Bir önceki yazımızda Prof. Dr. Vamık Volkan ve Prof. Dr. Norman Itzkowitz tarafından yazılan Ölümsüz Atatürk adlı kitapta geçen Büyük Taarruz hakkındaki değerlendirmeleri eleştirmiştik (1). Aynı kitapta, Birinci Dünya Savaşı’nın önemli bir olayı olan, 25 Nisan 1915 tarihinde Gelibolu yarımadasına İttifak Devletleri tarafından yapılan çıkarma sırasında, Mustafa Kemal’in kritik önemi olan Conk Bayırı ve Kocaçimen Tepeyi işgal etmeye çalışan ANZAC güçlerine müdahale etmesi de konu edilmiştir. İşte bu yazımızda, yazarların bu konuyla ilgili savları değerlendirmeye alınacaktır.
Bir Psikobiyografi Kitabı: “Ölümsüz Atatürk”
Prof. Dr. Vamık Volkan (1932), temel tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde almış Kıbrıs Türk’ü bir akademisyendir. Daha sonra ABD’ye yerleşmiş ve uzun yıllar psikiyatri alanında hizmet vermiştir. Psikiyatride psikanalitik kuramı rehber edinen Vamık Volkan politik psikoloji alanında pek çok yapıt ortaya koymuştur. Vamık Volkan ve Norman Itzkowitz’in ortaklaşa yazdıkları bir kitap olan Ölümsüz Atatürk Gazi Mustafa Kemal Atatürk hakkında yazılmış ilk ve tek psikobiyografi çalışmasıdır (2). Kitapta, yazıldığı dönemde daha revaçta olan psikanalitik bakış açısıyla Mustafa Kemal’in yaşamı toplumsal ve tarihsel olaylar içinde irdelenmiştir. Mustafa Kemal için kitabın genelinde uygun görülen “onarıcı narsistik kişilik” kavramı duraksama yaratan bir konudur. Diğer yanda, Mustafa Kemal’in düşüncelerine muhalif kesimler kitabı kendi haklılıklarının referans kaynağı olarak kullanma eğilimine girmişlerdir. Kitaptaki savlara kapsamlı bir yanıt verildiği söylenemez. İşte şimdi biz bu yanıtlama süreci içindeyiz.
Bu yazımızda da, kitabın Türkçe baskısının “Ölümsüzlüğün Billurlaşması” başlıklı 7. Bölümünde yer alan değerlendirmeler gözden geçirilecektir. Kitabın bu bölümünde Volkan ve Itzkowitz Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale’ye İtilaf Devletleri tarafından yapılan amfibi çıkarmanın ilk gününe dönmekte ve demektedirler ki: “…Bunlardan biri olan On dokuzuncu Tümen Mustafa Kemal’in komutasındaydı. Sanders, Mustafa Kemal’in emrindeki bu tümene seyyar hareket eden öncü birlik rolü verdi, tümen ihtiyaç duyulduğunda Maydos’taki karargahından güneye ya da kuzeye hareket etmek üzere hazır bekleyecekti. Liman von Sanders, asıl Anlaşma saldırısının boğazın Anadolu yakasına yöneleceğini düşünüyordu. Mustafa Kemal ise, “Benim kanaatime göre düşman ihraç teşebbüsünde bulunursa, iki noktadan teşebbüs ederdi: Biri Seddülbahir, diğeri Karatepe civarından saldıracağından” (Ünaydın 1930, s . 14-15) emindi.
