Gün geçmiyor ki sağlık sistemi ile ilgili bir değişiklik gündeme gelmesin. Bir türlü düzeltilemeyen, her düzeltme girişiminden sonra daha da beter olan bir sistem! Bataklık kurutulacağı yerde daima sivrisineklerle mücadele ediliyor sanki.
Sağlık sisteminin sosyalleşme eğilimi takdir edilesi bir politika, tabi öyle ise. Devlet, her yurttaşının sağlığını korumak, eğitimini sağlamak ve Anayasal haklarını güvence altına almak zorundadır. Bu adı geçenler hiç şüphe yok ki demokratik sosyal devletin en temel olmazsa olmazlarıdır. İnsanların hastane kapılarında beklemeleri, tedavilerini yaptırmakta çoğu zaman güçlükle karşılaştıkları ortadadır. Bu durum herkes için elbette geçerli değildir; cebinde bolca parası olanlar ya da işini bilenler bir şekilde her şeyin en iyisini aldıkları gibi tedavinin de en konforlusuna kolayca ulaşabilmektedirler. Devlet, himaye etmek zorunda olduğu kesimi de hatırladı! Onlara yeşil kartlar verdi ve özel sağlık hizmetlerinden tüm pirim ödeyenlerle birlikte yararlanmalarının yolunu açtı. Bu arada kendisine yıllarca pirim ödeyenleri de artık hastane kapısında süründürmekten vazgeçerek, özel kurumlardan yararlanmalarını sağladı! Ancak birden bire fark etti ki her zaman olduğu gibi soyguna uğruyor. Hemen çözüm bulundu! “Paket” sistemi getirilerek devlet kendini korumaya aldı. Ancak bu sınırlandırmalar içinde bazı işlemlerin yapılabilmesi oldukça zor sonuçlar yarattı. Gerçekten yapılması zorunlu bazı tanı yöntemleri yapılamaz hale geldi. Hastanız yoğun bakım ünitesinde yatarken, ventilatör tedavisi gördüğü sırada kan gazı analizini eskiden her solunum modu değişikliğinde yapıyorsanız, artık günde bir kez ile yetinmek zorunda kalacaksınız. Mutlaka buna da bir başka çözüm bulunacak. Kurumlar, hasta bakmaya devam ettiğine göre bulunmuş olmalı diye düşünüyorum. Her köşe başında devlete sırtını dayamış hastaneciklerle doldu taştı ülke. Görünmüyor muydu sistemin kısa zamanda iflasa uğrayacağı? Yaşlı hanım anlatıyor “Evladım falanca hastaneye gittim, orada benim çok sevdiğim bir hemşire kızım var; kapıda karşıladı, beni kucakladı. Sonra bir sürü tahlil yaptılar, filmler çektiler. Çok ilgileniyorlar sağ olsunlar. Benim de can sıkıntım geçti, oradan Ayşe Hanım’a güne gittim!” Gerçekten durum bu. Sapasağlam insanlar güne giderken şöyle bir bu hastaneciklere uğrayıp muayene oluyorlar ve olmayan hastalıklar tedavi ediliyordu. Şu an farklı olduğuna hiç inanmıyorum. Bu durumu çözmenin yolu gerçekten ayaktan tedaviye ödenen ücretleri sınırlamak mıdır? Yoksa doğru dürüst bir sistem mi kurmaktır? Devlet akıllı buna şüphe yok, ama memuru da bir o kadar akıllı buna da şüphe yok. Hemen buna da bir çözüm yolu bulunduğundan eminim. Gelelim yeşil karta! Artık yeşil kartlı hastaların faturalarını tahsil etmek nerdeyse rüyalarda görülecek bir durum. Hastayı eğer yeşil kartlı ise kurumlar almak istemiyor. Kuruma ne diyeceksiniz? Üniversite hastanelerinin bir çoğunun devlet desteği almadığını ve döner sermaye gelirlerinin çok önemli kaynaklar olduğunu biliyoruz. Birçok üniversitede de öğretim üyelerine ve çalışanlara verilen döner sermaye katkı paylarının ödenememe noktasına gelindiği de bilinen bir durumdur. Hastaya mı acımalı, tam gün çalışan hekime mi, yoksa sözleşmeli çalışıp nerdeyse asgari ücrete çalışan hemşireye mi? Yoksa ekonomisi çökme noktasına gelen üniversite hastanelerine mi? Sağlık sisteminde bir kaçak varsa, bu kaçaktan cebine para girmeyenler ortada, girenler de. Araştırma fonlarının büyük oranda döner sermaye gelirlerinden karşılandığı düşünülecek olursa bu durumun ne çok zarar verdiğini görmemek mümkün değil.
Ben yine de umutluyum, gün gelecek herkes rahatça istediği hekime tedavisini yaptırabilecek, hastaya gerektiği kadar tetkik yapılacak, canla başla çıkar peşinde koşmayan hekim emeğinin karşılığını alacak ve şu an daha fazla hayal kuramıyorum, herhalde çok güzel şeyler de olacak. Ben de bunları görmeye ömrümün yetmesini istiyorum! Güzel ülkemin güzel insanı başına gelenlere bakma, her şeyin en güzeline fazlaca layıksın.