Sevgili arkadaşlarım, sayın Prof. Dr. Haldun Güner’in köşe yazısını okuyunca, hocamızın anlattıklarının yabancısı olamadığımızı hepimiz biliyoruz. Buna benzer hatta çok daha fazla etik dışı olaylar maalesef üniversitelerimizde olmaktadır, duyuyoruz. Hocamızın anlattığı ve kişilik sahibi bir dekanın istifasına kadar giden bu olay bana başka olayları hatırlattı.
Profesörlük kadrolarının uzun yıllardan beri açılmadığı bir dönemdeyiz. Nihayet her anabilim dalına bir kadro açılır. X üniversitesinde idareciler tarafından kollanan 5-6 kişi vardır ve açılan kadrolar bunlar içindir; her anabilim dalında açılan kadrolara kimlerin atanacağını herkes bilmektedir. Hepsinin ataması 5-6 günde yapılır ve bu kişiler kendilerinden kıdemli olan (hatta onlara hocalık etmiş) kişilerden önce profesör olurlar.
Anabilim dallarından birinde ilan edilen tek kadroya başvurabilecek 8-10 aday vardır. Bu adaylar bir araya gelirler ve konuşurlar; aslında hepsi huzursuzdur; kadronun kime ait olduğu bellidir ve bir kısmı der ki, “şimdi bizler başvurursak üst makamlar önce usulde olmayan bir sözlü lisan sınavı yapacak ve bizi eleyecekler, biz de gururumuzun kırıldığı ile kalacağız, onun için en iyisi biz müracaat etmeyelim.” İki hanım aday ise başvuru yapmakta kararlıdırlar ve yaparlar. İsmi belli adayın ataması, diğerlerinde olduğu gibi bir haftada gerçekleşmez. Önce gerçekten tahmin edildiği gibi sözlü bir lisan sınavı yapılır. Sınav jürisinde bulunan hocalar özellikle de bayan olanlar tarafsızdır ve üç aday da elenmeden sınavı başarı ile geçerler; çünkü her üç adayın da Amerika ve İngiltere’de uzun süreli eğitimleri vardır. Hanım adaylardan birisinin 150, diğerinin 100 dış yayını varken, ismi belirlenen adayın dış yayın sayısı 25’tir. Dolayısıyla atama bir türlü gerçekleşmez. İki hanım aday 4-5 ay sonra YÖK’e giderek durumu anlamak isterler. Orda söylenen, hanım adayların dosyalarının daha iyi olduğu bu nedenle YÖK’ün karar vermekte zorlandığı, çünkü rektörün hergün telefon ederek malum kişinin profesör yapılmasını istediğidir. Sonuçta ne olur biliyor musunuz? Bir kadro ilan edilmesine rağmen üçü birden profesör kadrosuna atanır. Çünkü bazı kişiler vicdan sahibidir.
Başka bir olay da şöyle: Y üniversitesinde bir anabilim dalında yine tek kadro ilan edilir ve kim için olduğu bellidir. Aynı yerde o kişiden daha kıdemli olan diğer birisi daha vardır ve onun yayınları çok fazla iken ismi belli adayın 1 (bir) dış yayını vardır ve diğerinin ilk isim olduğu bir yayınına lütfen konmuştur. Ama hanım olan esas adayın eşi, akademik ortamda çok yüksek bir yerdedir ve elbette hanım aday profesör olur. Cuma günü atama yapılır, cumartesi günü hanım profesörle eşi seyahate çıkarlar, arabaları ile kaza yaparlar, her ikisi de ölür. Hanım profesöre bir kere bile “profesör” diye imza atmak nasip olmaz. Çünkü Allah affetmez. Daha sonra diğer kişi profesör olur. Bu kişi halen işinin başındadır ve arkadaşları tarafından “genius” olduğu söylenir.
Örnekler daha çoğaltılabilir. Bunlar bana kalırsa en hafif olanlardır. Daha başka neler neler maalesef üniversitelerimizde olmaktadır (iftira atmalar, karalamalar, olmayan dedikoduları üreterek insanları yıpratmak gibi).
Halbuki üniversiteler bilim yuvalarıdır, bilimsel kişiliğine ve ahlakına göre insanlar değerlendirilmelidir. Hele “tıp” gibi mükemmel kişilik yapısına sahip olunması, hatır-gönül-menfaat ilişkisi olmaması gereken yerlerde bu tip olayların görülmesi son derece üzücüdür. Bu gibi etik dışı davranışları sergileyen profesörlere ne kadar inanabilirsiniz? Acaba bu kişiler başka yerlerde başka ne gibi haksızlıklar yapıyorlar veya yapanları kolluyorlar? Bu insanlara saygınız kalır mı? Bunlar gerçekten “doktor” olabilir mi? Saygılar.
12
önceki yazı