Gelişmeler, kısa sürede Mustafa Kemal’in askeri bilgisinin ve sezgisinin doğruluğunu kanıtladı. 25 Nisan gün ağarırken başlayan Anlaşma saldırısı beş noktaya yönelmişti; bunlardan dördü Gelibolu Yarımadası üzerinde, bir tanesi boğazın Anadolu yakasındaydı. Seddülbahir ve Karatepe, ya da daha net bir ifadeyle söylersek Arıburnu, Anlaşma ordusunun çıkarma hareketinin odağı durumundaydı. Savaşın giderek geliştiği sırada, Mustafa Kemal Liman von Sanders’in göremediğini görmüş, Gelibolu Yarımadası’nın güney kesiminin savunmasında kritik öneme sahip noktanın Conkbayırı ve Kocaçimen platosu olduğunu fark etmişti. Karargahtan gelecek emirleri beklemeden, İngiliz kuvvetlerinin ilerlemesini durdurmak üzere askerleriyle birlikte Conkbayırı istikametine yürüdü. Yetkiye sahip olmadığı halde onun hiçbir tereddüde düşmeden ve tam bir özgüven içinde bu şekilde hareket etmesini sağlayan şey, sahip olduğu görkemli benlik idi. Bu hareketi durum hakkında kendi öz yargısına dayanmıştı. Risk muazzam büyüklükteydi. Eğer öngörüsü yanlış olsaydı, yani düşman esaslı bir saldırıyı bir başka noktada gerçekleştirseydi ve saldırıya uğrayan Türk birlikleri desteğe ihtiyaç duysaydı, Mustafa Kemal tümeninin yerini değiştirdiği için yardım alamayan o birlikler tam bir yıkıma uğrayacaklardı…”
Yine aynı bölümde geçen başka ifadeler şöyledir: “…Yalnızca bir tümen komutanı olduğu halde, kendi görkemli, ama aynı zamanda son derece zeki kişiliğine güvenerek Erkan-ı Harbiye riyaseti ile danışmadan kendi başına kararlar aldı.”
Devam ediyoruz, bir başka ifade şöyle: “…Gelibolu muharebesi sırasında gerçekle Mustafa Kemal’in kahramanlık fantezilerinin örtüşmesi, Mustafa Kemal üzerinde muazzam bir etkide bulunmuş ve bir kez daha, onun görkemli öz kavramına “uygun düşen” gerçeğe dayalı bir görkem bahşetmiştir.”
Savaşların en trajik haliyle insan davranışlarından oluşması nedeniyle ruhbilim ve psikiyatrik tıp açıdan değerlendirilmesi gerekli ve yararlıdır. Bu süreçte tarih biliminin sağladığı verilerin nesnel değerlendirmesi yeni bilimsel gerçeklere ulaşmamız için zorunludur. Doğru bilgilerin kullanılması, eksik bilgi bırakılmaması ve gereksiz bilgilerin dahil edilmemesi özen gösterilmesi gereken noktalardır. Üzücüdür ki, yazarlar Volkan ve Itzkowitz yukarda okuduğunuz alıntılarda bu bağlamda gereken titizliği gösterememiştir. Bu konudaki saptamalarımı aşağıda bulacaksınız.
25 Nisan 1915 Öncesinde Çanakkale Cephesinde Ortam
İtilaf Devletleri, donanmalarının 18 Mart yenilgisi sonrasında bir kara harekatı ile Çanakkale Boğazı’nı aşarak İstanbul’u ele geçirmeye karar vermişti. Böylece Osmanlı Devleti savaş dışı kalacak ve diğer İttifak Devletleri de teslim olmak zorunda kalacaklardı. Karşı tarafın özgüveni tam, zafere inancı yerindedir; Birleşik İtilaf Devletleri Donanmaları Komutanı General Ian Hamilton “Kurtarılacak Kudüs mü, yoksa Constantinople mu? Ne farkı var, bu askerin başarabileceklerine sınır yoktur!” demektedir (3).
Cephenin İttifak Devletleri tarafında dile getirilmesi zor sıkıntılar vardır. Osmanlı Devleti, içinde bulunduğu zorunluluklar nedeniyle savaşa çekilmiştir ve İttifak Devletleri içinde eşit ortak gibi görünse de aslında her konuda Alman Devleti’nin dediği olmaktadır. Bu ortamda Almanların ilgisi Çanakkale Cephesine yönelecektir ve Alman general Liman von Sanders 24 Mart 1915 tarihinde 5’inci Ordu Komutanı olarak Çanakkale Cephesi’ne atanacaktır. Kararın altında Enver Paşa’nın imzası vardır.
