Hepimiz tanık oluruz. Gerek yazılı basında gerekse sosyal medya ağlarında rakamlarla ifade edilen pek çok şey vardır. Bazı rakamlar çok çekici gelip manşetlerde büyük boy olarak yer alabilir. Bu tür rakamları değerlendirirken sorgulama kültürüne de sahip olmamız gerekir.
Ben, seçili algım gereği Muğla ili ile ilgili rakamları değerlendirirken sorgulamaya çalışıyorum.
Muğla’nın intihar istatistiklerinin yüksek olduğu söyleniyor. Hatta, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine bakıldığında da yüksek. Aynı şey suç istatistikleri için de geçerli. TÜİK istatistiklerinde illere göre suç istatistikleri sunulurken, suçlar değişik kategorilerde ele alınmış olup her bir ilin karşısına o kategoride kaydedilen suç sayısı ham olarak yazılıyor. Sadece bu sayılara bakarsak bazı illerle ilgili verileri yanlış değerlendirebiliriz. Antalya ve Muğla bu illere örnektir. Bu illerimizin bir yıl ortası nüfusu vardır. Bir kış sezonu ve bir de yaz sezonu nüfusu vardır. Örneğin; kış dönemi yerleşik nüfusu 7 bin kadar olan Bodrum, turizm sezonunda sürekli değişen bir şekilde 2-3 milyon kişiyi barındırmaktadır. Buralarda yıl boyunca işlenen suçları olduğu gibi alıp Muğla’da suçluluk oranını çıkarmaya çalışırsak yanılırız. Haziran ayına tekabül eden yıl ortası nüfusu da turizm sezonu içinde olduğundan o da doğru değerlendirmeye katkıda bulunamaz. Ortalama nüfus diye bir şey de yapamayız, keza geçici olarak oluşan nüfus yoğunluğu buna elvermez.
Gerek intihar gerek kaza gerekse suç istatistiklerini direkt rakam yerine nüfusa göre oranlanmış olarak değerlendirmek daha anlamlı. Ancak, nüfus değişkenlikleri de dikkate alınmalıdır. Turizm bölgelerinde rakamların dilinden yararlanmak istiyorsak, bu dilin en güvenilir şekilde oluşturulması için kafa yormalıyız. Geçici ikamet için Muğla ili sınırlarına gelen kişilerin intiharı ya da suça karışması Muğla’nın intihar ya da suç oranlarını arttıran bir unsur olmamalıdır.
İstatistikleri etkileyen ve benim karşılaştığım bir diğer durum da, ölü doğan bebeklerin gömme izin belgeleri ile ilgili: Hastanelerde bir kişi ölünce gömme izin belgesi düzenlenmesi zorunludur, hatta bu belge üç nüshadır. Biri saklanır, biri il veya ilçe nüfus müdürlüğüne gönderilir, biri de ölenin yakınlarına verilir. Nüfus müdürlüğüne gönderilen nüshalar, TÜİK tarafından periyodik olarak yayımlanan ölüm istatistiklerine temel teşkil eder. Her mezarlığın girişinde mezarlıklar müdürlüğüne bağlı olarak çalışan kişiler vardır. Bu kişiler de, gömme izin belgesi olmayanları içeri almazlar. Diyelim ki, 24 haftalık gebelik ürünü bebek ölü doğdu ya da doğurtuldu. Aile, ölü doğan bu bebeği bir mezarlığa gömmek istemektedir. Bunun için mutlaka gömme izin belgesi düzenlenmesi gerekmektedir. Bu nedenle hastanelerde pek çok ölü doğan bebek için gömme izin belgesi düzenlenmektedir. Gömme izin belgesinin “ölüm nedeni” başlıklı kısmına “ölü doğum” ibaresi konulsa bile, seçilmiş 150 ölüm nedenine göre yapılan sınıflandırmalarda “ölü doğum” diye bir neden söz konusu değil. Acaba istatistiklere göre ülkemizdeki 1-4 yaş arası ölümlerin en büyük kısmının 1 ayını doldurmamış bebekler olmasında bu durumun bir rolü var mıdır? Ölü doğan bebeklerin gömülebilmesi için zorlamalı olarak bu formların dolduruluyor olması, ülkemizde yeni doğan bebek ölümü oranının belirlenmesinde bir sıkıntı yaratmakta mıdır? Özel olarak ölüm istatistikleri ve bebek ölüm oranıyla ilgilenenler bu konuya daha hâkim olabilirler.
Konuyu hekimlere getirirsek, medyada sıkça hekim hatası ya da hekimlik uygulamalarını ilgilendiren rakamlarla karşılaşabiliyoruz. Bunların da sorgulanarak değerlendirilmesi gerekir. Her ay bin bebek doğan bir merkezde, bebek ya da annede bir aksilikle karşılaşıldığında bunu “A merkezinde ayda bir kişi hekim hatasından öldü ya da sakatlandı” diye değerlendirmek var, bir de “A merkezinde şu nedenle ölen ya da sakatlanan oranı binde bir” şeklinde değerlendirmek var. Medya birincisini tercih ediyor.
Haber ya da rakamları sorgulayarak değerlendirmek her vatandaşın işi değil. Dolayısıyla, magazinleştirilerek sunulan rakamlar hasta ve yakınlarını yanlış yönlendirip gereksiz paniklere yol açabildiği gibi, hekimlerin tıbbi uygulamalar açısından çekinik davranmasına neden olabiliyor, bazen de aşırı beklenti ve umutlara yol açabiliyor.
Bilinmeyen bir şey olmamakla birlikte rakamsal veri sunarken de, okurken de “Aman dikkat!” diyorum.