Yakın tarihimize baktığımızda Tıbbiye-i Şahane döneminden başlamak üzere ülkenin gelişimine yönelik girişimlerde, doktorlar daima öncü rolü oynamışlardır. Çünkü bizler, diğer tüm mesleklerden farklı olmak üzere insanın bedeni ve duygusal özelliklerindeki hastalıkların tedavisinde doğrudan muhatap olan ve bu değişimleri hastalarla bizzat birlikte yaşayan, sevinçler yanında üzüntüleri de doya doya özümseyen konumdayız. İnsanlara şifa vermede Allah’ın yeryüzündeki halifesiyiz. Zamanla da insan yaşamının önemi yanında maddiyatın önemsizliğini, kalp kırmanın ve yıkıcı ihtirasın gereksizliğini de iyice gözlemekteyiz. Bizim için hastamızın gülmesi ve sözle olmasa bile gözleri ile bize teşekkür eder gibi yapması ve sevecen bakışları, hiçbir maddi değerle değişilmeyecek mutluluk ve yaşam kaynağımızdır. Herhangi bir meslekte yüzde 10’luk bir bozulmuşluk ve mesleğini kötü kullanma göze batmaz ve tolere edilebilirken, hekimler içinde 1/1000 lik bir istismarcının varlığı hemen acımasız bir eleştiri yağmuru ile karşılanır ve nedense tüm hekimler suçlanır ve aynı kefeye konarak insafsızca yargısız bir infaz uygulanır. Çünkü biz doktorların başı kel!!!
On iki Eylül 1980 darbe yönetimi zamanında Türkiye’deki hekim sayısı oldukça az ve hekimler cansiperane çalıştıkları halde, sağlık sisteminin yetersizlikleri, yapılan işin ağırlığı ve özveriler yanında maaşlarının düşüklüğü, teknik aletler ve sağlık malzemelerinin perişanlıkları hiç göz önünde bulundurulmadan, tüm bu olumsuzlukların suçlusu doktorlarmış gibi, kamuoyunda doktorlar suçlanmış ve "Bayrağı kenarından tutturmayı istesek bizlerden para isteyecekler" diyecek kadar gerçeklerden habersiz ve ön yargılı bir yaklaşımla doktorlar hedef gösterilmiştir. Çünkü sadece biz doktorların başı kel!!!
Son 10 yıldır "Hasta hakları, varsa yoksa hasta hakları" diye bağırılmaya başlandı. Gerek Medimagazin’deki köşe yazılarımda hasta hakları yanında hasta sorumlulukları ve hasta yakını sorumlukları ile hekim hak ve sorumluklarının da olmasının şart olduğunu yaza yaza dilimde tüy bitti. Nihayet son birkaç yıldan beri bu hak ve sorumluklar birlikte değerlendirilmeye başlandı. Ancak bu arada büyük şehirlerimizde hekimlerin yaptıkları girişimsel işlemler nedeniyle olabilecek komplikasyonları, hekim hatası diye yorumlayarak ve ihtisaslaşmış sağlık mahkemelerinin olmamasından yararlanan ve tazminat davaları açmak üzere yapılanmaya başlayan avukatlık büroları türemeye başladı. Çünkü sadece biz doktorların başı kel!!!
İş yerinde tacize uğrama ile ilgili İngiltere’de yapılan bir araştırmada hekimlerin ve özellikle bayan hekimlerin yüzde 23’ünün, hemşirelerin ise yüzde 41’inin cinsel taciz diye tanımlayacağımız sözel ve/veya fiili tacize uğradıkları saptanmış. Hekim, aynı veya farklı cinsiyetteki hastası ile baş başa kalan, istismara en açık ve dolayısıyla tacizin en kolay uygulanabileceği bir mesleği yapmakta, fakat böylesi kolaylıkları olmayan diğer birçok mesleğe göre de taciz girişimine en az kalkışan konumdadır. Mesleğinin tüm güçlüklerine karşılık hekim, böylesi bir konudaki dirayeti ve sadakati nedeniyle kutlanması gerekirken, mesleğin dışındaki kişiler tarafından töhmet altında bırakılması ve suçlanması temeline dayanarak gerek medyada gerekse davalarda konu edilmesi, rencide edici olması yanında hekimi potansiyel suçlu konumuna getirmektedir. Çünkü sadece biz doktorların başı kel!!!