Cepheye gelen Liman von Sanders, emrindeki Osmanlı subayları ile doğru düzgün iletişim kurmadan üstünkörü bir denetleme ile karadan savunma ilkelerini ve planlarını baştan sona değiştirir. Bu kararların aslında daha önceden alındığına dair kanıtlar vardır (4). Yeni anlayışa göre çıkarma yapacak düşman güçlerine karşı kıyıda savunma yapılmayacak, düşman geride tutulan birliklerle karşılanacaktır. Ayrıca daha sonra anlaşılacaktır ki, Liman von Sanders İtilaf Devletlerinin amfibi çıkarmasının Gelibolu Yarımadasına değil, Saroz/Bolayır bölgesine yapılacağını öngörmektedir. Buna göre eldeki her biri iki tümenden oluşan üç kolordu Saroz, Gelibolu Yarımadası ve Anadolu bölgelerine konuşlandırılır. Ancak, çıkarma öncesinde ilginç bir gelişme yaşanır: Yarbay Mustafa Kemal komutasındaki 19’uncu Tümen savunma görevinden ihtiyat görevine alınır. Bunun anlamı, Gelibolu bölgesindeki savunma gücünün daha da zayıflatılmasıdır. Savaşın çıkması üzerine Sofya’daki askeri ateşelik görevini gönüllü olarak bırakıp kıta görevi isteyen Mustafa Kemal bu göreve zorlukla atanmıştır. Üstelik, tümeni oluşturan üç alaydan ünlü 57’inci Alay dışında kalan ikisi güney illerinden derlenmiş olup savaşmaya isteksiz Arap erlerden oluşuyordu (4).
Sağduyu ile kolayca kavranıp anlaşılacağı gibi, İtilaf kuvvetlerinin çıkarması öncesinde neredeyse onlara her türlü kolaylık hazırlanmaktadır. Bir yandan yapılan yanlış işleri gözlemlemek, bir yandan Alman büyüklenmeciliğine maruz kalmak Türk askerini fazlasıyla üzmektedir. Çanakkale cephesinde Almanlarla yurtsever Osmanlı subayları arasında çok ciddi bir güven sorunu yaşanmaktadır. Psikanalitik kavramlara başvuracak olursak, bu duruma “splitting” (yarılma) diyoruz. İşte bu psikolojik ortamda 25 Nisan İtilaf Kuvvetleri çıkarmasına yaklaşılmaktadır. Gözle görülemeyen “yarılma” aralığından bazen koca bir ordunun sızması mümkün olabilir.
25 Nisan 1915 Gününde Yaşanan Olaylar
Hazırlıklarını tamamlayan İtilaf kuvvetleri sonunda Gelibolu yarımadasının Seddülbahir ve Arıburnu kumsallarına çıkmaya başlarlar. Bu sırada Saroz ve Anadolu bölgesinde aldatma/gösteri hareketleri yaparak Alman kurmay heyetinin kafasını karıştırmayı da ihmal etmezler. Harekat, Gelibolu yarımadasının ucundaki Osmanlı birlikleri cepheden saldırı ile tespit edilirken ANZAC kolordusu ile daha kuzeyden çembere alarak imha etmeyi amaçlıyordu. Komutan General Ian Hamilton anılarında “Avustralyalılar Mal Tepe’ye ulaşırsa, Yarımada’daki tüm Türk Ordusu’nun işi bitmiş olacak.” demektedir (3). İşte o Mal Tepe (Maltepe) Yarbay Mustafa Kemal’in 19’uncu Tümeni’nin konuşlandığı bölgedir, ve dolayısıyla General Hamilton’un “taktik darbe” dediği harekatın tam hedefindedir. Dünyanın o güne değin gördüğü en büyük amfibik saldırı gücü hedefine odaklanmış ilerlemektedir.
