Liyâkat lügatte, “bir şeyin (nesnesine) uyması, yakışması, yaraşır olması, ilişkili ve uygun olması” anlamına gelmektedir. Örneğin, “elbisenin (birine) olması” (lâga bihi es-sevb) ‘kişiye yakışması ve uygun olması’ anlamındadır. “Bu iş sana uygun değil” (heze’l emru la yelîgu bike) denildiğinde iş/görev ile birey arasındaki ilişkisizlik, uyumsuzluk ve hak etmeyiş vurgulanmaktadır. İş ve görevde liyâkat ise verilen görevi başarı ile yapabilme yetisi olarak tanımlanabilir. Liyâkat ölçütünde bireyin kimliğinden öte bilgi, görgü ve becerisinin dikkate alındığı bir hak ediş söz konusudur. Dolayısıyla kendisine nispet edilen şeyin emniyet/güven içerisinde olduğunu vurgulayan bir kavramdır. Liyâkatin zıddı ise ihanet ve iltimastır. Kamu bürokrasisinin geleneksel hastalıklarından ve yolsuzluğun alt dallarından olan kayırmacılık, işe alma ve yükselişte memuriyet kadrolarının ganimet gibi yandaşlar arasında dağıtılması ve süreç içerisinde taraftar olacak kadroların oluşturulması olarak bilinmektedir. İltimas, siyasal sistemde ve kamu yönetiminde ciddi bir yozlaşma nedeni olarak bir tür kabilecilik zihniyetidir. Buradan hareketle iş ve görevlerin tahsisinde liyâkat dikkate alınmaz bunun yerine sadakat temel kriter olur ise kısa ve uzun vadede olumsuz etkisi yadsınamayacak bir takım sosyal, siyasî, ilmî, iktisâdî ve kültürel sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Bu sorunlardan önemli gördüklerimizi maddeler halinde şu şekilde tasnif edebiliriz:
- Sadakat, millete ya da kuruma değil bireye indirgenir. Bireylere sâdık olmayan ya da itaat etmeyen yetenekli kişiler elenir ve bireye sâdık olan yeteneksiz kişilerin statüsü yükseltilir.
- Sadakatin liyâkatten daha değerli görülmeye başlaması doğru, yanlış, iyi, kötü gibi değerlerin anlamsızlaşmasına ve kamusal alanda makuliyetin, eleştirinin, planlamanın ve öngörünün körelmesine neden olur.
- Sadakat kriterine göre bir göreve atananların liyâkat sahibi olmaması idarî hukuksuzluk ve yolsuzlukların nedenini oluşturur.
- Aslen ehil olanların ruhlarındaki hırs ve girişimcilik ruhu ölür ve işe olan bağlılıklar zayıflar.
- Nitelikli olanla niteliksiz olan arasında haksız bir eşitlik ortaya çıkar.
- Sadakat ölçütü yeterli görülüp hassas görevlere beceriksiz kişiler atandığında kötü yönetim kronikleşir, ulusal ya da uluslararası projelerin aksaması önlenemez.
- Liyâkat dikkate alınmaz ise ehil/yetkin insan faktörü önemsenmez ve benzerî nitelikte (beceriksiz) insanlara görevler emanet edilmeye devam eder.
- Sadakat kriterinde gerçek uzmanlık, bilgi, görgü ve yeterlilik görünmez olur, niteliksiz ve bilgisiz bireylerin görünürlüğü ve özgüveni artar. Niteliksiz/liyâkatsiz şahıslar ne kadar yetersiz olduklarının farkında olamazlar ve zamanla aldatıcı özgüvenlerini abartma eğilimi sergilerler. Vazgeçilmez oldukları kanısı içerisinde otokontrollerini kaybedip suçlarını/hatalarını meşrulaştırabilirler.
- Yetersiz ve liyâkatsiz bireyler, kendilerini üstün görmekten, ehil olmadıkları görevlere talip olmaktan, değerleri ihlal etmekten, her kararı sorgulamaksızın onaylamaktan rahatsızlık duymazlar.
- Niteliksiz kişilere yetkilerin tevdi edilmesi meşru olmayan iş ve faaliyetlerin artmasına neden olur. Zamanla da kanunlar; mevki, aidiyet ve nüfuza bakılarak uygulanmaya başlar.
- Ayrımcılık ve kayırmacılık eğitim ve istihdamda eşit fırsatların sağlanmasını imkânsız kılar. Eğitim kalitesi düşer, ehil bireyler umutlarını yitirir, liyâkat sahibi uzmanların göçü hızlanır.
