Koronavirüs pandemisi varlığını, mutasyona uğrayarak ve bulaştırıcılığını artırarak tüm hızı ile devam ettiriyor. Virüs belasından kurtulmanın en emin ve kestirme yolu tüm dünyayı aşılamak. Bunu biliyoruz ancak yeterince aşı olmadığı için gereğini yapamıyoruz. Yeterince aşı yok çünkü yeterince üretemiyoruz. Neden mi?
Aşıyı bulan ve patentini alan firmaların yeterli üretim kapasiteleri yok. Bu konuda altyapısı olan ülkelerin ve firmalarında üretim yapması gerekiyor. Ancak aşı dediğin ticari bir meta, her kim üretecek ve satacak ise patent sahibi firmadan izin alması, yani bir bedel ödemesi gerekiyor. Bu bedel çok olduğundan mıdır bilinmez, şimdilik üretim patent sahipleri ile sınırlı. Örneğin Rus Sputnik aşısı Türkiye’de üretilmek üzere bir anlaşma yapıldı ancak arkası gelmedi.
Dünya aşının ticari getirisi ile, hastalığın sebep olduğu canların maliyeti arasında sıkışmış kalmış durumda. Vahşi kapitalizm, pandemiye özel ve sınırlı olacak bir şekilde de olsa kurallarını esnetmek gibi bir niyeti yok. Bunu surda gedik açtırmak gibi görüyor olmalı. Tabii ki yeni nesil aşılar için üretim yapabilecek tesislerin hazır hale getirilmesi için zamana ihtiyaç var. Ama ne bileyim, içinde yaşadığımız dünyaya olan güvenimiz o kadar düşük ki, erk sahiplerinin kötülüğünü düşünmekten kendimizi alamıyoruz
İşin ilginç tarafı Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gibi kurumların istatistik tutmak ve temennilerde bulunmak dışında bir etkinlikleri yok. Bu kurumların kapitalizmin ve çok uluslu şirketlerin kurduğu düzeni korumak ve kollamak ile görevli oldukları artık gün gibi aşikar.
Eskiden beri bir düşüncem vardır, bu vesile ile paylaşmak isterim. Sağlık gibi insanın vazgeçilmez ve ikame edilemez varlığının ticarete konu olması gerçekten üzücü. Diğer taraftan türlü hastalıklara çare bulmak için yapılan arge çalışmalarının bir maliyeti olduğu da bir gerçek. Hatta araştırmaların sonunda para kazanma ihtimalinin, firmaları arge çalışmaları yapmaları konusunda teşvik edici olduğu söylenebilir. Benim aklımdan geçen çözüm şöyle;
Dünyada satılan her bir kutu ilaçtan %1’lik bir pay arge için bir havuza atılır. Yani bir liralık ilaçtan, 1 kuruşluk pay gibi. Bu paylar DSÖ’nün bir fonunda toplanır. Bu fon arge projelerine destek sağlar. Örneğin Pfizer-Biontech aşısı için yapılan çalışmalara Alman hükümeti destek sağladı ya, işte bu destek DSÖ tarafından sağlanır. İlacın bir patenti olmaz, altyapısı olan her ülke ve firma üretebilir ve pazarlayabilir. Bu defa satışlardan hem DSÖ arge fonlarına, hem de ilacı bulan firmanın hesabına pay ayrılır. Rakamlar ve oranları öylesine verdim, gerçek veriler eşliğinde güncellenebilir. Hangi sağlık konusunda destek sağlanacağına BM ile işbirliği içinde karar verilir. Hani projenin destekleneceğine ise DSÖ bünyesinde bağımsız çalışan uzmanlar kurulu karar verir.
Aklımdan hiç çıkarmadığım, yeri geldiğinde sorduğum ve cevabını halen alamadığım sorum ile yazımı bitireyim;
İki asır öncesine kadar dünyadaki üretimin %70’ni doğu coğrafyası sağlıyordu. Bir şekilde bu düzen devam etse idi, yani dünyanın hakim gücü doğu toplumları ve mantalitesi olsa idi, acaba patent diye bir kavram olur muydu, en azından ilaç sektöründe!?
1 yorum
Ah keşke olsa, ancak olmaz, izin vermezler. Kurallar böyleyse, oyunu bu kurallara göre oynamak gerekiyor. Çok çalışacağız, çok üreteceğiz.