Müzenin içinde ilerledikçe birbirinden değerli sanat eserlerinin baş döndürücü güzellikleri içerisinde, kalabalıkların bakışları hem duvarlardaki tablolarda hem tavandaki fresklerdeyken, Michelangelo’nun eserlerinin olduğu yerin arasından hızlıca geçip yıllarca merak ettiğim, aslında felsefe biliminin sembollerinden biri haline gelmiş olan eserin arayışındaydım. Sıradan bir kapının hemen sağında duvarda yazılı olan Raffaello’nun eserleri yazısını görmemle yoğun kalabalığın kapının bulunduğu duvara baktığını fark etmem bir oldu. Yıllarca ortalama bir yağlı boya tablo olarak düşündüğüm eser aslında devasa bir freskten oluşan sanatsal başyapıttı: Raffaello’nun Atina Okulu. Eserin ünü içerdiği felsefi mesajdan kaynaklanmaktaydı. Sanatçı eserinde düşüncenin altın çağı olduğu varsayılan antik Yunan Devrini tasvir ederek Orta Çağ Avrupa’sına sorgulayıcı bir düşünce sistemini yeniden tanıtmayı amaçlamıştı. Başka bir deyişle içerisinde bulunduğu 16. yüzyılın körelmiş düşüncesinin ana sebeplerini sorgulatmaktı ve kavramlar arasındaki farklılıklara dikkat çekmekti. Eserde o dönemde var olan bilimsel, felsefi akımlar ve dinlere de gönderme yapılmıştır. Bunlar arasında eserin tam ortasında bulunan matematik, geometri, astroloji gibi bilimsel alanlara vurgu yapan Aristo’nun elinin aşağıya; düşünce ve idealara vurgu yapan Platonun elinin yukarıya çevrilmiş olması yeryüzünde maddi olandan gökyüzünde manevi olana buradan ise sonsuzluğa gidilmesini anlatmaya çalışmaktadır. Yazıda bunları vurgulamamın sebebi bu düşünce modelinin sonucu nu sorgulamak değil bu düşünce modelinin ortaya atılma sebebidir. Toplumu yönlendiren ana kavramların birbirleriyle olan ilişkisinin ve kıyaslanmasının bir kenara bırakılarak bilimsel dünyanın desteklenmesi ve maneviyatın ise başka bir kavram olarak değerlendirilebilme yeteneğinin 5 yüzyıl önce bir sanatçı tarafından gösterilme başarısıdır. Sorgulayıcı bu düşünce tarzı yeni bir bilimsel aydınlanma yöntemi olan Rönesans sanatçılarının ilk kıvılcımlarından biri olmuştur.
Eserin dijital ortamlarda sergilenmesi ile eserde bulunan karakterlerin bir kısmının kimler olduğunu bilmekteydim. Buna rağmen eseri yakından görmekle Aristo, Sokrates, Eflatun, Leonardo da Vinci’nin, Michalengo’nun ve Raffaeollu’nun yüzlerinin farklı karakterlere büründürülmüş haliyle eser üzerinde tasvir edildiğini öğrendim. Dikkatimi çeken nokta ise eserin yapılmasını isteyen iradenin taşıdığı kimliğe rağmen sanatçının ortaya koymuş olduğu eserdeki bilime karşı duyduğu saygının esere yansımasıydı. Çünkü eserinde o dönemin İslami figürlerinin kıyafetiyle gösterilen 2 kişi bulunmaktaydı. Salonda olan görevliye sorduğumda eserde önde olanın o dönemin ünlü hekimi Averroes (İbn Rüşd) olduğunu belirtti. Peki İbn Rüşd’ün farklı bir yoldan inanca giden ortamdaki tabloda belirtilmesinin sebebi nedir? Burada Raffaello, kendisinden birkaç yüzyıl önce yaşamış olan İbn Rüşd’ün başlatmış olduğu akımı görmezden gelemezdi. Çünkü İbn Rüşd bilimsel bir gerçeğin güçlü bir savunucusuydu. İbn Rüşd’ün eserde yer almasının sebebi hekimlik sıfatından daha öne çıkan Endülüste Aristocu düşünce akımını yaygınlaştırması ve yazmış olduğu eserlerin Avrupa’ya tekrar Aristocu düşünceyi tanıtması ve böylece Avrupa’daki düşünce sistemine pozitif etki yapan bir bilim adamı ve düşünür olmasıydı. İbn Rüşd akımının o dönemde Avrupa’da Paris Saorbon Üniversitesi’nde yayılması siyasette etkisi olan Kilise tarafından hoş karşılanmamıştı, bu olay tarihin sayfalarında Aristocu düşünceyi savunan Hristiyan akademisyenlerin çeşitli üniversitelere dağıtılması olarak yer almaktadır. Bu dağıtılma istenilen hedefinin aksine Aristocu düşünce akımının Avrupa’nın çeşitli yerlerine daha hızlı yayılmasını sağlamıştır. Fakat burada dikkat çekilecek nokta yeni bir gelişmeyi savunan akademisyenlerin dağıtılma yöntemi ile akademik ilerlemenin engellenmeye çalışılmasıdır. Bunun asıl sebebi İbn Rüşd düşünce akımı olarak bilinen o dönemde topluma gösterilmek istenen İslam ve Hristiyan çatışması değildi. Din ve bilim arasında olan çatışma da değildi. Asıl çatışma toplumun yönlendirilmesinin zorlaştırıcı bir etken haline dönüştüren