Ramazan, Müslümanların hayatında çok farklı bir yere sahip olan oruç ibadetinin edası için Allah tarafından seçilen ayın ismidir. Ramazan, aynı zamanda Kur’an’ın insanlığa nazil olmaya başladığı ve hakikat güneşinin insanlığın üzerine doğduğu aydır. Ramazan, vahiy ayıdır; insanlık tarihinin bir döneminde doğrularla yanlışların tekrar net çizgilerle ayırt edilmeye başlandığı aydır. Allah, bu ayda Müslümanlara oruç tutmalarını emretmiştir. Bu da orucun Müslümanlar için çok mühim bir anlamı olduğu manasına gelmektedir.
“Ey oruç tut beni!” mahyasını gözümüzün önüne getirdiğimizde “biz mi orucu tutacağız yoksa oruç mu bizi tutacak?” sorusu önem kazanır. Kelimenin (sıyâmصيام/) Arapçadaki formuna (mufâ’ale, fi’âl) bakıldığında işteş bir fiil olduğu ve karşılıklı eylemi ifade ettiği görülür. Bu, hem bizim orucu tutmamızı hem de orucun bizi tutması manasına gelir. Buradan hareket edildiğinde orucun hikmetine ulaşılır: Oruç Allah tarafından kendimizi tutmayı başarmak için emredilmiş bir ibadettir! Zaten oruca başlama vakti olan imsak da mü’minin kendisini tutmaya başladığı zamanı ifade etmektedir.
İnsan, özü itibariyle çift kutuplu bir varlıktır. Hem iyiliğe hem de kötülüğe meyyal olarak yaratılmıştır. Dünyadaki hayatında kendisinden beklenen, nefsinin kötü yönlerini fark etmesi, onları kontrol altına alması ve böylece kendisini nefsinin esiri olmaktan kurtarmasıdır. Bu açıdan bakıldığında mü’min, nasıl namazı spor yapmak gibi fiziksel bir amaç için kılmıyorsa orucu da diyet yapmak gibi biyolojik bir ihtiyaç için tutmadığının farkına varır. Zaten oruç diyet yapmak ya da mide-bağırsak sistemini dinlendirmek amacıyla emredilmiş bir ibadet değildir. Bakara suresinin 183. âyetinde (يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ) dile getirildiği üzere orucun hikmeti “takva”dır. En’âm 72 ve Tâhâ 14’te vurgulandığı gibi namazın hikmeti de “takva”dır. Bu bizi müminin bütün amellerindeki hedefinin takva olduğu sonucuna götürür. Ancak mü’minlerin büyük çoğunluğunun -namazı borç mantığıyla kılmaları hasebiyle- istenilen hedefe ulaşamadıkları ortadadır. Oruç da hikmetinden uzaklaştırıldığında arzu edilen hedefin gerçekleşmesi mümkün olmayacaktır.
Takva, kelime anlamından anlaşılacağı üzere bir mü’min’in kendini koruması demektir. Yoksa Allah’tan korkması demek değildir, Allah’a saygılı olması, iman dairesine girerken verdiği sözün (Sen’den başka ilah tanımıyorum!) arkasında durması demektir. Takva, bir mü’minin dünyada niçin bulunduğunun, nereden gelip nereye gittiğinin, dünyadaki hayatının hesabını bir gün vereceğinin, bir sonraki hayatında güzel bir konumda olmak için dünyadaki hayatını Yaratıcı’nın istediği doğrultuda geçirmesi gerektiğinin bilincinde olması demektir. Bu bilinçle hareket edildiğinde bütün ibadetler/ameller -bu arada oruç da- hedefine ulaşmış olacaktır.
Orucun, mü’minin kendisini tutması manasıyla bağlantılı olarak Hz. Muhammed’den nakledilen bir-iki rivayetin yanlış anlaşıldığına da dikkat çekmek istiyorum. Birincisi “Biriniz oruç tuttuğu gün kötü söz söylemesin ve kimseyle kavga etmesin. Şayet biri kendisine söver ya da çatarsa: ‘Ben oruçluyum!’ desin.” şeklinde Türkçe’ye aktarılan rivayettir. Mevcut haliyle rivayetteki “Ben oruçluyum!” cümlesinin muhatap olunan kişiye söyleneceği gibi bir intiba oluşmaktadır. Hâlbuki Hz. Muhammed’in buradaki kastı, kişinin bu cümleyi muhatabına değil kendisine söylemesi, kendisine oruçlu olduğunu hatırlatması ve böylece yanlış bir tepkiden kaçınmasıdır. Zira oruçlu kişi Ramazan günlerinde kendisini tutacağına dair Allah’a söz vermiştir.
