Tarihsel açıdan psikiyatrik hastalıkların bazı zaman ve coğrafyalarda “şeytan işi” kabul edilip lanetlenmesini (örneğin; Orta Çağ Avrupası) bir kenara koyacak olursak, psikiyatrik hastalıklar genel olarak “tıbbi model” içinde ele alınıp tedavi edilmişlerdir. Oyle ki daha çok geleneksel kültürlerdeki iyileştirme çalışmalarını ele alan Ari Kiev’in “Sihir, İnanç ve İyileşme” başlıklı onemli kitabının bir bölümünü yazan Afrikalı bir yazar o günkü (1964!) Afrika geleneksel tıbba dayalı iyileştirme tekniklerinin önemli oranda bitkisel, ama biyolojik ve farmakolojik pratikleri içerdiğini ve köylerde “geleneksel psikiyatri yataklı servisleri” olduğunu Dünya Sağlık Örgütünün yeni psikiyatrik modellere göre hastane ve servislerin açılması esnasında bu geleneksel şifa kurumlarının hızlıca kapatılmasının o ülkede (galiba Nijerya olacak) hastaları sahipsiz ve tedavisiz bırakabileceğine işaret etmekteydi (1). Yani bugün için de halen gelişmişlik parametreleri açısından gerilerden gelen Afrika’da dahi ruhsal hastalıkların doğasına yaklaşımda “biyolojik” bakış açısı dışlanmış değildi.
Ruh sağlığı ve hastalıkları alanında hekimlerin görüşleri Freud’dan sonra önemli oranda psikolojik determinizme (yani ruhsal hastalık ve durumların yine ruhsal nedenleri olduğunu düşünme) kaymış olsa da organizmamızın ruhsal hastalıkların oluşması sürecinin “tam ortası”nda yer aldığı artık çok geniş bir mutabakatla kabul edilmektedir; yani beden psikiyatrik hastalıkların gerçekleştiği ana mekândır. Ve beyin bedende psikiyatrik hastalığın hem etkenlerini hem de sonuçlarını (en çok) içeren bir dizi parametrenin hem mutfağı hem de vitrinidir.
Yıllar önce asistanken Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde Uzm. Dr. Erdoğan Özmen’in bir eğitim toplantısında nasıl bir heyecan ve iddia ile “Şizofreni bir beyin hastalığıdır” anlamına gelen bir konuşma yaptığını hatırlıyorum. Biz de hepi topu 15 sene önce bu konuşmayı dehşet içinde izlemiştik. Yine bir gün rahmetli hocamız Oğuz Arkonaç o günlerde Başasistan olan Prof. Dr. Peykan Gökalp’i (dinamik psikiyatriye olan ilgisi bilinmekteydi) çağırıp kendine obsesif kompulsif bozuklukla ilgili olarak beyinde yapısal bir değişiklik saptamış bulunan bir çalışmayı nasıl gururla göstererek “psikolojik determinizmin kalesine bir gol” olarak kayda geçirmek istediğine şahit olmuştuk…
Hiç şüphesiz ruhsal süreçler ve yaşam olayları yaşamın ilk anlarından itibaren genel olarak gelişmemizi ve hastalıkların oluşumunu etkilemekte veya sürece bir oranda katılmaktadır. Yani hastalıkların önemli psikolojik neden ve sonuçları vardır. Ne var ki her şey bundan ibaret değildir. Nihayetinde organizma bir dizi psikolojik, toplumsal, biyolojik etkilerin toplamı sonucunda hastalanmaktadır. Nitekim iyileşme süreçleri de bu yolların hemen tümünün devreye sokulmasıyla olmaktadır.
1950’lerden sonra ilk psikiyatrik ilaçların keşfiyle (Lityum, Klorpromazin vs.) başlayan ve hemen sonra ivmelenen “Büyük Biyolojik Devrim” (böyle bir isimlendirme yok ama ben kullanmış olayım!) 1. ve daha sonra 2. kuşak antipsikotiklerin keşfi ve antidepresanlar alanında bir dizi önemli buluşun ortaya çıkması ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanlarının (“psikiyatrist”) ellerini çok güçlendirdi. Bu dönemden sonra hastalar ciddi bir biçimde iyileşmeler gösterdiler.
