Yaşanmış öykülerimiz var. Yetmişli yıllardan başlayalım. Zamanın zenginlerinden birine kist hidatik ön tanısı konularak, ameliyat önerilir. Ameliyat, hem de Türkiye’de. Olur mu, hemen Amerika’ya giderler. Orada muayene eden doktor, bizimkilerin Türkiye’den geldiklerini de öğrenince, “Bizde bu hastalık çok nadirdir, o nedenle cerrahların deneyimleri azdır. Sizin gibi ülkelerde ise sıkça görüldüğünden cerrahların deneyimleri bizden çok daha iyidir. Burada daha çok Güney Amerika’da, Arjantin’de görülüyor. Gidin, ameliyatınızı ülkenizde olun.” der. Zenginimiz, geri dönmeyi gururuna yediremediğinden, gidip Arjantin’de ameliyat olur.
Doksanlı yılların başı; Cumhurbaşkanı Özal, uzun bir Orta Asya gezisinden yeni dönmüştür, kalp ameliyatlısıdır ve sağlığı da sıkıntılıdır. Bir sabah spor yaparken fenalaşır. O sırada köşkte ne bir doktor ne bir ambulans, hiçbiri yoktur. Şoförü ve birkaç çalışanı, apar topar makam arabasına koyup yola çıkarlar. Gitmeden de “Sayın Cumhurbaşkanı acile gelecek.” diye Hacettepe’ye telefonla haber verirler.
Hastane Acili’nde, “Aman bizi teftişe geliyor, bir eksiğimiz olmasın.” diye etrafı yeniden temizlerler, koridorlara paspas yaparlar, odaları düzeltip çöpleri boşaltırlar. Neredeyse yarım saat geçmiştir, uzun zaman sonra araba hastaneye ulaştığında ise zaten kaybedilmiştir. Orada, yine de damar yolunu açarlar, cihazlara bağlarlar, kalp cerrahı olan zamanın rektörü Yüksel Bozer de devreye girer ve saatler sonra ölüm haberi duyurulur.
İki binli yıllar; en büyük holdinglerimizden birinin çok sevilen başkanına, İstanbul’da böbrek tümörü tanısı konulur. Onlar da ameliyat için Amerika’ya giderler. Komplikasyon bu, nerede ve nasıl olacağı hiç belli olmaz. Her yerde olabilir. Ameliyatta barsak komplikasyonu olur. Enfeksiyon ve sonucunda, sepsisten kaybedilir.
Daha yakın tarihimize gelelim; yıl 2016, aylardan Ocak. Koç Holding’in patronu Mustafa Koç, Boğaz’ın Anadolu Yakası’ndaki yalısında, antrenörü eşliğinde sabah sporunu yaparken fenalaşır. Holding’e ait tıp fakültesinin, Nişantaşı ve Topkapı’da modern ve tam donanımlı hastaneleri vardır ama kaç para! Onlar karşı tarafta ve uzaklardadır. Çaresiz, apar topar en yakındaki Beykoz Devlet Hastanesine götürürler. Acil müdahalesi yapılır, oradan helikopterle Amerikan Hastanesine götürülür. Ancak ne çare, çok önemli hayati dakikalar uçup gitmiştir. Bir süre sonra kaybedildiği haberi duyurulur.
A benim talihsiz kardeşim; binlerce kişiye aş, iş, ekmek verirsin, kendi sağlığını neden düşünmezsin? Kalp ameliyatı da olmuşsun. Evinin yakınına tam teşekküllü bir kardiyoloji merkezi kursan olmaz mıydı? Belki o sayede şimdi aramızda olurdun. Aslında bu öneri, çok önceden Amerikan Hastanesi doktorlarından gelmeliydi, değil mi?
Bunları neden mi yazdım? Başta büyük kentlerimiz olmak üzere, binlerce konutluk dev siteler kuruyorlar. Medyada, televizyon ekranlarında ilanlarını görüyoruz; “açık, kapalı otoparklı, havuzlu-saunalı, spor merkezli, metroya, alışveriş merkezlerine, Boğaz Köprüsü’ne şu kadar mesafede, karşısında deniz, hatta Adalar manzaralı.” diye.
Sıkı durun; siz hiç “En yakın sağlık merkezine, falanca hastaneye şu kadar mesafede, ambulans beş dakikada ulaşır.” diyen ilan gördünüz mü? Ben görmedim. Yaşayanların sağlığını düşünen var mı? Anadolu’da beş yüz-bin haneli kasabalara bile sağlık ocakları, hastaneler kurmuşuz; binlerce kişinin yaşadığı modern sitelerde yaşıyorsunuz, sağlığınız Allah’a emanet. Trafik malumunuz, ambulans zamanında gelemiyor, yolda kaybettiklerimiz de cabası.
Büyük sitelerde fitnes-yüzme antrenörü, elektrikçisi, sucusu var. Musluk bozulsa, hemen gelip tamir ederler. Ya kendin bozulsan ne olacak? Oralarda ambulans, doktor, hatta sağlık merkezleri de olmalı mı? Fabrikalardaki iş yeri hekimleri gibi, binlerce vatandaşın yaşadığı sitelerde de olmalı mı? Cevabını siz verin.
Ben iddia ediyorum, büyük kentlerde, çok lüks konutlarda yaşayan, çok modern iş yerlerinde çalışan, çok zengin ve çok ünlü iş adamlarının bile hayatı tehlikede. Yatın, katın, rezidansın, yazlığın, kışlığın, şirketlerin, fabrikaların, bankada tonlarca paran, ciplerin, arabaların, hatta uçakların olmuş, acil hâllerde seni hastaneye zamanında ulaştıramadıktan sonra kaç yazar.
İki yaşlı yolda karşılaşmışlar, biri diğerine “Nasılsın?” diye sormuş,
“Nasıl olayım; belim başım ağrıyor, şekerim var, tansiyonum var, yahu sen nasılsın?” Diğeri yanıtlamış, “Ben çok iyiyim; başımda saç, ağzımda diş yok, altıma kaçırıyorum haberim yok.” deyivermiş.
Maalesef, hiç haberimiz yok arkadaşlar. Siz siz olun, ev alırken bahçe, manzara, otopark ve havuz-saunasının yanında sağlık işlerini de bir zahmet soruverin. Hiç olmadık bir zamanda, gün olur komşularınızın, hatta bizzat kendinizin, eşiniz ve çocuklarınızın bile ihtiyacı olabilir.
Bu yazdıklarım, Sağlık Bakanlığından belediyelere, inşaat şirketlerinden müteahhitlere ve daha da ötesi bilumum ilgililere. Hepsinden de öte, sizlere arkadaşlar.
Bilmem sesimi duyurabildim mi?