Tıp eğitiminin, her dönemde en uzun, en yorucu ve en zor meslek eğitimi olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Bu özelliklerinin yanı sıra tıp, teorik bilgi ve pratik beceri açısından kullandığı bilgi ve beceriyi en sık yenileyen uğraşı alanıdır. Zaten, değişimi ve yenilenmeyi dile getiren yılan motifi bu nedenle asırlarca mesleği betimleyen motif olarak kullanılmaktadır.
Bilimsel bilginin ve becerinin zaman içerisinde baş döndürücü bir şekilde artışı bireyler arasında fonksiyonel (işlevsel) farklılaşmayı kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu fonksiyonel farklılaşma çeşitli mesleklerin doğuşuna neden olmuştur. Nitekim, bu farklılaşma sonucu, tıp etkinlik alanında da, tıp tarihinin ilk dönemlerinde görülen hekimin aynı zamanda eczacı, kimyacı, vezir, mimar, filozof olması dönemi kapanmıştır. Hekim diğer meslek tiplerinden bağımsız hale geldiği gibi hekimin yanı sıra hemşire, ebe, sağlık memuru gibi sağlık personeli tanımları yapılmıştır.
Bu fonksiyonel farklılaşma, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaşanan gelişmelerle, çağdaş bilgi toplumunda uzmanlık alanlarının daha da özele inmesi şeklinde devam etmektedir. Nitekim, genel cerrahi, genel dahiliye ve genel pediatri çok sayıda alt uzmanlık alanlarına ayrılmıştır.
Bu ayrışmanın tıp etkinlik alanına yararları olmuştur. Mesela, hekimlerin daha detaylı bilgi ve beceriye ulaşmasını sağlayarak hastaların daha nitelikli sağlık hizmeti alabilmelerine olanak vermektedir. Alan ayrışması, ayrıca bir uzman hekimin diğer alanlara ihtiyacını artırarak tıp uygulamasında danışma (konsültasyon) sisteminin de aktif şekilde kullanılmasına yardımcı olarak “ekip ruhunu” artıracaktır.
Bu genel değerlendirme altında tıbbın en önemli uygulama alanlarından Adli Tıp’a baktığımızda ülkemizde çok önemli sorunların yaşandığını görmekteyiz.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun adli ölü muayenesi ve adli otopsi ile ilgili 86. ve 87. maddelerine baktığımızda, çağdaş bilgi toplumunda çok önemli olan, uzman görüşü alınması ile ilgili hususun göz ardı edildiği görülmektedir.
86. maddede adli ölü muayenesinin bir hekim tarafından yapılabileceği belirtilirken, 87. maddede ise otopsinin, biri adli tıp, diğeri patoloji uzmanı veya diğer dallardan birisinin mensubu veya biri pratisyen iki hekim tarafından yapılacağı belirtildikten sonra, zorunluluk bulunduğunda bir hekim tarafından da yapılabileceği belirtilmektedir. Kanun maddelerinin yorumundan bu işlemlerin pratisyen hekim başta olmak üzere herhangi bir uzman hekim tarafından da yapılabileceği anlaşılmaktadır. Uygulamaya bakıldığında ise adli ölü muayenesi ve adli otopsi işlemlerinin yerine getirilmesi görevini pratisyen hekim üstlenmiştir.
Oysa ki tıbbi bir görevin üstlenilmesi, hatta bizzat yapılması önemli değildir. Tıbbi bir görevin kaliteli bir şekilde bilimsel verilere uygun olarak yapılması önemlidir. Hele bu tıbbi görevin yerine getirilmesi hukuki sonuçlar doğuruyorsa, hukukun nihai amacı olan adaletin yerine getirilmesi adına yapılıyorsa bu işlemlerin kaliteli bir şekilde yerine getiriliyor olması gerekir.
