Başlamadan: Bu yazıda geçen kişi yada kişiler tamamen hayal ürünüdür. Var olan benzerlikler rastlantıdan ibarettir. Kimse üzerine alınmasın.
Üniversitelerimizin bazılarında rektörlük seçim sathı mailine girildi. Pek çok değerli profesör, üniversitelerimizin akademik, sosyal ve eğitsel standardını yükseltmek, yıllar içinde biriktirdikleri deneyimlerini idareye yansıtmak üzere rektör adayı olduklarını açıklıyorlar. Kendi içinde sorunları olsa da, mevcutlar içinde en iyi sistem olan ‘demokrasi’ süreci işlemeye başladı bile. Adaylar potansiyel seçmenleri olan üniversite öğretim üyelerine kendilerini, idareye geldiklerinde yapmayı planladıkları projelerini ve yönetim vizyonlarını anlatıyorlar. Bu haftaki yazımın konusu da bu süreçte yaşanan bazı ilginçlikleri sizlerle paylaşmak.
Biraz önce seçim döneminde yaşandığından bahsettiğim demokratik süreç, malumunuz olduğu üzere bir noktadan sonra sona eriyor. Üniversitelerde yapılan seçimler sonrasında, en çok oyu alan 6 aday aldıkları oylara göre sıralanıp YÖK’e bildiriliyor. YÖK’te bu 6 profesörden rektör olmaya daha az layık olduğunu düşündüğü 3 tanesini eleyerek 3 adayın ismini Cumhurbaşkanlık Makamına arz ediyor. Tabii bu arada 150 oy alan bir aday rektör olmaya daha az layık bulunurken 15 oy alan bir aday rektör olmaya daha fazla layık bulunulabiliyor. Bazıları, burada demokrasinin özüne aykırı bir durum ve seçimde oy kullanan öğretim üyelerinin kararlarına bir saygısızlık olduğunu düşünse de, aslında böyle düşünenlerin bir an için empati yapıp kendilerini YÖK’teki yetkililerin yerine koymaları gerekir. Takdir edilir ki onlar da, üniversiteler gibi önemli ve ülkenin gözbebeği kurumları ‘herkesin’ idaresine terk edemez. Ne de olmazsa demokrasinin de bir sınırı vardır. Gerektiği zaman, gereken müdahale sorumluluk sahibi kişi ve kurumlar tarafından yapılmalıdır. Burada şöyle bir soru sorulabilir: “Benzer bir demokratik süreç işletilerek ilçeye belediye reisi, meclise milletvekili ve ülkeye başbakan seçilebiliyor da, neden üniversiteye rektör seçilmesin?” Bu sorunun cevabını vermek bu yazının boyutlarını aşacağından burada tartışmayacağım ama şu kadarını söylemek gerekirse; “iki yanlış bir doğru yapmaz.”
Nihayetinde Cumhurbaşkanı kendisine arz edilen 3 aday arasında, yine ‘tamamen kendi değerlendirme kriterlerine göre’ bir adayı rektör olarak ilan eder ve işte o zaman söz konusu üniversitede ‘olan olur’. Seçim döneminde, açık veya kapalı, birbirine çarpıştırılan yumurtalardan kimi kırık, kimi çatlak ama hepsi de hasarlıdır. Kırık yumurtalardan ‘omlet’ yapılıp afiyetle ‘yenir’, ‘çatlaklar’ da çatlaklıkları ile kalırlar. Ben bu yazıda bu süreci sorgulamak niyetinde değilim. Böyle olmasında fayda mülahaza eden ‘büyüklerimiz’ bunun bu şekilde olmasını istiyor. Bizim de buna sadık kalmaktan başka çaremiz yok. Benim yazacağım üniversite içinde yaşanan ‘hoş’ (ama boş) demokratik süreç. Adaylar bu dönemde bir kampanya yürütürler. Herkes kendi kabiliyeti, tavrı ve üslubunca öğretim üyelerine ulaşır ve onlara projelerini anlatır vaatlerde bulunurlar. Bazısı yemek verir, bazısı ‘seçmenleri’ tek tek ziyaret eder, bazısı salon toplantıları yapar, bazıları da bilişim teknolojilerinden faydalanıp öğretim üyelerinin e-postalarına ‘seçim manifesto’larını gönderir. Belki de en etkili ve ‘mertçe’ yöntem böyle yazılı bir ‘manifesto’ hazırlamaktır. Sonra, size kimse “şunu demiştim, bunu dememiştim”, “bunu vaat etmiştin, şunu vaat etmemiştin” diyemez. Düşünsenize şunları yazılı hale getirip fakülteniz ve üniversitenizdeki öğretim üyelerine dağıttığınızı. Oyları ‘siler süpürürsünüz’ alimallah.
