Soğuk savaşın sona ermesinden sonra savaş söylemleri uygulamaları dünyanın gündeminden hiç düşmedi. İnsanlık Komünizm (Sovyetler) tehlikesini gösterip “Tek Kutuplu Dünya’ oluşturmayı hedefleyen Amerika’nın oyununa geldi. Artık hep savaş konuşacak. Artık hep savaş yaşayacak. Artık hep savaş tehdidi altında olacak.
Postmodern savaş yaklaşımının nitelikleri sürekli canlı tutulacak, sınırlandırılmış sürekli savaşlar, toplumların istikrarını bozan eylemler, mekanik devrimler düşük ve orta yoğunluklu çatışmalar. Barış söylemleri canlı tutularak savaşa devam edilecek. Özgürlük mücadeleleri sempatik gösterilerek baskı yöntemleri uygulanacak.
‘Dünya tehdit altındadır’ korkusu yaygınlaştırılarak güvenlik (Dünya jandarması) misyonu üstlenilecek.
Evrensel kültürü oluşturma ütopyası baştacı edilirken, askeri kavramlar bilinç altına yerleştirilecek.
Makineleşmiş insan yetersiz kalırsa, insanlaşmış makineler yaratılacak. Savaş alanı medya gücüyle evden uzaya kadar yaygınlaştırılacak.
Politika, askerleşmiş bilim insanlarının sürekli desteğine ihtiyaç duyacak.
Kitle imha silahlarının soykırım eylemleri olağan sayılacak.
Askerlerin artık çok boyutlu savaşta tümüyle üniformalı olmaları gerekmeyecek. Savaşlarda cinsiyet değerini kaybedecek.
Doğanın karşılaşacağı tehlikeler savaşanlardan daha yoğun olacak.
Postmodern savaşın koordinatörü durumunda olan ABD, enformasyon toplamayı ve anahtar kavramları düşük yoğunluklu savaş bağlamında tanımlamayı kurumsallaştıracak.
Bütün bunları, okuduğum bir kitaptan sonra düşündüm.
Chris Hables GRAY’in ‘Postmodern Savaş Yeni Çatışma Politikası’ kitabını okuyunca, Dünyayı bu anlayışla yönetmeye kalkan ABD’nin, bir de demokrasi anlayışının altını çizmekte yarar gördüm.
‘Amerikalılar olarak biz demokrasiyi en iyi yönetim biçimi olarak alıyoruz ama demokrasi her zaman en etkili yönetim biçimi değildir.
Bir demokraside içkin olan ağır karar alma ve konsesus oluşturma süreçleri kritik hale gelmeden önce tehlikelere karşılık vermeyi imkansız hale getirecek kadar ağır işleyebilir. Bu tehditler belirsiz ve mühhem olduğunda özellikle doğrudur.
Siyasal katılımdaki muazzam artış, eğer hükümet çatışan talepler arasında sıkışmışsa gerçekte istikrarsızlığı arttırabilir. Demokrasi, çözümü için yeterli kurumlar olmaksızın, toplumda çatışmanın boyutlarını arttırabilir; özellikle Üçüncü Dünya ülkelerinin karşılaştığı içinden çıkılmaz sorunlar düşünüldüğünde bu daha da doğrudur.’
Anlaşılan postmodern savaşın aktörleri demokrasiyi bir araç olarak kullanıyor.