Bir gazetede de yer alan bir haberde otopsi işlemi için çağrılan ancak tıp eğitimi süresince “Adli Tıp” eğitimi almadığını ve “otopsi” işlemini bırakın yapmayı görmediğini dile getiren bir hekimin bu işten imtina etmesi, tıp eğitimi, tıp etiği ve yasal düzenlemeler açısından iyi sorgulanmalıdır. Cumhuriyetimizin kurucusu, eşsiz insan Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının 23 Nisan 1920’de kurduğu ilk Meclis’in ilk hükümetinin çıkardığı 38 sayılı kanun, halen yürürlükte olan Tababet-i Adliye Kanunu’dur. O zaman ülkemizdeki hekimlerin sayısı 300 bile değildir. Ve ayrıca uzmanlaşma oranı düşüktür. Bu nedenle adli hekimlik görevi günün şartları içerisinde mevcut hekimlerle en iyi şekilde yürütülmek istenmiştir.
83. yılını kutladığımız Cumhuriyetimizin kazanımları içerisinde bugün Türkiye’de hekim sayısı 105 bin civarındadır. Ancak ne yazık ki adli tıp uzmanı sayısını yeter hale getiremedik. Bu gün, büyük çoğunluğu beş büyük ilimizde yer alan, 400 civarında adli tıp uzmanı ile, 804 bin 578 km2 alana ve yaklaşık 70 milyon nüfusa sahip büyük bir ülkeye adli hekimlik hizmeti götürebilmenin sancıları çekilmektedir. Tıp fakültelerinde öğrencilerimize çok etkili eğitimsel bir tanıtım yapılmamasının yanı sıra başta ekonomik kaygılarla adli tıp uzmanlığı tıp fakültesi mezunlarınca fazla tercih edilmemektedir.
Adli tıp uzmanı sayımızın yeterli olmaması nedeni ile adli hekimlik görevi, yasal düzenlemelerin ışığında başta pratisyen hekim olmak üzere adli tıp uzmanı haricindeki diğer uzmanlarla da yerine getirilmektedir. Oysaki “Adli Tıp” özellikle “İnsan Hakları” kavramının yükselen bir değer halinde 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra uluslararası ve ulusal hukuki metinlere geçmesi ile önem kazanmış, tıp alanındaki bilimsel ve teknolojik gelişmelere paralel olarak büyük atılım göstermiştir. Adli tıp uygulamaları içerisinde uzmanlaşmanın zirveye çıktığı üst düzeyde teorik bilgi ve beceri gerektiren ölü muayenesi ve otopsi işleminin adli tıp uzmanı olmayan hekimlerce yerine getirilmesi başta hukuki yanılgılara sebep verebilmektedir. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye ile ilgili verdiği bazı kararlarını ölü muayenesi ve otopsi işleminin adli tıp uzmanınca yapılmamasına dayandırmıştır.
Ayrıca, yapılan bilimsel çalışmalarda pratisyen hekimler, en çok otopsi işlemine çağrılmaktan korktuklarını, otopsi başta olmak üzere en çok adli tıp ile ilgili bilgi ve becerilerinde eksiklik gördüklerini dile getirmişlerdir. Ve ne yazık ki, bilgi ve beceri eksikliği bazı bilimsel çalışmalarla da ortaya konmuştur. Durum böyle iken, tüm insan haklarının ön şartı niteliğinde olan yaşam hakkını ilgilendiren ve sonucunda hazırlanan raporla yüce yargıya çok önemli görüş sunan ölü muayenesi ve otopsi işleminin “Pratisyen hekim” tarafından yapılması kabul edilemez. Bu nedenle, adli ölü muayenesi ve otopsi işleminin adli tıp uzmanı hekimlerce, çağdaş bilimsel ortamlarda uygun teknolojik olanaklar içerisinde icra edilebilmesi için, en kısa sürede gerekli yasal düzenlemelerin yapılması ve idari önlemlerin alınması gerekmektedir.
Unutulmamalıdır ki, bilimsel ve teknolojik gelişimin ve değişimin bundan sonra da aynı hızla devam edeceği dünyamızda ve ülkemizde, nitelikli sağlık hizmetinden (adli hekimlik hizmetleri dahil olmak üzere) yararlanmak isteyen her bireyin uzman tıp adamı görüşünü talep etme hakkı vardır. Bu hakkın birey tarafından talep edilmesi ise sosyal hukuk devleti için bir görev niteliğindedir.