Türkiye bugün 70 milyon nüfus ve 814 bin km2 yüzölçümü ile sadece Avrupa’nın değil, Dünya’nın en büyük ülkelerinden birisidir. 83.yılını idrak ettiğimiz Cumhuriyet’imizin kazanımlarını anlayabilmek için 1923 ile 2006 rakamlarını karşılaştırmamız yeterli olacaktır. Nitekim sağlık alanındaki rakamlara baktığımızda; 60 civarında tıp fakültesine sahip olmamız, hekim sayımızı 554 den 105 bine çıkarmış olmamız, hekim başına düşen nüfusu 19 binlerden 700 kişiye indirmiş olmamız, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde insanımızın ölümüne, sakat kalmasına ve çalışamamasına neden olan bulaşıcı hastalıklarla mücadele sonucu ana ve bebek ölümlerinin azaltılması ve beklenen ortalama yaşam süresinin 70 yaş üzerine çıkarılması Cumhuriyet’in kazanımlarıdır.
2006 Türkiye’sinde bu olumlu rakamlara rağmen “sağlıkta sorunlarımız bitmiş midir, verilen sağlık hizmetlerinden herkes memnun mudur?” sorularına verilecek cevap maalesef olumsuzdur. İşte 2006 yılında sorun olmaktan kurtulamamış ve herkesi memnun etmekten uzak bir hizmet alanı da adli hekimlik hizmetleridir. Yalnızca 350 civarında adli tıp uzmanı olan bir ülkede verilen adli hekimlik hizmetleri, başta adli tıp uzmanları olmak üzere ne sağlık ocağı hekimlerini ne Yüce Yargıyı ne de vatandaşımızı memnun etmemektedir.
Ülkemizde adli hekimlik hizmetlerinin yerine getirilmesinde Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve üniversiteler görev üstlenmiş durumdadırlar. Yazımda, Sağlık Bakanlığı’nın durumunu ele almaya çalışacağım.
3 Mayıs 1920 tarihinde kurulan Sağlık Bakanlığı, ülkemizde adli hekimlik hizmetlerinin yerine getirilmesi açısından adli tıp uzmanı sayısının da ülke çapında yeterli olmadığı gerçeği göz önüne alındığında çok kapsamlı bir hizmet vermektedir. 224 sayılı Sağlık Hizmetleri’nin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun’un 10. maddesi “Ocak hekimleri yalnız kendi ocakları içinde adli tabiplik vazifesi görürler” ifadesiyle sağlık ocağı hekimlerine ocak bölgesindeki adli tabiplik hizmetlerini yerine getirme sorumluluğu getirmiştir. Hukukun üstünlüğünün gerçekleştirilmesi aşamasında yargıç, suçun ve suçlunun araştırılmasında ihtiyacı olan delil niteliğindeki özel uzmanlık gerektiren tıbbi bilgiyi, hekimden talep edecektir. Talep edilen bilgi, yaşam hakkına yönelik suçlarda ceset üzerinde yapılacak ölü muayenesi ve otopsi gibi bir işlemi gerektirebileceği gibi, vücut dokunulmazlığına ya da cinsel dokunulmazlığa yönelik suçlarda ise canlılar üzerinde yapılacak bir işlemi gerektirebilir.
İşte 224 sayılı Kanun’un 10.maddesi, bu işlemlerin yapılmasında herhangi bir dalda uzmanlık eğitimi almamış pratisyen hekimi sorumlu kılmaktadır. Bu ise kabul edilebilir bir durum değildir. Çünkü; hukuki normla bir sorumluluk yüklenmesi, özellikle insan hakları kavramı içerisinde yer alan bir hizmetin yerine getirilebilmesi için asla yeterli olamaz. Çünkü; önemli olan işin yapılması değil, evrensel bilimsel nitelikte ve hukukun aradığı kalitede yapılmasıdır. Tıp fakültesinde yeterli oranda teorik ve pratik adli tıp bilgisi ve deneyimi kazanmamış hekimlerin vereceği adli raporlar ve yapacağı ölü muayenesi ve otopsi işlemleri nihai amacı adaleti tesis etmek olan yargılamada telafi edilmez zararlara neden olabilmektedir. Nitekim, yapılan bilimsel çalışmalarda pratisyen hekimler yeterli adli tıp bilgisine ve deneyimine sahip olmadıklarını ve bu nedenle adli görev üstlenmekten korktuklarını belirtmişlerdir. Bu korku, maalesef bazen gerçeğe dönüşmekte ve özellikle otopsi işlemi ile ilgili olarak hekimler adli görevi ihmal ettikleri gerekçesiyle yargılanmaktadırlar.