Hocamız; Doç. Dr. Oğuz Arkonaç psikiyatri ihtisas eğitimini 1959-1962 yılları arasında Washington Üniversitesi Psikiyatri bölümünde S. Louis MO Renard Hospital da yapmıştı. Oradaki anılarını bizimle zaman zaman paylaşırdı. Dönemin “Büyük Biyolojik Devrimi”nin dikkate değer hocaları Samuel Guze ve Joseph Winokur’dan bahisle eski ilaçların keşfi öncesi dönemi anlatırlarken; “İlaçlar yoktu, hastalarımız depresyona girer ağlarlardı, bizim de yapacak bir şeyimiz olmazdı… Çok üzülür, biz de ağlardık derlerdi” diye aktardığını hatırlıyorum. Şüphesiz psikiyatrideki biyolojik tedaviler modern zamanlarda keşfedilmiş ilaçlardan ibaret değil: Elektro Konvulzif Tedavi (EKT), yahut şok tedavisi 1930’larda keşfedilmiş ve daha sonraları kullanılmaya başlanmış bir diğer önemli yöntemidir. Sonuçta özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısı psikiyatrinin ufuklarının genişlediği, bu dalın daha fazla tıbbi modelin içine yerleştiği ve mesleğin itibar kazandığı ve hastalarını “daha çok” iyileştirdiği bir döneme işaret ediyor. Akıl hastalıkları (psikoz, şizofreni) dâhil hastalarımızın önemli oranda işlevselliklerini kazandıklarını görüyoruz. Yine henüz hiç tedavi edilmemiş hastalara ulaşmanın onların hayatını önemli oranda değiştirebildiğine şahit oluyoruz. “Ruhsal hastalıkları olanların iyileşemeyeceği” efsanesi uzunca bir süredir derin darbeler almakta…
İlaçlar ve biyolojik alandaki tüm bu devasa ilerlemelerin yanında bugün geldiğimiz yeni noktada hastaların psikososyal yöntemler ile de hastalıktan korunması, hastalandıktan sonra tedaviye ulaşması, sonrasında ise tedavi uyumunu artıracak çalışmalara girmek konusu kendisini yeniden hissettirmektedir. Şimdi, ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı (“psikiyatrist”) tedavi ekibinin başı ve koordinatörü olarak, hemşire, psikolog, sosyal çalışmacı vs. meslek gruplarından oluşan takımın da verimli çalışmasını sağlayabilecek kritik bir role hazırlanmaktadır.
Biraz daha açalım; biyolojik, psikolojik ve sosyal bir varlık olan insanın ruhsal hastalıklarının tedavisinde bu üç boyut da önemli rollere haizdir. Fakat hastalık süreci nereden başlarsa başlasın nihai tahribatını beyin dokusu üzerinde yapmaktadır. İşte bunun için olan biten şey esasen veya sonuç olarak “tıbbi”dir. Ve aynı nedenle ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı beyni korumak ve hastasının tedavisini yapmak ve iyilik halini sürdürülmesi konularının tamamında rol sahibidir. Yani hastalığın farmakolojik ve fiziksel tedavi boyutlarında ana rol sahibidir. Burada hemşireliğin sağladığı destekten istifade eder. Diğer yandan psikolojik alanda psikolog desteğinden istifade eder. Toplumsal alanda ise sosyal çalışmacıdan istifade eder. Fakat bu mesleklerin oluşmadığı, oturmadığı hemen her ortamda ise bu rolleri bir dereceye kadar kendisi üstlenir. Bununla birlikte zannediyorum günümüzde bu rolün bir kısmını diğer mesleklerden de oluşan bir takımla paylaşması, daha çok bu takımın ekseni, mihveri konumuna doğru geçmesi gerekmektedir.
Kaynak:
1-Magic, Faith and Healing. Studies in Primitive Psychiatry Today: Edited by Ari Kiev, M.D. New York: The Free Press of Glencoe, 1964).