Aristoteles, İbn Sina, Gazali ve Descartes başta olmak üzere birçok filozof insanın ruh ve bedenden oluşan iki ayrı unsurdan oluşan bir varlık olduğunu iddia ederler. İnsanın ikircikli bir yapıya sahip olduğunu savunan bu filozoflar ruhun işlevleri hakkında düşünceler ileri sürerek ruhun özelliklerini ifşa etmeye çalışmışlardır.
Ruhun mahiyetini ve işlevlerinin bilgisine ulaşmak gerçekten de güçtür. Günümüze kadar ruhun varlığı dâhi bilimsel olarak ispatlanamamıştır. Bilindiği gibi bilimler yalnız fenomenleri konu edinebilir. Deneye ve gözleme konu olmayan bir varlık olan ruh bilimin konusu olamaz. Öyleyse bu mesele bilimin sınırları dışında ele alınması gereken bir meseledir. Metafiziksel bir unsur olan ruh ancak felsefenin konusu olabilir. En basit manasıyla maddeye (bedene) can veren bir öğe olarak tanımlanan ruhun niceliğinin, özünün ne olduğu, ezeli olup olmadığı binlerce yıldır tartışılan çetin sorunlardır.
Ruhun varlığına inanan insanların çoğu ruhun yaratılmış olduğu, bedene girerek ona canlılık verdiği, ölümle birlikte bedenden ayrıldığı konularında ittifak etmişlerdir. Bazı düşünürler ise Allah’a nisbet edilmesi yönüyle ruhun ezeli olduğunu düşünmektedir. Bu düşünürlerin başında Kurtubalı İbn Rüşd (1126- 1198) gelmektedir. İbn Rüşd, Gazali’yi hedef tahtasına koyarak yazdığı ‘Tutarsızlığın Tutarsızlığı’ adlı eserinde en çok evrenin ezeliliği, neden- sonuç ilişkisinin zorunluluğu ve Allah’ın tikelleri bilmeyeceği (bilmesine gerek olmadığı) meselelerini ele almış, bu sorunlara yaklaşımının yanlış olduğunu iddia ederek Gazali’nin zındıklıkla itham ettiği Mutezile mezhebine mensup filozofların (Farabi, İbn Sina) bir nev’i gıyaplarında savunmasını yapmıştır. Tutarsızlığın Tutarsızlığı adlı eserinde İbn Rüşd’ün bu sorunlardan sonra en çok ele aldığı meselelerden biri de ruhun mahiyetine ilişkindir. İbn Rüşd bu eserinde Gazali’nin ruha ilişkin düşüncelerini de tenkit etmiştir.
İnsanın iki muhtelif unsurdan yaratıldığını ifade eden Gazali bedeni, varlığını sürdürmek için kendisinden başkasına (ruha) ihtiyaç duyan bir cisim olarak nitelendirir. Öte yandan beden, toprak tabiatlı olmakla birlikte bozuluş kurallarına tâbi unsurlardan oluşan mürekkep bir varlıktır. İkincisi ise tekil (mürekkep olmayan), nurlu, idrak edici ve eyleyici olan bir varlıktır (Gazali, 2010: 45). Ruh konusunda İbn Sina gibi düşünen Gazali, bedenin tek başına varlığını sürdürebilmesinin mümkün olmadığını ifade ederek bedeni ruhun mekânı değil, bir âleti olarak nitelendirir. Ona göre ruh, bedene yüklenmiş olmakla birlikte ona fayda ve feyiz vermiştir (Gazali, 2010: 49). Böylelikle sıradan bir cisim olan beden, ruh sayesinde etkin bir varlığa dönüşmüştür.
Ölümle birlikte ruhun bedenden ayrıldığı konusunda da filozoflar ittifak halindedir. Canlı varlığın hayati faaliyetlerinin sona ermesi anlamına gelen ölümden sonra beden eylemde bulunamadığından yeryüzündeki tüm olanaklardan yoksun kalmakta ve zamanla bozulup çürümektedir. Bundan da anlaşılıyor ki ruh, bedene canlılık veren ve onu yöneten bir yapıya sahiptir. Zira Mevlana’nın da ifade ettiği gibi ölüm hadisesinin gerçekleşmesinden sonra beden bir çöpe dönüşmektedir.