- Yetkilerin kontrolsüzce dağıtılarak istismar edilmesi durumunda hesap sorma mekanizması işlevsiz hale gelir. Gerçekleri görmek istemeyiş bir davranış halini alır.
- Adalet, dürüstlük, eşitlik gibi etik değerler sadece grup aidiyetine indirgenmeye başlar. Mubahçılık, bizdencilik ve istismar kaçınılmaz olur.
- Mevki istismarı, toplum içinde yolsuzluğun normalleşmesine, yasal olmayan davranışların kanıksanmasına, etik değerlerin gerilemesine yol açar.
- Liyâkat dikkate alınmadığında statü sahibi azınlıkların hakları daha fazla gözetilir, toplumsal yapıda ekonomik uçurumlar ve kutuplaşmalar giderek artar, sosyal adalet zayıflar, ahlâkî yapı dejenere olur.
- Yetkililerin malî ve idarî performanslarına ilişkin periyodik raporlar önemsizleşir ve şeffaflık ilkesi gözetilmez.
- Yetkililerin işe bağlı performansları değerlendirilmezse halkın bu konularda bilgiye erişim imkânı giderek zayıflar.
- Yetkililerin performansını izlemek için bağımsız denetim organları işlevsiz hale gelir. Hesap verebilir olma bilinci gelişmez.
- Medyanın ya da kurumsal yapıların toplumsal bilinci sansürlemesi hedeflenir böylece kötü/liyâkatsiz yönetim anlayışı hâkim kültüre dönüşür.
- Zamanla halk, kişilerin güvenilirliğine (itaat) çok daha fazla odaklanır, aslî olan bilgi ve uzmanlığa daha az önem vermeye başlar.
- Belirli bir sınıf veya grup uzun süre yönetimi elinde tuttuğunda, makamların dağıtımında liyâkat ve adalet kriterleri gözetilmez. Sağlanan mevkiler, nüfuzu sağlamlaştırmak ve kişisel sadakati garantilemek için kullanılmaya başlar. İlerleme yerine standartlaşma, gelişme yerine (obez) büyüme hakim unsur olur.
- Adalet, liyâkat ve nitelik temel alınmazsa güç; baskı ve yozlaşmanın aracı haline gelir, kurumlar güvenilirlik ve etkinliğini yitirir.
- Halk, makamların kişisel çıkar uğruna istismar edildiğini gördüğünde devlete ve kurumlarına olan güvenini kaybeder.
- Bir liderin ya da yöneticinin uzmanlık, yetenek, bilgi, geleceği öngörme, karar alma ve sorun çözme vs. yeterliliklerine bakmaksızın astlarını sadakatlerine göre seçmesi, gelecek nesillerin bedelini ödeyeceği kamusal zararlara yol açar.
- Tek başına her şeye karar verme arzusu, farkında olmadan baskı ortamı oluşturur ve sonuçta birçok hataya, işlerin aksamasına ve iş çıktılarının kalitesinin düşmesine neden olur.
- Özellikle devlet memurlarının seçimi ve atanmasında liyâkat ve ehliyet dikkate alınmazsa devletin itibar ve prestijine, yerel ve uluslararası alanda gördüğü saygınlığa olumsuz yansır. Çünkü kamu görevlisi devletin aracıdır, onun gerçek tecellisidir ve halk devleti onun üzerinden görür.
- Sonuç olarak makamların istismarı sadece etik bir sapma değil, aynı zamanda toplum ve devlet için varoluşsal bir tehdittir. Çünkü mevkilerin kontrolsüzce sömürülmesi toplumların çöküşünün en temel nedenidir.