İkincisi Türkçe’ye şu şekilde aktarılan rivayettir: “Ramazan ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.” Bu rivayet de mevcut haliyle sanki Ramazan ayında şeytanların Allah tarafından zincirlendiği gibi bir algı oluşturmaktadır. Hâlbuki şeytan insanoğlunu saptırmak için Allah’tan yeniden dirilişin gerçekleşeceği güne kadar mühlet istemiş, o mühlet de kendisine verilmiştir. (Bkz. Hicr, 36-38) Bu durumda Hz. Muhammed’den nakledilen rivayetin Türkçe’ye doğru aktarımı şu şekilde olmaktadır: “Ey mü’minler! Ramazan ayı geldiğinde şeytanlarınızı zincire vurmak suretiyle kendinize cennetin kapılarını açın, cehennemin kapılarını da kapatın!” Görüldüğü üzere şeytanları zincirleyecek olanlar mü’minlerin bizzat kendileridir. Bu irade 30 gün boyunca devam ettirildiğinde insan önemli bir eğitim sürecini yaşamış ve nefsinin isteklerini frenlemeyi başarmış olacaktır. Bu da arzu edilen davranış değişikliğinin (eğitimin) Ramazan mektebinde gerçekleşmesi ve oruç tutan mü’minin istenilen hedefe ulaşması anlamına gelecektir.
Diğer taraftan fıkıh kitaplarında orucun, “Mü’minin imsaktan-iftara kendisini yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak tutması” şeklinde tanımlandığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Lakin bu tanımlamanın eksik olduğu, özet bilgi verme amacı taşıdığı da dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Zira oruçta mü’minden tutması istenen çok daha fazla kuvve/dürtü söz konusudur. Başta temel duyu organları (gözler, kulaklar) olmak üzere oruçlu mü’min hislerine, arzularına -ki sadece cinsel arzularla sınırlı değildir- (eğlenme, zamanını boşa geçirme, haksız kazanç sağlama, mirasa konma, menfaati uğruna zalime sessiz kalma, yalan söyleme, kamu malından aşırma, hak yeme…) hâkim olmalıdır. Bu durumda oruç, mü’min’in kendisini frenlenmesi zor olan tüm dürtülere karşı kontrol etmesi anlamına gelmektedir ki mübarek 11 aylarda nefsine yenik düşmesin ve senesini, yıllarını, ömrünü Allah’ın istediği şekilde tamamlayabilsin.
Hz. Muhammed, yaşadığı çağın ve toplumun durumuna göre orucun çerçevesine dair değerlendirmelerde bulunurken işe önce insanoğlunun önemli dürtülerine (yeme/içme-cinsellik) dikkat çekerek başlamış, ardından orucu amacına ulaştıracak diğer noktalara da değinmeyi ihmal etmemiştir. Bir defasında oruç tuttuğu halde yalan söylediği bilinen bir kişi üzerinden şu uyarıda bulunmuştur: “Kim yalan konuşmayı ve yalan-dolanla iş yapmayı terk etmezse Allah, onun yemesini-içmesini bırakmasına (orucuna) değer vermez.”
Bir başka vesileyle, orucun hakkını vermeyenlerin çabalarının karşılıksız kalacağını şöyle dile getirmiştir: “Nice oruç tutanlar vardır ki, oruçlarından kendilerine açlıktan başka bir şey kalmaz! Gecelerini değerlendirdiğini zanneden niceleri de vardır ki gecelerinden kendilerine kalan sadece uykusuzluktur.”
Bir Ramazan günü arkadaşlarıyla bir mecliste otururken “Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe (tutan kişi için) bir kalkandır.” buyurmuş, etrafındakilerden biri de: “(Oruçlu) onu ne ile zedeler?” diye sorunca “Yalan ve gıybetle” cevâbını vermiştir.”
Ramazan mektebine öğrenci olanların, nefislerini terbiye etme noktasında kendilerinden beklenen samimiyeti göstermeden bu mektepten mezun olmaları, diploma almaları mümkün görünmemektedir. Bu hem Yüce Allah’ın ayetlerdeki paylaşımlarından hem de Hz. Muhammed’in değerlendirmelerinden ve uygulamalarından anlaşılmaktadır. Otuz gün boyunca devam eden Ramazan Mektebi’ni, takvaları güçlenmiş ve günahları bağışlanmış mü’minler olarak tamamlamak temennisiyle.
1 yorum
Kıymetli hocamın tesbitleri yerinde. Hocama yüce Allah’dan hayırlı ilimler vermesini temenni ederim