Ruhun tekil (Tanrı’nın ruhu), ezeli olduğu ve cisimsel olmadığı konularında filozoflar mutabıktır. Ancak ruhun cisimlere (bedenlere) yüklenmesi konusunda ruhun özelliklerine ilişkin başka soruların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu sorulardan en çarpıcıları şöyle ifade edilebilir? Ruh bir cisim değilse nasıl bedene yüklenebiliyor? Bedenlere yüklenebilmesi ruhun bölünüp parçalandığı anlamına mı gelir? Cisimlerin asli özelliği, uzayda yer kaplamasıdır. Uzayda yer kaplayan cisimsel varlıklar bölünebilir. Bu açıdan düşünüldüğünde beden bir cisimdir ve bölünebilir. Ancak ruh cisimsel bir varlık olmadığından bölünemez.
Gazali, ruhun cisimsel bir varlık olmadığını kabul etmesine rağmen bedenlere girince bölündüğünü ifade etmiştir. Allah için her şeyin mümkün olduğunu savunan Gazali için ruhun bölünmesi de imkânsız değildir. Ona göre, özünde tek olan ve bedenlere girince parçalanan ruhun niceliği artmakta ancak daha sonra (ölümün gerçekleşmesiyle birlikte) aslına rücu ederek diğer ruhlarla birleşip tekrar bütünlük arz etmektedir (İbn Rüşd, 2011: 46).
Kitlesel ve niceliksel büyüklüğü olmayan Bir’in bölünmesinin olanaksız olduğunu düşünen İbn Rüşd (2011: 47- 48) ise niceliği olmayan bir şeyin bölünmesinin olanaksız olduğunu iddia eder. İbn Rüşd’e göre ruhlar, yalnız yüklenenler bakımından çokluk arz etmektedir. Ancak bu durum ruhun, parçalandığı anlamına gelmez. Yalnız cisimler bölünebilir. Bir cisim olmayan ruh, iliniksel olarak bulunduğu yere göre bölünmekte ancak kendisi parçalanmamaktadır. Bu bakımdan ruh, ışığa benzer. Işık ancak onun kaynağı olan cisimlerin bölünmesiyle bölünüyor, cisimlerin yokluğunda bütünleşiyorsa ruhlar da böyledir. Işığın da, ruhun da kendisinin bölünmesi söz konusu olamaz.
Özetle ruh, madde içinde olup maddeden ayrı bir varlık yapısına sahiptir. Uzayda yer kaplamayan ruh bu bakımdan bölünemez. Bölünemeyeceğinden niceliğinin artması da söz konusu olamaz. Yalnız bir tane ruh vardır. Bu da Allah’ın ruhudur. Tanrı ezeli olduğundan ruh da ezelidir. Dolayısıyla ruh yaratılmamıştır. Zira Kuran’da ruhun bedene, üflenerek yükletildiğinden söz edilmektedir. Bu açıdan düşünüldüğünde tek bir beden için dâhi ayrı bir ruh yaratılmamıştır. Çünkü Allah, kendi ruhundan üfletmiştir. Bu bakımdan ruh ateşe de benzetilebilir. Bir mum, diğer mumu tutuştururken nasıl kendi ateşinden bir şey kaybetmezse Allah da kendi ruhundan üfleyerek kendisininkinden bir şey kaybetmez. Çünkü kayıp ancak parçalanma yoluyla olur. Bu durum ruhun cismani olmadığına da delil olarak gösterilebilir. Kendisi canlı olan ruh, girdiği bedenlere canlılık kazandırır. Bedenlere yüklenen ruhların en önemli nitelikleri, bilinç, irade ve duygu olarak sıralanabilir. Çünkü ruhsuz bir cisim ne bir öz bilince ne bir iradeye sahiptir ne de herhangi bir duygu durumunda olur.
Kaynakça
Gazali (2010). Yol, Bilgi ve Varlık, (Çev: A. Cüneyd Köksal), İstanbul: Sufi Kitap.
İbn Rüşd (2011). Tutarsızlığın Tutarsızlığı, (Çev: M. Hilmi Özev), İstanbul: BS Basın Yayın Dağıtım.