"Ümit, bugünün hayal kırıklıklarının üzerinin yarın tarafından örtülmesidir."
Evan Esar [Amerikalı Mizah Yazarı:1899-1995]
Bir önceki hafta bu köşede yayınlanan "Mührü Elinde Tutanlar" başlıklı yazımdan sonra sizinle paylaşmak istediğim ilginç bir gelişme oldu. Hatırlayanlar olacaktır o yazımda ben, devlet hastanelerinde bulunan "Hasta Hakları Birimleri (HHB)’ndeki uygulamalardan yola çıkarak mevcut Sağlık Bakanlığını ve icraatlarını sert bir dille eleştirmiştim. Pazartesi sabahı yazının internette yayınlanmasının üzerinden daha 2-3 saat geçmemişti ki, HHB çalışanı olduğunu söyleyen pek çok okurdan yazımı eleştiren mesajlar geldi. Tabii haftanın ilerleyen günlerinde yazıya olumlu tepki veren mesajların sayısı diğerlerini geçti ama, HHB çalışanlarının bu ani refleksi benim açımdan anlamlıydı.
Sizinle paylaşmak istediğim ilginç gelişme bu değil. Bildiğiniz üzere geçtiğimiz hafta tam gün yasa tasarısı TBMM’ye gönderildi. Hemen her kesimden farklı gerekçelerle eleştiri alan bu yasa taslağına ilişkin olarak, 30 kadar tabip odasını çatısı altında bulunduran ve mevcut TTB yönetimine karşı ana muhalefet görevini yürüten Türkiye Hekim Platformu (THP)’nun da bazı eleştirileri mevcuttu. 2008 yılındaki TTB seçimleri öncesinde teşekkül eden ve TTB’nin asli vazifesinin "toplumsal muhalefete öncülük etmek" değil hekim sorunları ve toplum sağlığı ile ilgilenmek olduğuna inanan THP (http://www.turkiyehekimleri.org ), kanuna ilişkin görüş, eleştiri ve önerilerini kamuoyu ile paylaşmak için 13 Haziran 2009’da bir basın toplantısı düzenledi (Basın toplantısında dile getirilenleri okumak için lütfen THP internet sitesini ziyaret ediniz). THP’yı üye tabip odalarının başkanları da bir gün sonra Sağlık Bakanı’ndan randevu talep ederek düşüncelerini doğrudan iletme talebinde bulundular. Sayın Bakan da, Müsteşarı ve Müsteşar Yardımcıları da dahil kalabalık bir bürokrat kadrosu ile pazar günü öğle saatlerinde başlayan ve toplam 7 saat süren bir toplantıda THP üyeleri ve oda başkanları ile bir araya geldi.
İşte ilginç dediğim olay buydu. Daha birkaç gün önce kıyasıya eleştirdiğim, "Hiçbir kişi ve kurumu dinlemiyorlar" dediğim, "Doğruluktan ayrılırlarsa elimizdeki "eğri kılıç" ile düzelten bir gelenekten geliyoruz" dediğim insanlar ile karşılaşacaktım. O yazıda ve daha önce yazdığım "Vurun Doktora! Nasılsa Hasta Hakları Var" yazımda HHB üzerinden Sağlık Bakanı’na ve Sağlık Bakanlığı politikalarına ilişkin eleştirel pek çok şey dile getirmiştim. Şimdi söz sırası bana geldiğinde aynı şeyleri yüzlerine karşı da söyleyebilmeli miydim?