Ölüm sonrası gelişen süreçte cesedin çürüyeceği gerçeği karşısında, soruşturma aşamasında yapılan işlemlerin daha sonra bir kez daha tekrar edilmesinin mümkün olmadığı ve bunun da maddi gerçeğe ulaşmayı olanaksız kılacağı göz önüne alındığında savcı tarafından yapılan/yaptırılan işlemlerin nitelikli bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiği ortaya çıkar. Bu nedenle adliyeyi ilgilendiren ölüm olaylarında adli ölü muayenesi ve adli otopsi işleminin mutlaka adli tıp uzmanı tıp doktoruna yaptırılması gerekir. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye’yi tazminata mahkum ettiği bir kararında adli tıp doktorlarının yokluğunda yapılan otopsinin yetersizliğine de atıfta bulunmuştur. Bu duruma rağmen ne yazık ki; 1 Haziran 2005’de yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yasa koyucu, adli ölü muayenesini düzenleyen 86 maddesinin 3.fıkrasında “Bu muayene, Cumhuriyet savcısının huzurunda ve bir hekim görevlendirilerek yapılır”, otopsiyi düzenleyen 87 maddenin 1.fıkrasında ise “…Zorunluluk bulunduğunda otopsi işlemi bir hekim tarafından da yapılabilir…” ifadesine yer vererek, etkili bir soruşturmanın yapılmamasına neden olma riskini artırarak, Türkiye aleyhine yeni davaların açılmasına neden olabilecektir. 1983 tarihli ve 181 sayılı Sağlık Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile adli hekimlik hizmetleri Sağlık Bakanlığı’nın ana hizmet birimleri arasında sayılmamaktadır. Bakanlığın teşkilat yapılanması içerisinde Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde Sağlık Ocakları Daire Başkanlığı’na bağlı “İnsan Hakları ve Adli Hekimlik” adı altında bir “Şube Müdürlük” olarak yer almaktadır. Bu teşkilatlanma olarak bir eksikliktir. Yukarıda da sözü edildiği gibi 224 sayılı Kanun’un 10. maddesi hükmü gereği, her sağlık ocağı hekimi kendi ocak bölgesindeki adli tabiplik vazifesini yerine getirmek zorundadır. Bu ise bakanlığın çok önemli bir görev alanını oluşturmaktadır. Nitekim yurt sathına yayılmış 6203 sağlık ocağında çalışan hekimlerimiz bu görevi yerine getirmektedir. Burada verilen hizmetin kalitesinin artırılabilmesi için Sağlık Bakanlığı bünyesinde “Adli Hekimlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü” kurulmalıdır. Böylece sağlık ocağı hekimlerine acil nitelikte algılanması gereken hizmet içi eğitim verilmelidir. Ayrıca son zamanlarda Sağlık Bakanlığı’nca başlatılan, Bakanlığa bağlı 600 yatak kapasiteli hastanelerde adli tıp uzmanı istihdam edilmesi uygulamasına önem verilmelidir. Nihai hedef olarak Sağlık Bakanlığı’na bağlı eğitim hastanelerinde adli tıp klinikleri kurularak adli tıp uzmanı yetiştirilmesine başlanmalıdır. Adli hekimlik hizmetinin en az tedavi edici hekimlik hizmeti kadar önemli ve kutsal bir sağlık hizmeti olduğu anlayışının kabul edilerek, bu anlayışa uygun bilinçli, akılcı, çağdaş uygulamalar Sağlık Bakanlığı tarafından başlatılmalıdır. Bu yazı “Türkiye’de Adli Hekimlik Hizmetleri ve Sorunlar” adlı makalemden yeniden düzenlenmiş bir kesittir.