Yazımıza şöyle bir yargı ile başlayalım; sosyoloji modern dönemin, psikoloji postmodern dönemin trend bilimidir. Bu bağlamda sosyolog modern zamanların rahibi iken, psikoloğa postmodern dönemin rahipliği işlevi de yüklenmiştir. Bu yargı, etrafında dolaşması gereken üç probleme gönderme yapmaktadır. Birincisi, dinin gündelik yaşam alanlarından geri çekilmesi. İkincisi, psikolojinin kazandığı yeni işlev. Üçüncüsü, akıl ve Foucault’nun tabiriyle kapatılma.
Din, Leszek Kolakowski’nin tabiriyle eskiden şamil-i mutlak bir kategori idi. Yani insanı kuşatan her şeyle ilintili ve onların üzerine kapsayıcı idi. Fakat modern zamanlara gelindiğinde yavaş yavaş dinin bu kapsayıcılığı sona erdi. Descartes, süjeden başlayarak ve epistemoloji merkezli bir dünya inşa ederken, Kartezyen felsefenin düalist karakteri gereği Tanrı öncelikli dünyada işlevsiz kaldı. Descartes Tanrı’yı kaybetmemekle birlikte, artık onun bu dünya ile ilintisini sınırlandırdı.
Bundan sonraki süreçte ontolojik merkezde insan, epistemolojik kesinliği de sağlayan insanın her alanda ürettiği bilgi oldu. Dinin insan ve dünyaya dair hikayeleri bu süreçte artık geçersizleşirken, insan kendisine ait hikayeyi yeniden yazdı. Ayrıca sekülerleşme sürecinde, çok farklı alanlardaki kesin bilgiyi üretmek üzere yeni bilimler devreye girdi. Bu bağlamda sosyoloji de Comte’un bilimler tasnifinde en ileri düzeye koyduğu bilimdi. Christopher Dawson, Comte’un sosyologları yeni ilerleme dinin rahipleri olarak konumlandırdığını söyler. Nitekim, metafizik spekülasyonlardan uzaklaşmak üzere harekete geçen Comte, “pozitivizmin ilmihali”ni yazarak yeni bir metafizik yaratır.
İkincisi, postmodern durum ontolojik anlamda fakat tüm öznelliğiyle insanı merkeze almaya devam ederken, bedihi bilginin geçerliliğini de bu öznellik sınırlarında bıraktı. Bir başka ifadeyle, artık evrensellik, bilim vb. kategorik iddialardan vazgeçilecek ve insan öznelliği esas olacaktı. Bunun psikolojiyi yeni trend bir bilim haline getirdiği muhakkaktır. İşte tam da bu sebeplerle, giderek gündelik hayattan Tanrı’nın el çektirilmesi ile eşzamanlı olarak psikologlar da yeni durumun rahipleri olarak ek bir işlev kazanmışlardır. Dolayısıyla bugün psikolojinin sadece insan davranışlarını inceleyen bir bilim olmanın ötesinde metafizikleştirilmiş bir işlevi olduğunu söyleyebiliriz.
1970 ve 80’li yıllarda, psikologların halk arasında daha çok akıl hastalıkları bağlamında negatif bir şekilde adlandırıldığını hatırlıyorum. Özellikle 1990 sonrasında, psikolojinin (psikoloji ve psikiyatri arasındaki farkı ihmal ederek bir meseleyi anlatmak üzere yazı boyunca sadece psikoloji ve psikolog tabirlerini kullandım) yeni işlevinin toplumda yerleşmesi için medyanın seferber edildiğini de bilmekteyiz. Nitekim “Çocuklar Duymasın” sitcomu bunun iyi bir örneğidir. Bu durum sadece Türkiye’ye özgü olmayıp, dünya ölçeğinde postmodern durumla koşut gelişmenin bir ürünüdür.
Üçüncüsü, Foucault, modern zamanlar ve sanayileşme ile birlikte “kapatılma” olgusundan bahseder. Ona göre, toplum içinde serbest gezen deliler tımarhaneye, suçlular hapishaneye, işçiler fabrikaya ve çocuklar da okula kapatılmışlardır. Jeremy Bentham’ın panopticon görüşünden mülhem, toplumun artık gözetlendiğini ve cezalandırmak yerine ıslah edilmesi gerektiği fikrinin öne çıktığını belirtir. Panopticon, onun analizlerinde gözetim ve disiplin toplumunun oluşturulması, kapatılmanın büyük düzleme doğru yayılması anlamına gelmektedir.
Bugün dünya ölçeğinde, özelde psikoloji ve psikiyatri ile genelde sosyal bilimlerin sermaye ile ilişkisi ciddi bir tartışma konusudur. Özellikle büyük küresel ülkelerde, ödeneklerini büyük şirketlerin sunduğu araştırmalar yapılmaktadır. Tartışılan noktalardan birisi de, sermayenin “parayı ver hakikati belirle” mantığıyla sosyal bilimler ve özelde psikoloji araştırmalarının yönelimlerini belirlediği şeklindedir. Gerçekten bugün sosyal bilimlerin en önemli bağımsızlık sorunlarından birisi, birtakım yönelimlerin içinde kendisini buluvermesidir.
Bir başka sorun, küresel sistemin sınırları belirlenmiş birtakım kalıplar çerçevesinde insanları belirli davranış ve düşünüş kodlarına sabitlemek istemesidir. Söz gelimi, küresel sistem dünya ölçeğinde bir tüketim kültürü inşa etmiştir. Tüm dünya insanının bu kültür çerçevesinde bir yaşam sürmesini beklemekte, medya gibi propaganda araçlarından buna yönelik zihinler oluşturmaktadır. Bu durum sermayenin, toplumlarda normal-anormal sınırları belirlemesi anlamına gelmektedir. Bu işin psikolojiyi ilgilendiren ayağı, küresel sistemin bu mentalitesinin dışında düşünen ve davranan kişileri “anormal” şeklinde kodlaması ve bir noktadan sonra onları psikolojiye havale etmesidir. Fakat bu dünya sistemi tarafından açıktan bir şiddet ile değil, benim “postmodern aforoz” şeklinde adlandırdığım, Foucault’nun “dışlama pratikleri” dediği yöntemle yapılmaktadır. Foucault bunu şu şekilde ifade eder: “Dışarıda bırakılmak içeri kapatılmakla aynı şeydir.”
Yazıyı bitirirken şu hususu belirtmeliyim: Psikoloji, sosyoloji, antropoloji ile diğer sosyal ve tabii bilimler benim için çok önemlidir. Anlatımlarım genel olarak bilimi dışlamak içeriğini asla taşımaz. Fakat hakikati çarpıtmak için bilimlere müdahale de asla kabul edilemez.