bilimin o dönemin siyasi iradesi karşısında güç kazanmasıydı. Perdenin arka tarafında bilim ve siyaset çatışmasının bir örneği teşkil edilmekteydi. Orta Çağ Avrupası’nda toplum kendilerine has öğretilmiş kaderci ve teslimiyetçi yapıdan daha çok araştırmacı, mücadeleci, sorgulayıcı ve aydınlanan bir topluma dönüşüyordu. O dönemde Endülüs medeniyetini bulunduğu coğrafi komşularına göre daha ileriye taşıyan birçok düşünceden biride Aristocu düşüncenin pozitif bilimlere yapmış olduğu etkidir. Hekim ve felsefeci olan İbn Rüşd Aristocu düşünme tarzını kendi toplumuna ve kültürüne yayma cesaretini göstermiştir. Raffaello’da onu resmederek aynı davranışı göstermiş ve eseri bilime verilen saygının ve önemin bir göstergesi olmuştur. Çünkü başka bir dinden insanı kendi dininin sembolü olduğu yerde tasvir etme cesareti göstermiştir. Burada Raffaello bilime duyduğu saygıyı, bilim insanlarının inanç ve milletinin ne olduğunun önemli olmadığı bilime yapmış olduğu etki değerinin önemli olduğunu vurgulamaktadır aslında. Günümüzde de farklı inanışlardaki toplumların da bilimsel teknolojik gelişmeye büyük katkı sağlamış olduğu Raffaello’nun düşüncesinin yüzyıllar sonrasını gösteren doğru bir düşünce olduğunun kanıtıdır aslında. Tarih sahnesi her zaman bilimi objektif olarak yansıtanları yaşatmıştır ki Raffaello ve İbn Rüşd’ü yaşattığı gibi. Bu esere günümüzden baktığımızda ise gördüğümüz: 5 asır önce gelişmiş bir toplum ile gelişmenin başlangıcında ve daha sonra çok hızlı gelişecek farklı inanışlarda olan toplumların gelişme yöntemlerinin kesiştiği ortak bir noktayı göstermesidir.
Kaotik bir düşünceye sahip bir insanın hayatta başarılı bir yol alması ne kadar zor ise kaotik bir düşünceye sahip toplumlarında gelecek asırlara halkını götürmesi zordur. Bilim ve din kavramının tarihin farklı çağlarında birbirleriyle karşılaştırılmasının bir sebebi ise siyasettir. Siyaset kavramı toplumsal yönetimi sağlayan bir mekanizmadır, toplumu ileriye taşıyan diğer unsurlara yol göstermesi asli görevi olan bir kavramdır. Siyaset, bilim ve din kavramlarının kendi aralarında ahenkle hareket etmesi toplumu hızlı bir şekilde ileri taşır. Bu kavramların her birinin kendi içlerindeki unsurların yerine birbirlerinin içlerindeki hiyerarşik mekanizmaya etki etmesi veya bu unsurların taşıdıkları sıfatları taşıma girişimlerinde bulunması veya birbirlerinin görevini üstlenmeye çalışması çeşitli toplumlarda kaosa neden olmuştur. Diğer bir durum ise bu kavramların herhangi birinin uyumsuzluk içerisinde bulunması veya yok edilmesi yine bir toplumsal düşünce çatışmasına yol açacaktır. Örneğin siyasetin yok olması bilimin kaynağı olan üniversitelerin gelişimi için gerekli ekosistemin ortadan kalkmasına neden olacaktır. Kaosa neden olan başka bir durum ise her 3 kavram arasında olan geçişlerde kişilerin eski kimlikleri ile yeni kimliğinin yüklediği görevleri ayırt edememesidir. Kişilerin geçmişteki kimliğinden elde ettiği birikimler, yeni kimliğinde daha başarılı olmasını sağlayacaktır. Fakat geçmişteki kimliğindeki görevleri yeni kimliği ile daha etkili biçimde yaymaya çalışması ve yeni kimliğinin yüklediği görevleri ikinci plana atması bir kaosa neden olacaktır. Bilim adamı siyasetçi kimliğine büründüğünde akademik işlerini bırakması gibi, siyasetçide akademik ortama geçtiğinde siyasetçi kimliğini bırakıp bilimsel çalışmalarını dile getirmelidir. Bu 3 kavramdaki görevleri yerine getirirken kullandığımız özgürlük kavramı geniş bir yelpaze olsa dahi kişinin kendi sınırlarını bilmesi toplumsal görev dağılımını bilerek hareket etmesi, bireysel bilinçlilik olarak zorunlu yerine getirilmesi gereken bir durumudur. Toplumun her alanındaki çalışma mekanizmalarının uyum içerisinde ve hepsinin aynı yönde hareket etmesi toplumun topyekûn ilerlemesine sağlayacaktır. Aksi yönde bu kavramları birbiri ile kıyaslamak ve düşünce çatışması ortaya çıkarmak toplum açıdan gereksiz zaman kaybı ve toplumu zamanın gerisinde bırakan bir hamledir. Bu nedenle tarihin verdiği dersler ışığında toplumu ileriye taşıyan unsurların her birini iyi analiz eden siyasetçiler geleceği inşa etmeye çalışan birer toplum mimarı olmaya adaydır.
