Sağlık çalışanı, diğer mesleklerden farklı olarak canlı, bilinçli ve duygusal yapısı olan insan ile uğraşan ve insanın sağlığı ile yaşamını yeterli ölçüde çaba göstererek devam ettirmeye çalışan bir meslek grubudur.
Avrupa Hasta Haklarının Geliştirilmesi Bildirgesi’nin Madde-1.6’da “Herkes hastalıkların önlenmesi ve sağlık bakımı için yeterli ölçüde çaba gösterilerek sağlığının korunması ve kendisi için edinilebilir en yüksek sağlık seviyesine kavuşma hakkına sahiptir” denmekte ve sağlık çalışanından “yeterli ölçüde çaba göstermesi” istenmektedir. Bu deyimi “tıp mesleği görevini, gerekli görülen bir çaba ile uygularken a) Yapılması gerekenin yapılması ve b) Yapılmaması gerekenin de yapılmamasıdır” şeklinde ifade edebiliriz.
Yasalara göre her mesleki işlem bir görevdir ve her görev, ilgili meslek çalışanına bir sorumluluk yükler. Sorumluluk, 1) Görevi kurallara göre yapmak ve 2) Yeterli ölçüde çaba göstermek olarak iki başlıkta toplanır. Bunlardan kurallara uymama ve/veya yeterli ölçüde çaba göstermeme sorumluluk ihlali olarak değerlendirilir. Bu ihlal sonucu zarar oluştuğu takdirde hesap verme zorunluluğu doğar. Sağlık çalışanının görevi sırasında oluşacak zarar maddi, bedensel ve/veya ruhsal olacak ve bazen telafisi mümkün olmayan bir zarar olacaktır. İnsanın bedensel ve ruhsal sağlığını sağlamaya yönelik olan ve Hipokrat yemini gibi bir yemini bulunan ve ulusal (Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun-1928, Tıbbi Deontoloji Tüzüğü–1960, Tababet Uzmanlık Yönetmeliği–1974, Hasta Hakları Yönetmeliği-1998, Hasta Hakları Yönergesi, Hekimlik Mesleği Etiği Kuralları-1998, Sağlık İşletmelerinin Yönetimi İle Çalışma Esasları Hakkında Yönetmelik-1995) ve uluslararası (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi-1948, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi-1950, Lizbon Bildirgesi-1981, Avrupa Hasta Haklarının Geliştirilmesi Bildirgesi-Amsterdam Bildirgesi-1994, Dünya Tabipler Birliği-Bali Bildirgesi-1995, Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi-1996, Hasta Hakları Avrupa Statüsü-Roma-2002) yönerge zorunlulukları olan başka bir meslek grubu yoktur.
Hekim, temel tıp bilgisi zemininde, tecrübe birikimi, sürekli gelişen ve değişen tıp bilgileri, diğer hekimlerin konsültasyon görüşleri ve laboratuvar aletlerinden yararlanarak tıbbi bir yorum yapar ve sorumluluğunu almış olduğu hastasının durumu hakkında bir kanaate varır. Bu kanaatine göre ve özgürce karar vererek görevini yapar. Hekimin bu yorumu, kanaati ve kararı kişiseldir.
Hekimlik kişisel bir yorum mesleği olduğuna göre; aynı eğitimi aldığı halde bir hekimin teşhis ve tedavi kanaati farklı olabilecek, bir hekimin doğru kanaati, başka bir hekim tarafından yanlış olarak değerlendirilebilecektir. Dolayısıyla aynı hastaya, farklı doktorlar tarafından farklı teşhis ve farklı tedavi veya aynı teşhis, fakat farklı tedavi uygulanabilecek, aynı teşhis ve aynı tedavi uygulaması ise çok nadir olacaktır.
Hekim-hasta ilişkisi Borçlar Kanunu’na göre akde dayanan bir vekalet ilişkisidir. Bu ilişkide hekim teşhis ve tedavi işlemleri için yeterli çabayı göstereceğine dair bir akid yapmış olmaktadır. Sözel veya yazılı olmak üzere iki çeşidi olan akdin sözel olanı, hastanın hekime başvurusu ile başlar. Kansız teşhis ve tedavi işlemlerinde geçerli olan bu akidde, hasta bilgilendirme isteme hakkına sahiptir. Yine bilgilendirmeye dayanan yazılı akid, ise kan alma dışındaki kanlı işlemler için (ameliyat, anjiyografi vs.) şarttır (acil durumlar hariç).