Altı yıllık bir üniversite eğitiminden sonra, düz bir işçi ile aynı, üstüne 4-5 yıllık bir ihtisas eğitiminden sonra ise ancak herhangi başka bir üniversiteden mezun bir çalışan ile aynı, bir tıp fakültesinde bir öğretim üyesi, başka bir sağlık kurumunda çalışan kendi öğrencisinin yarısı bir maaşa layık görülürken, biraz itiraz eder ve kısık sesle de olsa hakkını aramaya kalktığında, demagoglar tarafından ve utanmadan, halkın da gözüne baka baka "Paracı, paradan başka bir şey düşünmeyen" ilan edilmektedir. Çünkü sadece biz doktorların başı kel!!!
Hekime toplumda "Şifa vericiliği yönünden Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve bir nevi temsilcisi" gözü ile bakıldığından, düzgün bir kıyafette olması, süfli bir yaşamdan uzak durması, çocuklarının iyi bir okulda eğitim yapması, iyi bir semtte ve evde oturması, toplu taşıma aracı yerine bir araba ile işine gitmesi beklenir. Bu beklentiler karşısında mahçup olmamak için, şu anda hekim arkadaşların çoğu, bekâr da olsa, çoluk çocuğa da kavuşmuş olsa, yine ya anne-babasının takviyesine muhtaç durumdadır veya ek işler yapma durumundadır.
Bu zorluğunu vatandaşlar bilememektedir, çünkü maalesef Sağlık Bakanlığı medya aracılığı ile gerçekleri saptırmakta ve hekime verilen maaşın netini değil, vergilerin henüz kesilmemiş hali olan brütünü doktor maaşı olarak kamuoyuna bildirmektedir. Bu yanlış bilgiler de hasta ve yakınları tarafında oluşan ön yargılar temelinde saldırılara ve her türlü sağlık işlemlerindeki aksaklıklarda hekimleri suçlu bulmaya yol açmaktadır. Gün geçmiyor ki sağlık çalışanına saldırı haberleri olmasın. Çünkü sadece biz doktorların başı kel!!!
Gerek hekimlerin ve gerekse hakimlerin tabi oldukları yasa maddelerinin içerikleri hemen hemen aynı (Bk. Medimagazin Sayı 286, 26-06-2006, "Hâkim ve Hekim Her İkisi de Bağımsız ve Ayrı Yasalı Olmalı"). Hâkimler ve hekimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Ancak bu iki grup meslek mensubu, karar verme özellikleri benzer olduğu halde, yaptıkları işin denetlenmesi yönünden farklı yasalara tabi tutulmaktadırlar. Örneğin; hekimler için dikkat eksikliği, özen eksikliği ve ihmal için kullanılan taksirli suç diye bir kavram söz konusu iken, bu kavram hâkimler için söz konusu değildir. Ve hekimin taksirli bir davranışı, maalesef TCK Madde-22’de şoförler ile aynı kefeye konulmuş bulunmaktadır.
Yargıçlıkta, hekimlikte olduğu gibi taksirli bir davranış söz konusu olmamakta, ancak yargıçların müfettişler tarafından denetlenmesi ve puanlanması söz konusu olmaktadır. Yönetmelikte, yargıcın "kişisel ve sosyal özellikleri" yanında "mesleki bilgi ve çalışması" da denetlenip puanlandırılmakta ve Teftiş Kurulu tarafından son değerlendirme yapılıp nihai puan verilmektedir. Bu nihai puana göre de yargıcın terfileri ile gerekirse uyarma cezası ile meslekten ihraca kadar farklı cezalar verilmektedir. Ancak bunlar arasında mesleki ihmal veya hatalar nedeniyle, biz hekimlerde olduğu gibi, hasta veya yakınlarının hakaretleri söz konusu olmamakta ve TCK’nın 22’nci maddesine bağlılıkları olmadığından davalı veya davacılar tarafından davalar da açılmamaktadır.