Günümüzde toplumsal düşünce çatışması yaratacak her hamleyi geride bırakabilmeliyiz. Çünkü gelişen dünya teknolojisi, geçmişten ayağında pranga olarak takılı olan kavramların çatışma içerisinde süregelen gereksiz tartışmalarından uzak olan toplumların yapmış olduğu etki gücüyle çok hızlı bir şekilde ilerlemektedir. Bundaki en önemli kilometre taşlarından biride değişik çağlarda düşünürlerin, sanatçıların dile getirmiş olduğu bilime yapılan katkının toplumsal ilerlemenin ana unsurlarından biri olduğunu vurgulamasıdır. Bu yarış içerisinde günümüze kadar gelen durum yıllarca biriken akademik bilginin sürekli yukarı doğru taşınmasıdır. Günümüzde üniversite eğitiminin teknolojik altyapıyla desteklenmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Harvard Üniversitesi kütüphanesi 400 yıllık geçmişi ve bünyesindeki tarihsel ilerleyişin basamaklarını gösteren papirüs, el yazmaları, ilk basılı kitaplar dahil 6 milyondan fazla materyali dijital ortama geçirerek çevrim içi okuma olanağı sağlayarak günümüz teknolojisinin desteği ile aktif eğitim yarışına devam etmektedir. Amerika, Asya ve Avrupa’da birçok güçlü üniversite bilimsel yarışlarına globalleşme ve dijitalleşmeyi hedef alarak devam etmektedir. Bu hedefte ilerleyen üniversitelerin eğitimde aldıkları rol ise dünya vatandaşı yetiştirmedir. Akademinin teknolojik destekli yarışında gelinen nokta dijital ortamda kurulan ve akademik kadrosu bu yöntemle eğitim veren dijital üniversiteler ile devam etmektedir. Bu yenilikler önümüzdeki on yıllarda global dijital üniversitelerin sayısının gittikçe artacağını ve dünyanın her yerinde aynı anda öğrenciler yetiştirerek dünya eğitiminin küreselleşeceğinin habercisidir. Akademik dönüşümün 2012 ve sonrası dünyaya gelenler olarak tanımlandığı alfa kuşağının üniversite yıllarına geldiğinde hazır hale geleceği öngörülen bir durum olduğuna şaşırmamak gerekir. Akademik gelişiminim hangi aşamasında olursak olalım, mevcut yarışa önümüzdeki on yıllardaki dünyadaki gelişimleri hedefleyerek devam etmeliyiz. Toplumu var eden bilim, siyaset, din ve birçok unsur birbirinin yerini alamayacak kavramlar olduğunu bilerek, bu kavramların birbirleriyle çarpıştırılmalarından oluşan tartışmalarla toplumun ilerlemesini yavaşlatacak tutumlardan uzak durulmalıdır. Akademisyenler, bilim adamları, siyasetçiler ve toplumu oluşturan her bir birey toplumun gelecek yıllardaki mimarlarıdır ve birlikte uyumla çalışmaları güzel bir dünya inşa etmelerini sağlayacaktır.
1 yorum
Çok beğendim, elinize sağlık, bu tespitler çok gerçekçi, gelecek için örnek alınması gereken feyz veren bir makale olmuş, daha çok insanın okumasını ve anlamasını öneririm. Belki toplumumuz İçin herkes elinden geleni yapmaya çalışır. Yoksa yine tren kaçabilir.