Akdin tarafları olan hekim ve hasta arasında karşılıklı hak ve sorumluluklar söz konusu olmalıdır. Dolayısıyla bu hak ve sorumluluklar ayrıntılı olarak yasalarda yer almalıdır. Ancak yukarıda isimlerini belirtmiş olduğum gerek ulusal ve gerekse uluslararası yönetmelik ve yönergelerde hasta haklarına, hekim haklarından çok daha fazla yer verilmektedir. Bence bu yazılarda biz hekimlerin hakları yenmekte ve topuzun ucu hasta hakları yönünden fazla kaçırılmış durumdadır. Bu yönergelerde, biz sağlık çalışanları için en büyük tehlike “Tıbbi Çaba Yetersizliği veya Tıbbi Görev Taksiri” olarak ifade edilmesini daha uygun gördüğüm “Tıbbi Yanlış Uygulama-Malpraktis” kavramının yeterince açık ve ayrıntılı bir şekilde tanımlanmamasıdır. Örneğin TCK’nın 22. maddesinde tüm meslekleri içerecek şekilde taksir ele alınmakta ve “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık” şeklinde iki kelime ile sınırlı olarak, son hazırlanmış olan Tıbbi Yanlış Uygulama Kanun Tasarısı’nda ise sağlık çalışanları kastedilerek “Madde-1’de…..standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan zararlar” Md-3’te “Beceri eksikliği:
Standart tıbbi uygulamalarda mesleki bilgi ve manipülasyon ile donatılmamışlık halidir” ve “Tıbbi Yanlış Uygulama (Malpraktis): Hekimin standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan zararlardır” olarak tanımlanmaktadır. Temel tıp bilgisi olan hiçbir hekim standart uygulamayı normal şartlarda uygulamazlık veya hastaya yapılması gereken tedaviyi vermezlik yapmaz. Beceri kelimesi, kişiden kişiye farklı olarak yorumlanacak elastiki bir kelime, mesleki bilgi ve manipülasyon ile donatılıp donatılmamışlığın belirlenmesi de sınav olmayacağına göre, yine kanaate dayanan ifadelerdir. Bu tanımlamalar konusuna, Malpraktis yasa tasarısına ilişkin bir sonraki yazımda değineceğim.
Bir hastanın iyileşmemesi veya ölmesi; a) Hastalığın normal seyri sonucu olabileceği gibi, b) Komplikasyon (işleme bağlı kabul edilebilir-beklenebilen zarar-risk-suç değil) oluşması veya c) Tıbbi görev taksiri (çaba yetersizliği-suçtur) nedeniyle gerçekleşebilir. Görüldüğü gibi iyileşmeme veya ölümün üç nedeni olduğu halde, sadece sağlık çalışanının çaba yetersizliği suç olmaktadır. Buradaki sağlık çalışanı tek hekim veya hekim ekibi şeklinde olabileceği gibi, idarenin de çaba yetersizliğini de hesaba katmak gerekmektedir. Dolayısıyla bir hastanın sağlık çalışanı veya çalışanlarını şikayeti ile ilgili bir soruşturmada, hekimin teşhis ve tedavi kanaati ve bu kanaate göre uyguladığı işlemlerin doğru veya yanlışlığını değerlendirmek araştırılmamalı, teşhis ve tedavi işlemleri sırasında gerekli çabanın yeterli ölçüde gösterilip gösterilmediğini araştırma ile sınırlı kalınmalıdır. Yine soruşturma sürecinde a) Hastada oluşan zarar ile hekimin belirlenen bir çaba yetersizliği de varsa, bu taksir ile zarar arasında bir illiyet (sebep-sonuç) bağlantısı var mı?, b) Hastada oluşan zarar, bu arada hekimin belirlenen çaba yetersizliği de olmuş olsa bile, başka bir nedenden dolayı mı oluşmuştur veya c) Hastada mevcut yeni veya eski bir hastalık veya hastalıkların beklenen bir sonucu olarak mı oluşmuştur ? Sorularının irdelenmesi gereklidir. Ayrıca oluşan çaba yetersizliğinde idarenin de çaba yetersizliği araştırılmalı ve varsa bu taksir de göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca tıbbi çaba yetersizliğinin a) Bilinçli-keyfi taksir olarak tanımlanan “öngörülen, fakat istenmeyen zarar” yanında b) Olumsuz şartlar sonucunda da oluşabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Bu ayrıntılar üzerinde durmaksızın sadece beceri eksikliği, mesleki bilgi ve manipülasyon ile donatılmamışlık gibi elastiki kelimelere dayandırarak tıbbi görev taksiri suçuna karar vermek biz hekimleri, hekimlik mesleğini uygulamaktan kaçınmaya itecektir.
Bu nedenlerle hekimin ve diğer sağlık çalışanlarının tıbbi çaba yetersizliği suçu ve unsurları, diğer mesleklerden farklı görüşler ve yasal kurallarla sorgulanmalı ve değerlendirilmelidir.
15 Kasım 2002 tarihli Resmi Gazete’de Anayasa Mahkemesi’nin “Eşinin soyadı yanında kızlık soyadını kullanabilmesi”ne yönelik kararda mahkemenin gerekçesi şu olmuştur: “Kişilerin haklı bir nedene dayanarak değişik kurallara bağlı tutulmaları eşitlik ilkelerine aykırı değildir. Durum ve konumlarındaki özellikler kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerekli kılabilir. Gelişen ve değişen koşulları ve ortaya çıkan gereksinimleri görebilme ve yansıtabilme becerisine ve isteğine sahip bir yönetim ve yönetmelik olmalıdır.”
12
önceki yazı