Mustafa Kemal Gelibolu Yarımadası sırtlarının ve özellikle Conk bayırına yakın Kocaçimen Tepesinin elde bulundurulmasının önemini çok daha önce tespit etmiştir. 25 Nisan gününün erken saatlerinden itibaren gelişmeleri izlemektedir. Önce bölgeye bir süvari kolu yollayarak bilgi toplamaya çalışır. Ruşen Eşref ile söyleşisinde Mustafa Kemal gelişmeleri şöyle anlatır (5): “…Öğleden evvel saat altı buçukta idi, Halil Sami Bey’den vürut eden bir raporla düşmanın Arıburnu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor ve buna karşı benden bir taburun mezkûr düşmana karşı sevki isteniyordu. Gerek bu rapordan, gerek Maltepe’de icra ettiğim hususî tarassudat neticesinde bende hâsıl olan kanaati kat’iyye, öteden beri imali fikir ettiğim gibi, düşmanın Kabaktepe (Kabatepe, olacak) civarında mühim kuvvetle karaya çıkmaya teşebbüsü, demek ki, vuku buluyordu. Binaenaleyh bu işin içinden bir taburla çıkmak mümkün olamayacağını, herhalde evvelce tahmin ettiğim gibi bütün fırkamla düşmana incizabın gayri kabili içtinap olduğunu takdir ediyordum. Artık hiçbir şeye intizar etmeyerek karargâhımın bulunduğu Bigalıköyü’nde ikamet eden birinci piyade alayı ile cebel bataryasının derhal harekete geçmek üzere amade bulundurulmalarını, kumandanlarının da emir almak üzere yanıma gelmelerini bildirdim.” (5).
Mustafa Kemal ve ünlü 57. Alay Conk bayırı mevkiine ulaşır ve bir tesadüf muharebesi sonucunda, karşılaştığı ANZAC güçlerini geriye atar. Bu muharebedeki Mustafa Kemal’in gösterdiği liderlik askeri tarih yazarlarınca bugün bile takdir konusu olmaya devam etmektedir (6). İlginçtir, İtilaf güçleri sonraki aylarda bir daha asla 25 Nisan günü ayak bastıkları yerlere ulaşamazlar. 25 Nisan tarihinde Alman subayların yarattığı komuta zafiyeti yarımadadaki Türk askerinin özverisi ile telafi edilmiş ve belki de ülke yaşamına mal olacak büyük bir tehlike atlatılmıştır. Haddimiz olmayarak psikanalitik yorum yapacak olursak (!), Mehmetçik yarımadada oluşan yarılmayı (splitting) süngüsüyle sütüre ederek (dikerek) bütünlüğü sağlamış ve burayı bir daha kimsenin sızamayacağı hale getirmiştir.
Tartışma
1- Kaynaklara dayanarak sunduğumuz bilgiler ışığında 25 Nisan 1915 çıkarması öncesinde Gelibolu Yarımadası’nda görev yapan Mustafa Kemal ve diğer Türk subayların beklenen çıkarma yerleriyle ilgili öngörülerinin doğru çıktığı ortadadır.
