TRT 1 de, Pelin Çift’in sunduğu Gündem Ötesi programını seyrediyorum; konuk Mim Kemal Öke, nasıl derviş olduğunu anlatıyor. Sema döndüğünü, zikir çektiğini, bu hali nasıl kalbinde, ruhunda ve gönlünde hissettiğini anlatıyor. Kimdir Mim Kemal Öke?
Türkiye’nin en genç yaşta profesör olmuş akademisyeni; bir zamanların tek kanal olan ve herkesin çıkamadığı sihirli kutu televizyonun aranan programcısı ve konuğu; Birleşmiş Milletler örgütünde danışmanlık, başbakan danışmanı; düşündüklerini yazıya dökmüş, kitapları olan biri. Sonuç olarak entelektüel, okumuş yazmış bir adam. Okumuş yazmış adamların derviş olmalarında ayrı bir mesaj vardır.
Ben de Mim Kemal Öke gibi bir akademisyenim. Akademisyenlik içinde pozitivizm barındırır. Anlattıkların, öğrettiklerin ve yazdıklarının kanıta dayılı olması gerekir. Sufilik ve dervişlik kanıta dayanmaktan ziyade gönüle dayanır. Bu nedenle Mim Kemal Öke’yi dinlerken, bir akademisyenden sadr edilen ruh ve düşünce dünyası, kimileri için, absürt diye tanımlanabilecek anlamalar ortaya çıkarabilir.
Neticede Mim Kemal Öke bir dervişin yolculuğunu anlatıyor. Bu yolculuğu ancak bu yolculuğa ihtiyacı olan anlar. Yoksa günlük meşgalelerin içinde boğulmuş olanlarımız için anlattıkları ve yaşadıkları ayakları yere basmayan şeyler.
Kimin dervişin yolculuğuna ihtiyacı olur ki. Herhalde dünyadan elini eteğini çekip ahiretine yatırım yapma konusunda samimi olanlar. Elbette ki bunun için derviş olmak gerekmiyor ama dervişliğin ilaveten diğer insanlara da ışık olmak gibi bir misyonu oluyor. Burada kastımızın ve kapsamımızın hem dünyalığını, hem ahiretini kazanmak için bir tarikata girenler olmadığını özellikle belirteyim.
Dinlerken bundan yaklaşık 40 yıl kadar öncesine gittim. Cerrahpaşa Tıp fakültesinde öğrenciyim; hem dilimi geliştirmek hem de sosyalleşmek bakımından Laleli’de bir hotelde akşamları resepsiyon olarak çalışıyorum. O yıllar yabancı dil bilen az olduğundan, turizm sektörü benim gibilerden faydalanıyor. Arada bir müşteriler ile tanış, konuş bir sohbet ortamı oluyor ki, bu zaten benim aradığım. Bunlardan biri olan Renata eşliğinde konuyu dervişliğe ve sufiliğe bir başka açıdan bağlayacağım.
Renata, bir gezi grubu ile Anadolu’yu geziyor. Konya’da dönen dervişlere ve sufilere hayran kalıyor. Artık önceden bir fikri var mıydı bilemem ama bu konuya merak salıyor. Bana dervişliğin felsefesini, yani bana benden olanı anlatıyor. Şaşırmadım desem yalan olur. İçinde yaşadığımız toplumun değerlerine uzak olmak ve onun değerini bir yabancıdan dinlemek. Elbette ki dervişlikle ilgili bilgi sahibiydim, uzaklıktan kastım gönülde ettiği yer ile ilgili.
Neyse turun İstanbul ayağı da bitti, Renata memleketi Avusturya’ya döndü. Ondan bir yıl kadar sonra beni aradı, İstanbul’a gelmiş. Çalıştığı inşaat şirketinin İstanbul’daki ofisinde bir pozisyon açılmış ve bu pozisyona talip olmuş. Konuşur görüşür olduk. İstanbul talebinin arkasında Konya’da gördüğü dervişler ve sufilik olduğunu, kendisinin de bu yolun yolcusu olmak gibi bir niyeti ve gayreti olacağını söyledi.
Fırsatını bulunca tekrar Konya’ya gitti. Büyük bir hayal kırıklığı ile geri döndü. Hayal kırıklığının sebebini tek bir cümle ile anlattı; “orada dönen dervişler maaşlı profesyonellermiş”. Yani bu işi evlerine rızık götürmek için yapıyorlardı. Bu tepki ve bu tespit hayatımda aldığım en net ve benimle birlikte taşınacak en anlamlı mesaj olmuştur. Bazen dışarıdan mı bakmak gerekiyor? bu hali neden biz göremedik diye hayıflandım. O gün bu gündür düşünürüm neden şöyle olamadı;
Dervişlik ve sufilik bu toprakların mayasında var. İnsanın, hayatın akışı içinde rızık kaygısı ile savrulduğu zamanlar olsa bile eninde sonunda dinginliğe meylediyor. İşte o andan itibaren bu toprakların mayasında olana yöneliyor. Bunun herkes için geçerli olmadığını biliyorum ama istersek Mevlana’nın dergahında barınacak, sema ve zikr çekecek bir grup dervişi bir araya getirebiliriz. Ununu elemiş eleğini asmış, dervişliği gönlünden geçtiği ve kalbi istediği için yapan bir grup insan düşünün. Ne maaş, ne mevki, sadece kendi içinde yolculuk yapmak isteyen bir grup insan. Sıkı giriş ve idame kuralları olan bir dergah. Okumuş yazmış, görmüş geçirmiş adamlar olsun mesela. Mim Kemal Öke gibi…
Ya da biz biliyoruz ki, bu toplumda bazı insanlar, yalan söyleyemediklerinden, merhamet duyguları çok yüksek olduğundan ince düşünüp ince yaşadıklarından toplumsal yaşantının haksız rekabetine maruz kalıp herhangi bir işte dikiş tutturamıyorlar. Bu kişilerin de kendi içlerine olan yolculuğu erken başlayabiliyor.
İstenirse organize olunabilir, ne diyeyim…