Üniversiteler farklı devlet yapıları içerisinde ülkelerin hukuki mevzuatlarına göre kurulup şekillendikleri için yasal sınırlılıkları olan kurumlardır. Bu yüzden ülkelerin hukuki, siyasi ve ekonomik yapıları üniversitelerin idari yapısı ile beraber bilimsel yoğunluk alanlarını da belirlemektedir. Doğal olarak da ideal üniversite bir yönü ile bulunduğu ülkenin bilimsel ihtiyaçlarına en iyi katkıyı sağlayabilen üniversitedir diyebiliriz. Tabi ki üniversiteler bulundukları ülke insanının ihtiyaç duyduğu bilgi ve birikimi sağlarken insanlığın ortak ihtiyaçlarını da karşılamada etkili olabilmelidir. Çünkü çağımızda belli bir bölgede üretilen bilginin ve teknolojinin genel insani ihtiyaçlara göre evrensel bir nitelik kazandığı da görülmektedir.
Nitekim birçok üniversite öğrenim programlarını global düzeyde ürün ve siyaset üretme hedefini gözeterek oluşturmaktadır. Bu tür üniversitelerin sosyal ve siyasi çalışmaları uluslararası nitelikli çalışmalar olup programları büyük ölçüde farklı sistem analizleri üzerine kuruludur. Avrupa Birliği, Amerika, Çin gibi büyük ekonomi ve siyasi gücü temsil eden ve küresel rekabeti hedefleyen bazı ülke üniversitelerini bunlara örnek olarak verebiliriz. Kısacası ülke ekonomisinin büyüklüğü ve siyasetinin genişliği üniversite program ve yönetimlerinin sınırlılıklarını belirlediğini söyleyebiliriz.
Genel özellikleri itibari üniversitelerin programlarına bakıldığında bunların devlet, özel sektör ve uluslararası ihtiyaçları esas alan programlar oldukları görülür. Bu üç grubu birbirinden bağımsız düşünmek mümkün olmamakla beraber, programların yoğunlaştığı ihtiyaç grubu açısından bir farklılık oluştuğu görülmektedir. Doğal olarak bir üniversitenin hangi ihtiyaç sebebiyle kurulduğuna, bu ihtiyacı karşılamak için izlenen programın uygunluğuna bakmak gerekir. Programın uygunluğu ise kuruluş amaçları ve gerçekleştirilmek istenen hedeflerin başarı oranı ile ölçülebilir. İyi bir üniversite gerçek bir ihtiyaçtan doğan ve bu ihtiyacı en üst düzeyde karşılayabilen üniversitedir.
İhtiyaçlar değişken olduğuna göre üniversitelerin de değişkenliği doğaldır. Üniversitelerin doğal farklılığına rağmen, bilginin doğası gereği üniversitelerin bilgi amaçlı hedeflerini gerçekleştirebilmeleri için bilginin doğasına uygun bir program ve yönetime ihtiyaçları vardır.
Bilginin doğasına baktığımızda özgür düşünme ve özgür araştırmayı zorunlu kıldığını görürüz. Bu zorunluluk varlığın sonsuz parçalara ayrılabilmesi ve bu sonsuz parçalar arasında sonsuz ilişki ağlarının bulunmasından kaynaklanmaktadır. Doğal olarak öğrenilmiş bilgi öğrenme sürecine olumsuz etki yapmamalı; aksine öğrenmenin sürekliliğine katkı sağlamalıdır. Nitekim öğrenmemin önündeki en büyük engel öğrenilmiş bilginin öğrenme sürecini tıkamasıdır. Bu tıkanıklık sosyal bilimlerde taassuba, fen ve diğer pozitif bilimlerde ise donukluğa yol açmaktadır. Kısacası üniversite bilgi öğreten bir kurumdan çok bilgi üretilen bir kurum olmalıdır.
Pozitif bilimlerin dışında kalan sosyal bilimler alanında daha çok değerler eğitiminin öne çıktığı görülmektedir. Değerler eğitimi ise büyük oranda devletlerin kuruluş amaçları ve bu amaçlarla özdeşleşmiş değerler etrafında şekillenmektedir. Bu değerler toplumların hukuk yapısı ile beraber örf adetlerinin yanı sıra siyasetin öngördüğü değerleri de içermektedir. Nitekim çağdaş uygarlık hedefi, siyasetin öngördüğü bir hedef olup eğitim politikalarının ve üniversite programlarının şekillenmesinde önemli bir etki yapmaktadır. Bu yüzden siyaset ve üniversiteleri birbirinden tamamen ayırmak mümkün değildir. Doğal olarak bu durumda siyaset ile üniversite arasındaki ilişkinin sınırları üzerinde düşünmek gerekir.
Makul olan siyasetin üniversitelerde üretilen bilgiden beslenmesidir. Bunu için de siyasetçilerin üniversitelerde üretilen bilgiyi sentezleyerek siyasi projeye dönüştürmeye çalışması gerekir. Bu ise çok geniş bir siyasi vizyon ve misyonu gerekli kılmaktadır. Ancak durum büyük oranda bunun tam aksine gerçekleşmekte ve üniversiteler siyasetin taleplerini öğrenim programlarının amacı haline getirmektedirler. Bu da üniversitelerin siyasallaşmasına ve siyasi çatışmaların merkezi haline dönüşmesine yol açmaktadır. Üniversitelerin demokratik bir yapıya kavuşamamalarının en temel sebebi de budur.
Anayasa gereği demokratik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin en üst düzey öğrenim kurumları olan üniversitelerin yönetimlerinin belirlenmesinde demokratik bir usule uyulmaması tam bir çelişkidir. Bu çelişkinin oluşmasındaki en büyük etken ise üniversitelerin siyasallaştırılmasıdır. En üst düzeyde öğrenim görmüş olan üniversite öğrenci ve hocalarının kendi rektör ve dekanlarını seçememelerinin başka makul bir izahı yoktur. Bu durum doğal olarak üniversite öğrenci ve hocalarının bilimsel etik ve demokratik kültürden uzak oldukları şeklinde bir yargının oluşmasına yol açmaktadır.
Bu yanlış algının giderilebilmesi için dekanların ve rektörlerin öğretim üyeleri ile görevlileri tarafından seçildiği, öğrencilerin de yönetime aktif olarak katılabildiği bir model geliştirmek gerekir. YÖK’ün Rektör ve dekan seçimlerindeki yetkisi Yüksek Seçim Kurulu’nun yetki ve sorumluluğuna benzer şekilde düzenlenmelidir. Bunun için de YÖK’ün üniversitelerin özerkliğini ihlal edebilen idari bir makam olarak değil, sadece koordine edici, düzenleyici ve denetleyici bir makam olarak yeniden yapılandırılması gerekir. Sonuç olarak ideal üniversitenin demokratik yapıya sahip, milli ve de insani ihtiyaçları karşılamayı hedefleyen bilimsel ve etik değerlere bağlı üniversite olduğunu söyleyebiliriz.