Kafamda bu ikilem ve soru işaretleri ile birlikte Ankara’nın 5 yıldızlı otellerinden birisinin ışıltılı toplantı salonuna girdik. Sayın Bakan ve bürokratları bizleri nazik bir şekilde selamladı. Önce kendileri "tam gün yasası" ile ne yapmak istediklerini ve ileri sürülen muhtelif itiraz noktalarını kendi penceresinden anlattı. 30 dakika kadar süren konuşmasında Sayın Bakan neredeyse THP’nin dile getirmeyi düşündüğü bütün itiraz noktalarına kendince’ cevaplar vermiş oldu. Bunlardan kimi bizim açımızdan tatmin edici kimi ise düzeltilmeye muhtaçtı. Ben bu ilk 45 dakikada Sayın Bakan’ın nasıl olup da 7 yıla yakın zamandır Sağlık Bakanı olarak kalabildiğini, nasıl olup da hükümetin en gözde Bakanlarından birisi olmayı başardığını anlama şansım oldu. Bir defa dersine çok iyi çalışıyor, yanlış bile olsa gitmeye karar verdiği yolda ısrarla ilerliyor, halkın nabzını çok iyi tutuyor ve -gereğini yerine getirme hakkı kendinde saklı olmak üzere- dinlemesini iyi biliyor. Pek çok katılımcı 7 saat boyunca birkaç kez salonu terk etmek zorunda kalsa da Sayın Bakan sadece 10 dakika ara isteyerek 4 saati aşan bir süre konuklarını dinledi.
Platform üyesi oda başkanları daha önce planlandığı üzere yasanın farklı yönlerindeki aksaklıkları ve düzeltme önerilerini dile getirdiler. Tabii bu arada söz kaçınılmaz olarak Sağlıkta Dönüşüm Projesi’nin ortaya çıkardığı olumsuzluklara da geliyordu. Kendisi her konuşmacının arkasından, gelen eleştiri ve yorumlara cevap vermek istese de, bizim teklifimiz üzerine Sayın Bakan notlar alıp toplantının sonunda genel bir değerlendirme yapmayı kabul etti.
Daha önce kararlaştırdığımız üzere ben Tam Gün Yasasına ilişkin konuşmak yerine hükümetin sağlık politikalarının hekimler ve mesleki saygınlık üzerine olumsuz yansımaları üzerine konuşacaktım. Kısacası yukarıdaki sözünü ettiğim yazılarda yazdıklarımı Bakanın ve bürokratlarının yüzüne karşı söyleyecektim. Toplantı başlamadan önceki kaygım söz sırası bana geldiğinde nispeten kaybolmuştu. Zira Sayın Bakanın bu dozdaki eleştirileri en azından dinleyebileceği izlenimini elde etmiştim. Toplantıya katılan onlarca kişiyi şahit tutarak ifade etmeliyim ki, nezaketli bir girişten sonra, yazılarımda dile getirdiğim her şeyi Doğru iş işlemezlerse, elimizdeki "eğri kılıçla" düzelteceğimiz sözü de dahil- aynı vurgu ile söyledim. Sayın Bakan notlar aldı, iddialarıma kanıt olarak gösterebileceğim somut veriler olup olmadığını sordu ve müsteşarına ve genel müdürüne talimat vererek irtibat bilgilerimin alınmasını istedi. Toplantının sonunda da benden heyetin huzurunda, eleştirdiğim konuların denetlenmesi ve varsa yanlışlıkların düzeltilmesi hususunda kendilerine akademik destek sağlama sözü vermemi istedi. Cevabım, "En büyük idealimin ülkeme uzmanlık alanımla ilgili yararlı hizmetler vermek olduğu, görev tanımımın yapılmasından sonra var olan akademik birikimimi memnuniyetle paylaşabileceğim." şeklinde oldu. Bakalım olaylar bundan sonra nasıl gelişecek. Bu köşe yazısı bu yayın döneminin son yazısı olduğundan muhtemelen sonucu Eylül ayında sizlerle paylaşabileceğim.
Hatırlarsanız bir önceki yazımın son cümlesi, "Olacak şey değil de! Kim bilir, belki de eşref saatlerine gelir, bu sese kulak verirler. Ne de olsa, çıkmadık canda ümit vardır" idi. Öyle görünüyor ki, olmayacak şey olma yolunda ve "Ümidini kaybeden her şeyini kaybeder" sözü bir kez daha doğrulanmış oluyor. Hepinize iyi tatiller diliyorum