Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’nin ve diğer yetkililerinin muhtemelen kamu oyu yaratabilmek için “Çernobil Nükleer felaketi yeniden yaşanabilir”, “Nükleer santral patlarsa Avrupa’nın sonu olur” yolundaki demeçleri ve konunun uzmanı olmayan bazı akademisyenlerin medyaya yer alan son derece yanlış mesajları ve bilimsel bağlamda kabul edilemeyecek senaryolar üretmeleri toplumda kaygı yaratmakta ve var olan “radyasyon fobisini” körüklemektedir. Bu nedenle aşağıdaki açıklamayı yapma ihtiyacını duydum.
Çernobil Santralinin bulunduğu yöre, Ukrayna’nın Belarus sınırına son derece yakındır. 1986 yılındaki reaktör kazası sonucunda, ortama yayılan radyoaktif maddeler nedeniyle, santral çevresindeki geniş bir alan yerleşime kapatılmış olduğundan, bu bölgede yerleşik bir askeri savunma hattının olmaması son derece olasıdır. Dolayısıyla, Rusların Ukrayna’yı işgalinde bu hattı kullanmaları doğaldır ve askeri bağlamda stratejik bir karardır. Kaza sırasında reaktör çevresindeki alana yayılan radyoaktif maddelerin üzeri toprak ile kapatılmıştır. İşgalin hemen sonrasında radyasyon seviyesindeki çok az artışın, tank ve diğer ağır taşıtların yolları üzerindeki bu toprağı dağıtmaları ve radyoaktif maddelerin yüzeye çıkması olabilir.
Çernobil’de bulunan 4 reaktör ünitesinden, kazada zarar görmeyen üçünün işlevine 2000 yılı başlarında son verilmiştir. Reaktör kalplerinden çıkarılan yakıt çubukları hala soğutma havuzlarında bekletilmektedir. Patlamanın yaşandığı ünitede ise son derece yüksek aktivitede radyasyon içeren nükleer yakıt reaktör kalbinin dışına taşmıştır. Bu yakıtın üzeri EKOR adı verilen ve radyoaktif maddeleri hiçbir şekilde dışarı sızdırmayan silikon-polimer içerikli bir köpük ile tamamen kaplanmıştır. EKOR’un tam içeriği bilinmemektedir. Su geçirmez yapıdaki bu koruyucu madde her türlü korozyona ve aleve karşı dayanıklıdır. 200 – 300 yıl boyunca özelliklerini muhafaza etmesi beklenmektedir. Yakıtın radyasyona karşı zırhlanması ise tüm ünitenin beton ve çelikten oluşan ark şeklinde bir koruyucu lahit içerisine alınmasıyla gerçekleştirilmiştir. Bu ünitenin uzunluğu 257 metreye, yüksekliği 167 metreye, ağırlığı ise 36.000 tona ulaşmaktadır.
Böylesine bir koruma altına alınmış reaktörün çevresine tehlike yaratacak radyasyon yayması mümkün değildir. Çernobil şehrine turistik geziler düzenlenmektedir.
Diğer ünitelerden yakıt çubukları çıkarıldığı için reaktörün bu ünitelerden kaynaklanacak bir nükleer felaket yaratması da düşünülemez. Rus askerlerinin koruyucu lahite yönelik saldırısı ise hiç mantıklı değildir, en başta kendilerinin de etkileneceğini mutlaka düşünürler. En kötü senaryo ise soğutma havuzunun ve diğer radyoaktif bulaş içeren maddelerin bulunduğu depolara isabet edecek bombalardır. Bu durumda ciddi çevresel kontaminasyonlar ortaya çıkacak ama diğer ülkeleri tehdit edecek bir nükleer felaket söz konusu olmayacaktır.
Rus işgalcilerin ülkenin stratejik alt yapılarını ele geçirmeye çalışmaları maalesef savaşın bir başka boyutudur. Ruslar, bu bağlamda Ukrayna’nın bir diğer nükleer santrali olan Zaporozhskaya’yı da kontrolleri altına almışlardır.
En güvenilir haberler Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (International Atomic Energy Agency – IAEA) yetkililerinin hemen her gün yaptıkları basın açıklamalarında yer almaktadır. Buna göre her iki santralde de nükleer felaket oluşturacak bir durum söz konusu değildir. Rus uzmanların bu santrallere geldikleri, reaktör operasyonlarına karışmamakla beraber danışmanlık faaliyetlerinde bulundukları bildirilmektedir. Rus ve Ukrayna nükleer yetkililerinin IAEA ile iletişim içerisinde oldukları da ifade edilmektedir.
Çernobil’deki güç hatlarının zarar görmesine bağlı olarak ortaya çıkan elektrik kesintisi nedeniyle enerji ihtiyacının dizel jeneratörlerden sağlandığı ve soğutma havuzlarında, suyun yeterli olması nedeniyle sorun yaşanmayacağı daha önce açıklanmıştı. En son haberde güç hatlarının tamir edildiği bildirilmektedir.
IAEA yetkilileri, Zaporozhskaya santrali personelinin çalışmalarını psikolojik baskı altında sürdürdüklerini dile getirmiş ve bu durumun santralin güvenli bir şekilde işletilmesi için gerekli olan kararların personel tarafından alınmasında sorunlar çıkarabileceğini dile getirilmiştir.
IAEA Direktörü Rafael Mariano Grossi’nin, Ukrayna’daki nükleer santrallerin güvenilir bir şekilde çalışmaları için önerdiği bir iş birliği anlaşmasının, Rus ve Ukrayna dış işleri bakanlarının Antalya’daki toplantısında tartışıldığı bildirilmektedir.
Ancak, üzerinde durmak istediğim ayrı bir husus, Putin’in “Ukrayna, Sovyetler Birliği’nden kalan altyapı ve Batı’nın teknolojik desteğiyle kolaylıkla nükleer silah geliştirebilir” yönündeki mesajıdır. Bilindiği üzere, reaktör kalbinde bulunan Uranyum yakıt çubuklarında süreç içerisinde nükleer silahlarda kullanılan Plütonyum radyoaktif maddesi ortaya çıkmaktadır. Reaktörün 30-40 yıl süren ömrü sonunda çıkarılan bu çubuklar, ilave zenginleştirme işlemlerine tabi tutularak daha fazla Plütonyum elde edilmesinde kullanılmaktadır. Ruslar, çok daha kısa sürelerde Plütonyum elde edecekleri zenginleştirme teknolojilerine (Mayak tesisi gibi) sahiptirler. Dolayısıyla santrallerin ele geçirilmesindeki bir başka amacın uranyum yakıtlarının kontrol altına alınması olabilir.
Ukrayna, Amerika Birleşik Devletleri firması olan Holtec International ile Çernobil etrafındaki yasaklı bölgede bir depolama ünitesi inşa etmiştir. 2020’de hizmete giren bu depolara kaza sırasında radyoaktif bulaşa maruz kalmış donanımlar yerleştirilmiştir. Firmanın kullanılmış yakıtların işlenmesinde gerekli olan donanımları satması, sanırım Putin’nin sözlerine açıklık getirmektedir (https://en.wikipedia.org/wiki/Chernobyl_Nuclear_Power_Plant).
Prof. Dr. Doğan BOR