2- 19’uncu Tümen Komutanı Mustafa Kemal, çıkarma sürecini sorumlulukla izlemiş ve ANZAC güçlerinin Arıburnu sırtlarına çıkmayı başarması ve kendisinden takviye istenmesi üzerine harekete geçmiştir. Yineliyorum, kendisinden takviye istenmesi üzerine harekete geçmiştir; yazarların savunduğu gibi “öz saygı” ve “öngörü” ile değil. ANZAC öncü güçleri Kocaçimen bölgesine siper kazıp yerleşir ve takviye alırsa yerlerinden sökülmesi çok zor olacağından durum acildi. Tehlikeye düşen bölgelerin kaybedilmesi cephe ve ülke için yıkım anlamına geleceğinden saniyelerin önem kazandığı bir zaman diliminden söz ediyoruz. Gelişen savaşta ANZAC çıkarmasına karşı 24-48 saatlik süre içinde kullanılabilecek tek birlik de 19’uncu Tümen idi. Esasen ANZAC ilerleyişi üzerine takviye istendiği bilgisi yazarlar Volkan ve Itzkowitz’in kaynakçasında bulunan, benim de yukarda alıntıladığım, Ruşen Eşref’in “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat” kitabında geçmektedir (5). Ancak Volkan ve Itzkowitz bu bilgiyi anmaya gerek duymamıştır. Osmanlı Devleti’nin son dönemine damgasını vuran 93 Harbi ve Balkan Harbi gibi yenilgiler incelendiğinde bunların büyük oranda gelmeyen emirler, gitmeyen birlikler gibi öykülerle dolu olduğu görülür. Mustafa Kemal gibi ileri görüşlü subayların bu süreçlerden dersler çıkarmış olduğunu tabii ki düşünebiliriz.
3- Savaşlar, insanlar arasında yaşanan rekabetin en yıkıcı biçimidir. Kazanmak için öncelikle bilişsel güçler seferber edilir; düşmanı şaşırtacak icatlar, yeni silahlar, yeni taktikler uygulamaya konulur. Bunlar yerine bilinçdışı süreçlerle, örneğin komutanın görkem gereksinimi ile yönetilen taraf aklı bir kenara bırakmıştır ve bozgun yakındadır. Mustafa Kemal’in 25 Nisan 1915 tarihi öncesinde cephede yaptığı değerlendirmeler ve hazırlık ile çıkarma günü sergilediği komutanlık en üst düzey bilişsel süreçlerin izlerini taşımaktadır. Mustafa Kemal 1914’te yazılıp 1918’de basılan “Zabit ve Kumandan ile Hasbihal” adlı eserinin V. Bölümünde, “İşte bu sebepledir ki, gerek komutanların ve gerek erlerin bizzat düşüncelerini işleterek kendiliklerinden iş görebilecek meziyette yetiştirilmiş olduklarına kanaat edilmeden, bir askeri kıtanın, bir ordunun güvenilir ve dayanılır bir kuvvet olarak tanınması gaflettir, felakettir.” derken hem gelecekteki savaşlara bilişsel hazırlığının ipucunu vermekte, hem de aynı bilişi erinden komutanına savaş meydanına çıkacak herkesten beklemektedir (7). Bu, onun yurttaş bireyde de mutlaka yerleşmesini istediği bir özellik olarak sonraki yıllarda da karşımıza çıkacaktır.
4- Günümüz bilgilerine göre, çatışma ortamlarında bireyin verdiği tepki savaş, kaç ya da donup kal (fight, flight or freeze) seçenekleri içinde gelişmektedir. Acaba Liman von Sanders ve kurmay heyetinin çıkarma günü sergilediği komuta zafiyetinin bir nedeni bu süreçle ilgili olabilir mi, bu ciddi bir sorudur. Buna karşın, düşman harekatına zihinsel olarak hazır olan aralarında Mustafa Kemal’in de bulunduğu Türk subayları hızla savaşma kararını alarak çatışmaya geçmişlerdir. Günün sonunda da tahliyeyi, yani kaçışı düşünen ANZAC kuvvetleri komutanı General William Birdwood olmuştur. Hayatta kalmaya hizmet eden savaşma tepkisine yönelik “aşırı özgüven, görkem arayışı, kahramanlık fantezisi” gibi nitelemeleri yazarların önyargılarının yansıtılması olarak düşünüyorum.
