Haberlerde, Ankara Şehir Hastanesi’nde çalışan genç meslektaşımız, henüz iki aylık kadın doğum asistanı, Dr. Rümeysa Berin Şen’in’ yirmi dört saatlik nöbetini bitirdikten sonra sabahtan akşama kadar tam gün mesaiden sonra arabasıyla evine dönerken, yolda park etmiş bir kamyonun altında kalarak, çok genç yaşta kaybedildiğini büyük bir üzüntü içinde dinledik. Trajik video ve fotoğraflarını defalarca izledik. Olay, başta ailesi, çalışma arkadaşları, meslektaşları ve vatandaşlar olarak hepimizin yüreklerini dağladı. Hepimiz çok üzüldük. Mekanın cennet olsun genç meslektaşım, nurlar içinde uyuyasın.
Asistan gençlerimiz, bu trajedi sonrasında, ülkemizin pek çok yerinde, çalıştıkları hastanelerinde toplantılar yaptılar. Kürsülerde üzüntülerini ifade ederek, sıkıntı, dert ve sistemden istediklerini bu kez daha yüksek sesle ifade ettiler. Daha sonra ne mi oldu, ya da ne mi olacak? Ben size söyleyeyim. Hiç bir şey olmayacak. Zaman içinde olay küllenmeye bırakılacak. Gün geçtikçe, diğerleri gibi unutulup gidecek. Tıpkı hastanelerde, acil servislerde, saldırıya uğrayıp darp edilenler, bıçaklanıp hatta tabancayla kahpece öldürülenlere olduğu gibi. Çok üzgünüm, ülkemizde hele de sağlıkçıysa, yaralanan yaralandığıyla, ölen öldüğüyle kalıyor. Siz bundan emin olun ki, hocaları, genç asistan arkadaşlara, ‘aman daha dikkatli araba kullanın, yollarda telef olmayın’ diyerek nasihatlerde bile bulunacaklardır. Hepsi bu kadar.
Geriye doğru baktım da, Ankara Tıp Fakültesi’nden mezun olalı, kırk yedi yıl olmuş. Fakültede, kadın doğum asistanlığımızın ikinci gününde, ben ve arkadaşım, biz iki çömezi, genel cerrahiye rotasyona gönderdiler. Cerrahide, nöbetler haftalık olurmuş. Biz de orada çalışmaya ve haftalık nöbetlere başladık.
Genel cerrahi kliniğinde nöbetler, bir cuma sabahında başlayıp ertesi cumaya kadar bir hafta süreyle devam ediyordu. Ekipte bir kıdemli, iki orta kıdemli ve bir de kıdemsiz asistan, üç cerrahi katını aramızda bölüşür, yoğun bakımları üstlenir, gündüz ameliyatları yerine, acil gelen vakaların ameliyatlarına girer, gece gündüz kıdemliler konsültasyonlar için biz kıdemsizler cut-down açmaya, başka klinik binalarına giderdik. Nöbet bitimindeki cuma sabahında, normal günlük ameliyatlara girdikten sonra yeni yatan hastalar, dosya ve yazı işlerini tamamlayıp, akşamın geç saatlerinde evlerimize ancak dönebilirdik.
Haftalık nöbetlere gelirken çantamıza, çamaşır, tıraş aletleri, kolonya, mendil, çorap, artık nöbette ihtiyaçlarımız için ne varsa doldurup getirirdik. Kağıt havlu, mendil, şampuan, hatta tuvalet kağıdını bile. Maaşa yeni geçmişiz, henüz arabam yok. Nöbet çıkışı, Ankara Dikimevi durağında, otobüs beklerken kendimi Ulucanlar Cezaevi’nden yeni çıkmış mahkumlar gibi hissederdim. Etrafta bir dünya ve onun yaşamı var, ben de onun içine doğru girmeye çalışıyorum. Sonunda, altı aylık rotasyon bitince, kadın doğum kliniğinde günlük nöbet sistemine geçerek, az da olsa rahatlamış olduk. Arada bir nöbetlerden yakındığımızda hocalarımız bize, kendi asistanlık zamanlarında on beş gün, bir ay süren nöbetleri olduğunu, hatta radyum çubuklarını yastıklarının altında sakladıkları öykülerini anlatılarak halimize şükretmemizi öğütlerlerdi.
