Sağlık Bakanlığı ve AB işbirliğiyle yürütülecek olan “İşçi ve İşveren Kesiminde Üreme Sağlığı Konusunda Farkındalık Yaratma Projesi” Ankara Hilton Oteli’nde haziran ayında yapıldı.
Toplantının açılışında konuşan Sağlık Bakanımız, ‘kültürel ve sosyal meselelerin devlet ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliğiyle aşılması gereğine işaret ederek doğum kontrolü, nüfus planlaması ve aile planlaması gibi tabirlerin sağlık camiasında rafa kaldırılmış tabirler olduğunu ifade etmiş. Devam edelim, “Her ne kadar mevzuatımızda bu tabirlerden bir kısmı hala varsa da, artık dünyanın geldiği nokta üreme sağlığı noktasıdır” diye ilave etmiş. Devlet zihniyetinin değiştiğini söyleyen Akdağ, “Ne kadar hizmet vermek isterseniz isteyin, bunu ‘sosyal erişebilirlik’ dediğiniz noktaya ulaştıramamışsanız, hizmet veremezsiniz. Bu iş sadece ‘vatandaşa kondom dağıtıyorum, hap dağıtıyorum’ demekle olsaydı, Türkiye’nin belli bölgeleri arasında bu kadar büyük uçurum açılmazdı” demiş.
Bu satırları, Medimagazin’in, 19 Haziran 2006 tarihli 285. sayısından aynen aktarıyorum.
Gazeteden okumaya devam edelim:
“Batılı toplumların şu andaki en büyük sıkıntısının ihtiyarlama süreci olduğunu ve çalışan nüfusun, bakmak zorunda olduğu nüfusun arttığını kaydeden Akdağ, Türkiye’de doğurganlık yaşındaki bir kadının ortalama doğum sayısının 2.2 civarında olduğunu belirtti. Bu sayının 2.1’in ya da 2’nin altına düştüğünde, toplumların ihtiyarlamaya başladığına dikkati çeken Akdağ, ‘Böyle bir batılı dünya, yaşam biçimi gelişti (konuşmak kolay da bu konuda literatür desteği var mı? Bu 2 rakamı nereden çıkıyor, kim bulmuş belli değil). Kolay kolay aile kurulmuyor, istisnai olarak kuruluyor, kolay kolay çocuk yapılmıyor, istisnai olarak yapılıyor ve yaşlanan bir toplum ortaya çıkıyor. Bu yanlışı biz yaşamamalıyız, aileler kendilerin ve çocuklarının sağlığını gözetecek biçimde çocuk sahibi olmalıdır’ dedi. Batılı kültürün etkisiyle ve birtakım klişeleşmiş sloganların tesiriyle doğurganlık sayılarımızın çok aşağılara indiğini söyleyen Akdağ, “Böyle olursa batılıların geçtiği yanlış yoldan geçmiş oluruz, yanlış bir mecraya sürükleniriz. Dengeyi iyi kurmak lazım. Türkiye, bu açıdan şu anda bir denge noktasına yaklaşmış durumdadır. (Denge noktası kaçtır bir bilebilsek!) Bu ifadeler maalesef bilimsel gerçekleri yansıtmıyor. Sadece Bakanımızın ‘ben dedim oldu’ şeklindeki kişisel fikirlerini yansıtıyor.
Aile planlamasında bugün belli bir noktaya gelinebilmişse, bu nokta, bakanlığın ve üniversitelerimizin yıllardır ortaklaşa yürüttükleri bilimsel ve özverili çabalarının sonucudur. Bunun içinde bedava rahim içi araç takılması, bedava doğum kontrol hapı ve kondom dağıtılması da vardır. Zaten pek çoğunuzca da gayet iyi bilinen uluslararası projeler çerçevesinde tüm saydıklarım beş kuruş para verilmeden hibe olarak alınmıştır. Devamla, laparoskopik tüp ligasyonu için lapracator, mikroskop, cerrahi aletler, pelvik ve meme muayene modelleri de yine hibe yoluyla tüm yurt sathına dağıtılmıştır.
Bu işler 1960’lı yıllardan beri süregelen, ciddi, planlı ve özverili çalışmaların sonucudur. Pek çok meslektaşımızın, ebe ve hemşirenin Edirne’den, Hakkari’ye kadar kasaba ve dağ yolarında ayak izleri vardır. Söylenen talihsiz sözler nedeniyle, 1965 ve 1983 yılında çıkartılan kanunlarda emeği olanların, kaybettiğimiz Nusret Fişek’lerin, Necdet Erenus’ların kemiklerinin sızladığını hissediyorum.
Sayın Bakanın aile planlamasının karşısında görünmesi büyük bir talihsizliktir. AÇSAP Genel Müdürlüğü’nün yıllardır görev yaptığı, bakanlık yerleşkesi içinden Hıfzıssıhha Enstitüsü’ne gönderilmesi de bunun somut bir delilidir. 19-22 Nisan 2007 tarihlerinde 5.’sini gerçekleştireceğimiz ‘Uluslararası Üreme Sağlığı ve Aile Planlaması Kongresi’ne, tamamen farklı düşüncelerde olduğunu gördüğümüz Bakanımızı davet edeyim mi?
Karar sizlerin.