Bu durumu tersine çevirmek için hukukun üstünlüğüne dayalı güçlü sistemler inşa etmek, şeffaflığı ve hesap verebilirliği teşvik etmek, adalet ve eşitlik değerlerini yücelten etik kültürü yaygınlaştırmak, eğitim kalitesini yükseltmek, akıl ve bilime güvenmek tavizsiz önemsenmelidir. Gelişme, ilerleme, güven ve iş birliğini ikame etmek için iyi insanlar değil, en iyi insanlar seçilmelidir. Kaldı ki sadece sadakat ölçütü dikkate alınarak görev ve makamların belirli kişilere tahsis edilmesi ihanet ile eşdeğer bir anlam taşır. Bu minvalde Mâverdî (ö. 450/1058), bir kral/yönetici, devletlerin kurulması için gerekli olan yönetim aygıtını din, akıl, güvenilirlik, ehliyet ve hürriyet yönünden ehil olan kimseler arasından seçmeye çalışmalıdır, der. Çünkü ona göre sorumluluk verilen şahıs ehil ve güvenilir değilse ihanet eder ve ihanetin sonucunda toplum kapsamlı bir zararla veya kökleşmiş bir bozulmayla karşı karşıya kalır. Kişiler kendisine emanet edilen görevde ehil ve liyâkat sahibi değilse iş düzeni, güven ve sosyal birlik bozulur. Mâverdî bu nedenle iş birliğine dayalı denetim ve kontrol süreçlerinin toplumlar için önemli olduğunu özellikle vurgular. Ona göre hükümdar/yönetici tek başına her şeye yetişemez. Bu nedenle de yardımcılara ihtiyaç duyar. Yardımcılar onun için vücudun organları mesabesindendir ve bu organların sağlıklı olmaları gerekir. Bunun için hükümdar yardımcıların durumlarını sürekli takip etmeli, eğri olanlarını düzeltmeli, düzelme umudu olmayanlarını kesip atmalıdır. Yardımcılarını seçmeden önce iyice araştırmalı hatta niyetlerine ve maksatlarına vâkıf olacak derecede onları tanımalı ve bunun sonucunda herkese tabiatına ve yeteneklerine uygun işler vermelidir. Yardımcıları seçerken dikkat edeceği en önemli kıstas liyâkat ve ehliyettir. Kişileri yeteneklerinin üstünde veya altında bir göreve getirmemelidir. O, bu olguyu açıklama sadedinde bir takım temsilî vakıalara da işaret eder. Büzürcmihr’e “İçlerinde senin gibi birisi olduğu hâlde Sâsânî hanedanı nasıl istikrarsızlaştı?” diye sorduklarında o şu şekilde cevap verir: “Çünkü onlar, büyük işlerde çapsız işçilere başvurdular ve sonunda olan oldu.”
Maverdî’ye göre ehil olmayan kişilere, birilerinin araya girmesi ya da hatır için görevler verilmemelidir. Hatta yeterli ehliyete sahip değillerse oğullar babalarının makamına geçirilmemelidir. Eğer yönetici böyle bir tasarrufla oğlunu mükâfatlandırmak isterse mal vererek ödüllendirmeli kesinlikle devlet işlerinin başına getirmemelidir. Benzer şekilde Muhammed Gazzâlî de konunun önemine dair hayatî tavsiyelerde bulunur. Devlet başkanı sır tutmayı öğrenmelidir, liyâkat ehli olmalıdır, görevini Allah’a ibadet etmekle bir tutmalıdır, astlarıyla sıklıkla istişarede bulunmalıdır, zamanını farklı işler için taksim edip tüm vaktini sadece tek bir konuya odaklanarak geçirmemelidir, kifâyet ehli görevliler istihdam edip işleri ehil olanlara tevdi etmelidir, ehil olmayan birinin bir vazifeye getirilmesi için yapılan aracılıkları dikkate almamalıdır, bu evsaftaki kişilere olan maddî yahut manevî borçlarını onları ehil olmadıkları vazifelere getirerek değil, ya maddî ödeme yaparak ya da kendisine yakın kılmak kabilinden bir takım farklı ilişkiler geliştirerek yerine getirmelidir. Şu halde bir lider ya da yönetici astlarını sadakat, hürmet ve ilgiye göre değil, liyâkat ve yeterliliğe göre seçmelidir. Soy, akrabalık ya da yakınlık (itaat) nedeniyle yeteneksiz birini, bilgili, uzman ve kültürlü birine tercih etmemelidir. Zira işin uzmanına verilmesinin daha fazla zaman, özveri, emek, güç, başarı, gelişim ve maddî tasarruf sağlayacağını unutmamalıdır. Öyleyse Kant’ın felsefesinden ilhamla “bütün görevlerimize tanrısal buyruklar gibi bakmak”, en temel ilke olmalıdır.
Kaynakça
Ebü’l-Hasen el-Mâverdî Dürerü’s-Sülûk fî Siyâseti’l-Mülûk- Mâverdî’nin Siyâsetnâmesi, çev. Abdüsselam Arı. İstanbul: T.C. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, 2019.17.
Mutlu Yıldırım, “Kamu Yönetiminin Kadim Paradoksu: Nepotizm ve Meritokrasi”, CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi 11/2, (2013), 353-380.
Özgür Kavak, “XV. Yüzyılda Kahire’de Siyaset, Hukuk ve Ahlakı Birlikte Düşünmek: Ali Gazzali’nin Tahrîrü’s-sülûk fî tedbîri’l-mülûk İsimli Risalesi”, Dîvân Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi 20/39, (2015),122.
Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, thk. Abdulkerim el-İzbâvî. Kuveyt: 1990. 26/369.