“Sayın öğretim üyeleri; ben Prof. Dr. Burhan Uzan. Beni tanırsınız; lafını esirgemeyen, inandığı doğruları ‘pat diye’ söyleyen, ömrünü tıp fakültelerinde anabilim dalı kurup sonra orayı bırakmakta harcamış, pek fazla bilimsel çalışma yapmamış ama binlerce saat ders vermiş, insan sevgisi ile dolu ton-ton bir hocanızım. Bugüne kadar hiç idari tecrübem olmadı ama, sürekli değiştirmek zorunda kaldığım üniversitelerde pek çok rektör ve dekan benim engin tecrübemden istifade ettiler. Beni bilirsiniz, akıl vermeyi ve ders vermeyi çok severim. Bulunduğum üniversitelerde bir sürü fakültede ders vermek için yaptığım mücadelelerin ve gece-gündüz verdiğim derslerin ek ders ücreti ve gece derslerinden ekstra para almak için olduğunu söyleseler de bu tamamen asılsız olup tamamen ‘duygusal’ ve idealistik nedenlerledir. Eğer doğru karar verir ve beni seçerseniz bakın sizlere neler neler vaat ediyorum: 1)Doçentlik sınavını geçen gençler döndüklerinde kadrolarını ilan edilmiş bulacaklar. 2)Aslında ayrımcılığı hiç sevmem ama 40 yıllık alışkanlığım olduğu üzere bayanlara ayrıcalık tanıyıp, görevlendirme, atama ve yükseltmelerde onlara öncelik vereceğim. 3)Yerleşke (yani kampus) içinde çocuklarınıza oyun evleri ve okullar, sizlere oyun salonları ve sosyal tesisler kuracağım. 4)Hepinize, her yarıyılda akademik izin adı altında 5+4 gün kafadan izin kullandıracağım. 5)Profesörler dışında hepinizi ‘laptop’ bilgisayar sahibi yapacağım. 6)Döner sermaye sistemini bütün fakültelere yayıp bütün öğretim üyelerinin bundan nasiplenmesini sağlayacağım. 7)Üniversitemizi ‘bir dünya üniversitesi’ olma hedefinden alıp ‘bir evren üniversitesi’ olma ufkuna taşıyacağım. (Bundan sonrası Üniversitemizin gözbebeği Tıp Fakültemizin hocalarına.) 8)“Ev alanla, araba alana yardım etmek ‘kutsaldır’” düsturundan hareketle bu durumda olanlara 6 aylık döneri peşin vereceğim. 9)Üç aydan fazla üniversiteden ayrılmayın, sizden döner sermaye kesintisi falan yapmayacağım. İster rapor alın, isterseniz görevlendirme. 10)Size teşvik olsun diye, yurtiçi ve yurtdışı kongrelerindeki sözlü tebliğlerinize 1000-2000 Yeni Türk Lirası vereceğim. Eğer makale yayınlarsanız dileyin benden ne dilerseniz. Ben yapamadım, bari siz yapın. Parası neyse veririm. 11)Klinisyenlerin katkılarını 10 belki de 15 ile çarpıp onlara prim diye vereceğim. 12)Döner sermaye katkı payında sizlere ‘tavan’ yaptıracağım, hem de her ay tıkır-tıkır ödeyerek. 13)Asistanı olan her hocaya ek ders ücreti vereceğim. 14)Amir olarak yetkimi kullanıp sigara içimini her yerde serbest bırakacak, sigara içmeyenler için her binada ‘temiz hava odaları’ kuracağım. 15)Meslek hayatımda anlayışsız dekan yardımcıları ile çok mücadele ettim ama size çektirmeyeceğim, sizler rahat edin diye dersler saat 10:00’da başlayacak ve sınıfa çay ve kahve servisiniz yapılacak…” Abarttığımı düşünüyorsunuz değil mi? Yaşını başını almış, adının önünde Prof. yazan hiç kimse böyle, ‘ilköğretimde sınıf başkanlığı seçimi’ vaatleri gibi ‘çocukça’ ve ‘basit’ şeyler söylemez. Bence de… Zaten ben de, “mesela” diye bunları yazdım. Bütün üniversitelerin layık oldukları idarecilere kavuşmalarını dilerim.