Asistanlık zor ve meşakkatli ancak geçici bir süreç. Hiç kimse devamlı asistan olarak kalmıyor, sürenin sonunda uzman oluyor. Hatta daha da ilerisi oluyor. Dostlarımızın kulakları çınlasın, kıdemli büyüklerimiz, asistanlar ve öğrencilerimiz arasından, başhekim, belediye başkanı, milletvekili, sağlık bakanı, meclis başkanı, öğretim üyesi, dekan ve rektör olanlarımız bile oldu. Aramızdan bazılarını, üzülerek sonsuzluğa uğurladık. Bu uzun yıllar içinde, nöbetler ve asistanların ağır çalışma koşulları değişti mi? Maalesef, pek değişmedi arkadaşlar. Hatta ben bunu bir dörtlüğümde bile yazdım.
Dava,
Hani birileri davayı,
Alıp da sırtlanacaktı?
Çıktı kendileri yükseklere,
Dava mı, o kaldı yerlerde.
Bunları, ‘biz şöyleydik, bizim zamanımızda asistanlık böyleydi’ diye yazmıyorum. O günden bu güne ne değişmiş, bakıp da görün diye yazıyorum. Ne değişmiş, ‘hiçbir şey’ arkadaşlar.
Biz doktorlar, genellikle bireysel çalışırız. Hastalarımız bireysel, muayene, tetkik, girişim ve tedavilerimiz bireysel. Bunu sadece ben mi söyleyip yazıyorum. Sağlıkta dönüşüm programını geliştirip, ortaya sürenler de söylüyorlar. Bazılarımız, hala birbirinin, yan yana çalıştığı kader birliği yapmak durumunda olduğu arkadaşının, kuyusunu kazmakla meşgul. Hele de şu performans sistemi ortaya çıktıktan sonra.
Bugüne kadar birlik olup da, hangi haklarımızı almışız? Hastane bahçesinde tabip odasının toplantıları olur. pek çoğumuz katılmaz, bazılarımız odasının penceresinden izlemekle yetinir. ‘Yarın boykot olacak, poliklinik ve ameliyatlar bir günlüğüne duracak’ denir. ‘Benim yarın randevulu ameliyatım var, ben ameliyatıma girerim arkadaş’ diyen meslektaşlarımız olur, hep olmuştur. Nasreddin Hocanın, ‘Timur’un fili’ öyküsünde olduğu gibi, ‘haydi yürüyelim arkadaşlar’ dediğinizde, bir kaç inanan dışında, arkanızda çok fazla kimse olmaz.
‘Ağlamayan çocuğa meme verilmez’ diye bir deyişimiz bile var. Gelecek yazımda, bir fikir vermesi için, konuyla direk ilgisi olmasa da size, başarıya ulaştıktan sonra, çocuk yaşta öldürülen bir sembol direnişçinin öyküsünü anlatacağım. Tüm sağlıkçılar olarak, asistanlarımızın yanında yer alıp, birlik olarak hep birlikte ağlasak mı acaba.
29 Ekim, Cumhuriyet Bayramı, bizim en büyük bayramımız hepimize kutlu olsun.
4 yorum
Ah hocam ahh. Bindik bir alamete gidiyoruz kiyamete. Ne inebilirsin donus yok geriye. Ne ilerleyebilirsin bundan sonra ki duvarlar cok yuksek artik. Gerci genclerin duvarlari asma hedefi de yok ya. Duvarin golgesi yetiyor da artiyor onlara
Yüreğinize sağlık Sayın Dr Güner.
Selamlarımla 🌻
Biz birlik olmayı başaramayan direnmeyi hiç bilmeyen haklarımızı savunmaktan aciz bir grubuz kimse kusura bakmasın biz buyuz sistemi sorguluyoruz değişsin diye çaba gosterdikmi hayır sistem bozuk tamam ama kendi kusurlarımızı zayifliklarimizi asla görmemezlikten gelmeyelim
1883-84 de Ankara tıpta intörn iken cerrahi stajında bunları yaşadım sayın hocam.Bu insafsız ve izansız nöbete fıçı nöbeti diyorlardı.Üzerinden kırk yıla yakın bir zaman geçti,değişen hiçbir şey yok.Üstelik hiç olmazsa o zamanlar böylesi şiddet,hakaret yoktu.Zaman içinde herşey çok daha kötüye gitti.O yüzden artık kimse genel cerrahi,kalp damar cerrahı,beyin cerrahı,kadın doğum uzmanı olmak istemiyor.Bu gidişin biz hekimler dışında kimsenin gördüğü ya da umursadığı yok.Bunlar daha iyi günlerimiz..