Hiçbir yargıcın bir kişinin mesleğini, ailesini, çoluk çocuğunun durumunu, tutuklanınca ülkeye olacak zararı, mesleğini engellemekle oluşacak zararları düşünerek karar verdiğini zannetmiyorum ve hiç duymadım. Bu konuları hatırlatan veya bu zararları göz önünde bulundurarak hakimin vereceği kararlara müdahale etmek üzere yönetmelik çıkaran bir girişim olduğuna değil, düşünüldüğüne dahi şahit olmadım. Buna karşılık SGK kurumu devreye girdiğinden beri dozu her yıl daha da artmak üzere ve sağlık harcamaları bahane edilerek hekimin tedavi kararına müdahale edilmekte, reçeteye yazacağı ilaç 4 kalem ile sınırlanmakta, ilaçlar belirli ihtisas dallarına sınırlanıp tedaviden sorumlu hekim başka bir branş hekimine muhtaç hale getirilmekte, hele hele pratisyen hekimlerin mesleklerini uygulamaları iyice sınırlandırılmaktadır. Çünkü sadece biz doktorların başı kel!!!
Devlet hesabına okuyanlara uygulanan mecburi hizmet kuralı, okul kayıt ücretlerini her yıl kendisi ödediği ve bu eğitim özelliği, diğer tüm fakültelerinki ile aşağı yukarı aynı masraf özelliklerinde olduğu halde sadece tıp fakültesi mezunu olan Pratisyen doktorlara MECBURİ HİZMET söz konusu. Haydi bunu "Doktor ihtiyacı" kamuflajına dayanarak kabul edelim. Fakat 657 sayılı Personel Yasası’na bağlı olmak üzere kadrolu memur olarak ve tüm memurlar gibi bilfiil hizmet verilerek yapılan maaşlı olan uzmanlık eğitimine tekrar bir mecburi hizmet uygulamasını benim mantığım bir türlü çözemiyor. Halbuki doktorluk dışında hiçbir meslekte ne master ne de doktora eğitimlerine karşılık herhangi bir mecburi hizmet söz konusu değildir. Üstüne üstlük, gerek sosyal imkânları, gerekse mesleki olanakları yönünden mahrumiyet bölgelerine giden asker veya emniyet görevlisi o bölgede kaç yıl kalacağını, kaç puan alacağını ve hangi bölgeye tayin edileceğini bildiği halde, nedense sadece doktor hiçbir bilgiye sahip olmamakta ve geleceğini göremediğinden, mecburi hizmeti süresince büyük bir mutsuzluk ve geleceğinden güvensiz çalışmaktadır. Çünkü sadece biz doktorların başı kel!!!
Daha az eğitim süreleri olduğu halde doktor dışı tüm mesleklerin maaşları, daha riskli ve daha uzun süreli olan doktorluğun maaşlarından hem çok daha yüksek hem de bu maaşları emekliliklerine yansımaktadır. Doktorlara ise hem maaşlar daha düşük verilmekte hem de büyük söylemlerle verilmekte olan primler ve döner sermaye katkıları ise özlük hakkı olarak emekliliklerine yansıtılmamaktadır. Çünkü sadece biz doktorların başı kel!!!
Devlet memurluğunda çalışanların çoğu eş durumu nedeniyle sorun yaşamamakta ve parçalanmış aile durumuna düşmemekte, doktor ise nedense daha sık parçalanmış aile ve anne veya babasından uzak çocuk büyütmek zorunda kalmaktadır. Çünkü sadece biz doktorların başı kel!!!
Aklıma gelen son bir haksızlık da üniversite öğretim üyelerinden tıp fakültesi dışındakiler ek birer iş yapabildikleri halde (özel kurum-fabrika danışmanı, hukuk müşaviri olma, inşaat proje hazırlayıcı veya uygulayıcısı vs.) neden sadece tıp fakültesi öğretim üyelerinin ek iş yapmaları ve ek olarak kendilerini tercih edecek hastaları muayene etmeleri veya tıbbi teşhis ve tedavilerini yapamamaları ve engellenmeleri olmuştur. Çünkü sadece biz doktorların başı kel ve kabak kelin başına patlar!!! Sayın meslektaşlarımın da muhakkak kel oldukları durumlar olmuş ve olmaktadır!!!!!