury Academic, 2019, s. 51, 78, 84.
[5] Aristotle, Politics of Aristotle with Introduction, Marginal Analysis Essays, Notes, and Indices; çev.: B. Jowett, Oxford: The Clarendon Press, 1885, s. 1, I.1-3.