5- Yazarların Mustafa Kemal’in yetkiye sahip olmadan hareket ettiği savı anlamsızdır. Conk bayırı ile Mustafa Kemal’in bulunduğu Maltepe/Bigalı arası kuş uçuşu 4 kilometredir. Komuta edilen birliğin birkaç kilometre ötesinde silahlı bir düşman birliğinin faal durumda olduğu öğrenilmişse artık sabah kahvesinin içilemeyeceği bellidir. Her birlik komutanı böyle bir durumda tehlikeyi bertaraf etmek için saniye kaybetmeden eyleme geçmek zorundadır.
6- Efendim ya asıl çıkarma başka yerde olsaymış, o zaman ne olurmuş, felaket olurmuş şeklinde zihinleri ayartan bir soruyu da bir önceki açıklamayla bağlantılı olarak yanıtlayalım: yakın bölgesinde ciddi bir düşman taarruzu geliştiği bilinen birliğin durum netleşmeden başka bölgeye takviye amaçlı sevk edilmesi akıl ve mantıkla uyumlu değildir. Bu sırada, intikal halindeki birlik saldırıya uğrayıp imha olabilir. Ayrıca 25 Nisan sabahı 19’uncu Tümen’in yalnızca bir alayının harekete geçirildiğini, diğer iki alayın kışlada kaldığını anımsatalım. Conk bayırı’nın alayın kışlasına yakın bir mesafede bulunduğunu yukarda vurgulamıştık.
7- Şaşırtıcıdır ki, Mustafa Kemal’in Esat Paşa ile yazışmalarından, “bazı yüksek komutanların” düşmanın Eceabat’ta bulunan kuvvetlerin (yani 19’uncu Tümen’in) gafletinden faydalanarak baskın yapmış olduğu fikir ve görüşünde olduklarını öğreniyoruz (8). Muhtemelen onlar da, Alman subaylar. 19’uncu Tümen’in 25 Nisan tarihinden kısa süre önce ihtiyat tümeni olarak ayrıldığını yukarda vurgulamıştık. Haksız bir beklenti olsa da, Mustafa Kemal’in 25 Nisan tarihindeki harekatını yeterli görmeyen, kendisinden daha fazlasını bekleyen görüşlerin bulunabildiğini göstermesi açısından ilginçtir.
8- Yazarların Mustafa Kemal’in “Erkan-ı Harbiye riyaseti”ne, tam doğru yazacak olursak “Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyaseti”, yani Genelkurmay Başkanlığı’na danışmadan kendi başına kararlar aldığı ifadesi de yadırgatıcıdır. Bir tümen komutanı bağlı olduğu kolordu ile yazışır, bunların örnekleri Mustafa Kemal’in “Arıburnu Hatıraları” adlı eserinde vardır (9). Tümen komutanlarının Genelkurmaya danışıp karar alması gibi bir usûl hiç uygulanmamıştır. Söz konusu kararlar nedir, kaynaklarda da göremedik. Şu var, Mustafa Kemal cephedeki Alman komutanların yanlış komuta ve kararlarıyla ilgili gözlemlerini bir mektupla Enver Paşa’ya bildirmiştir (4). Enver Paşa ve Mustafa Kemal aynı yaştadır; her ikisi de İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde siyaset yapmıştır ve aralarında şiddetli bir rekabet olsa da arkadaştırlar. Dönemin olağanüstü koşulları sonunda Enver Beyi Osmanlı askeriyesinin en üst makamına getirirken, Mustafa Kemal zorlukla tümen komutanlığına atanan bir subay durumundadır. Genelkurmay Başkanlığı denilmesi ne kadar mümkün, o belli olmayan yapı ise Enver Paşa ve çevresini saran Alman subaylardan oluşmaktadır. Mustafa Kemal o koşullarda bile gurur meselesi yapmadan ülkenin esenliği için “kardeşim” diyerek Enver Paşa’ya mektup yazarak uyarıda bulunmuştur. Psikanaliz duayeni hocalarımızın bu tabloya bakıp “narsisizm” görmesini okuyucunun değerlendirmesine bırakıyorum.
9- Geliyoruz, Gelibolu çarpışmalarında Mustafa Kemal’in kahramanlık fantezilerinin gerçekle bütünleştiği ve onun görkemli (narsisistik demek isteniyor) öz kavramını yücelttiği savına. Soracak olursak, sayın yazarlar Mustafa Kemal’in “kahramanlık fantezileri” olduğunu acaba nereden biliyorlar? Kuşkusuz insanların bazı fantezileri olabilir, bunlar belli koşullarda patolojik de sayılmazlar ama, yazarlar Mustafa Kemal’ın böylesi fantezileri olduğunu nereden öğrendiler acaba? Bu yazıda açıkça anlaşılmıştır ki, Osmanlı tarafı ve Mustafa Kemal Çanakkale’de meşru müdafaa halindedir. Cihangirlik karmaşası, tarihte Büyük İskender veya Napoleon Bonaparte gibi örneklerde gördüğümüz, sağlıklı sayılmayan, tüm dünyaya egemen olma arzusu ve bu yönde gerçekleşen yıkıcı eylemlerle ortaya çıkan bir ruhsal süreçtir. Yazımızın başında belirttiğimiz, Osmanlı savunmasını sekteye uğratan bir dizi olumsuzluğu karşın, birliğinin başında muharebeye giden bir komutana bakıp benzer bir yakıştırma yapılabiliyorsa o psikanalitik yaklaşımı gözden geçirmek gerekir. Esasen ruhbilimle ilgili kavram ve yöntemlerin aşırı ve spekülatif kullanımı uygun görülemez. Bu yazıda tarihsel ve bilimsel veriler kullanarak, yazarların ileri sürdüğünün aksine, Gelibolu’da farklı bir gerçeklik bulunduğu, Mustafa Kemal’in öznel ruhsal gereksinimlere göre değil, nesnel koşullara göre görev yaptığı ortaya konulmuş bulunmaktadır.
10- Günümüzde Conk bayırı’nı gezenleri Yeni Zelanda Anıtı, Mehmetçik Yazıtları ve Atatürk Heykeli karşılar. 1925 yılında dikilen Yeni Zelanda Anıtı uzunca bir zaman alanda tek anıt olmuştur. Savaşı kazanmanın görkemini yansıtan anıt, bir yandan da, yaşamını kaybeden ANZAC askerleri anarken fedailik ve şehadet üzerinden bir başka görkemin altını çizmektedir. Gazi, 1935 yılında Gelibolu bölgesini ziyarete gider. Ona bölgeyi gezdiren General Galib Türker anlatıyor: “…Conkbayırı, Kemalyeri sanki yeni terk edilmiş savaş meydanı gibi idi. Mermi parçaları, kurşun kovanları, ayakkabılar ve insan kemikleri… O tarihte şehitlerimizin anısı için küçük bir Mehmetçik anıtı dikilmişti. Düşman kuvvetlerinin mezarları geniş sahayı kaplıyordu. Bizim de büyük bir anıtımızın yapılmasını Atatürk’e söylediğim zaman cevabı şu olmuştu. ”Evet biz de Mehmetçiğimizi anmak için büyük, çok büyük anıtlar yapmalıyız. Fakat bu bir zaman ve imkân meselesidir. Bu toprakların o zamanki ve bugünkü Türk sınırları içinde kalmasıyla Mehmetçik en büyük abideyi yurduna hediye etmiştir” demişti. Bugün burada büyük bir anıt dikilmiştir.” (10). Savaşın üzerinden epeyce uzun bir zaman geçtikten sonra, Conk bayırı’ndaki Türk anıtları 1970’lerde inşa edilmeye başlanmıştır. Merak ediyorum, nerede kaldı “görkem” arayışı?
Sonuç olarak, bir önceki yazımızda (1) olduğu gibi, bu yazımızda da yazarlar Volkan ve Itzkowitz’in Mustafa Kemal’le ilgili değerlendirmelerinin geçerliliğinin bulunmadığını göstermiş bulunuyoruz. Aslında temel sorunun Volkan ve Itzkowitz’in Mustafa Kemal hakkında geliştirdikleri psikanalitik formülasyonda yattığını söyleyebiliriz. Psikanalitik yöntemde bireyin erken yaşam olaylarından yola çıkılarak olgu formülasyonu yapıldığında, sonraki bütün yaşantıları ve davranışları, belirlenmecilik ilkesi gereği, o formülasyona bağlamak mümkündür. Nesnel veriler uymasa da… Peki, ya o formülasyon da yanlış ise, yanlış veriler üzerine inşa edildiyse, o zaman ne olacak? Bu kadarı da olmaz demeyin. İşte bir sonraki yazımızda Volkan ve Itzkowitz’in Mustafa Kemal ile ilgili psikanalitik formülasyonunu ele alacağız. Selanik’e, Mustafa Kemal’in çocukluğuna kadar gideceğiz. Onu da okumanızı öneririm. Görüşmek üzere…
KAYNAKLAR
1. https://www.akademikakil.com/bir-reddiye-buyuk-taarruz-mustafa-kemal-ve-saldirganla-ozdesim-hakkinda/osmansabuncuoglu/
2. Volkan, V. D., & ve Itzkowitz., N. (1998). Ölümsüz Atatürk. Bağlam Yayınları.
3. The Project Gutenberg eBook of Gallipoli Diary, Vol I, by General Sir Ian Hamilton, G.C.B..
4. Babüroğlu, N. (2020). Çanakkale 1915 Almanların Büyük Tuzağı. İnkılâp Kitabevi.
5. Eşref, R. (2020). Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal İle Mülakat. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
6. English Military Review January-February 2021 Venditti (army.mil)
7. Atatürk, M. K. (1998). Zabit ve Kumandan ile Hasbihal. Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A. Ş., Istanbul.
8. Ilgar, I. & Uğurlu, N. (ed), (2003). Esat Paşa’nın Çanakkale Hatıraları. Örgün Yayınevi.
9. Atatürk, M. K. (1998). Anafartalar Hatıraları. Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A. Ş., Istanbul.
10. İnan, A. (1999). Mustafa Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları. Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A. Ş., Istanbul.
2 yorum
Her iki yazınızı da dikkatle okudum. Yazdıklarınızı, özellikle gençlerimizin de okumalarını isterim. Savaşlar çoğunluklaa, dahiler ve büyük insanların sahneye çıkmasına neden olmuştur. Mustafa Kemal, önce Libya, Bingazi, Doğu Anadolu ve Suriye’deki birikimleriyle, daha sonra Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı’mızda tekrar sahneye çıkmış ve tüm dünyaya gerçek dehasını defalarca gösrermiştir. Volkan’ın kitabından örnekle, genelkurmaya danışmadan hareket ettiğinden bahsediliyor. Savaşta insiyatif ve bir an önce karar alarak uygulamanın hayati önemini biliyoruz. İzin için hiç bir şey yapmadan beklemek, çok büyük kayıplara ve savaşın kaybedilmesine bile neden olabilirdi.
Büyük güçlerin, ülkelerin kurucu liderini güçsüz gösterme çabaları, hep olagelmiştr. Daha çok dinci kesim bu çabalar ile kandırılmaya çalışılmiş, bunda kısmen de olsa başarılı olmuşlardır. Gençlerimizin diger kitapları okumadan önce, Nutuk’u okuyup hazmetmeleri lazım.
Konuyu tarafsız bir gözle bilimsel olarak irdelediğiniz, yanlı ve olumsuzluklarla dolu çabaları çürüttüğünüz için ayrıca teşekkürler.
Sayın Haldun Güner Hocam,
Bu konu, göz ardı edilmiş bir konuydu. Bilimsel yöntemle hareket ettiğimizde bilim dışı değerlendirmelere gerekli yanıtı geliştirebiliyoruz. Bunu görmek güzel. Katkınız için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla
Prof. Dr. Osman Sabuncuoğlu