Üzülerek görüyoruz ki, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet azalmak bir yana, giderek artıyor. Bir yanda hastane koridorlarında duyduğumuz “Doktorlar da hak ediyor.” sözleri, diğer yanda mesleğinden soğuyan ve artık hastalara eskisi gibi “merhametli” bakamadığını söyleyen doktorlar. Konuyla ilgili gelişmeler de ne yazık ki “Nereye gidiyoruz?” ve “Nasıl bir sağlık ortamı bekliyor bizi?” sorularına umutlu yanıtlar vermemizi engelliyor. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti besleyen politikalarda hiçbir değişikliğe gidilmiyor olması nedeniyle hekimlerde giderek bir çaresizlik duygusu yerleşiyor. İnternet ortamında sağlık çalışanlarına yönelik şiddet ile ilgili haber ve yazılara yapılan yorumlar durumu açıkça ortaya seriyor.
Bir hekim olarak bakıldığında canı yanan, kendini (ve mesleğini) korumasız, güvencesiz ve tehdit altında hisseden hekimlerin tepkilerine hak vermemek mümkün görünmüyor. Fakat yine de edilgen bir şekilde savunmada beklemek yerine sorunu çözme arayışlarına girmek biz hekimler için daha yararlı olacak gibi görünmektedir. Yaşananlar, yalnız protesto eylemleri ile sorunun çözülemeyeceğini ve bu protestoların belki de sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti arttırmış olabileceğini düşündürmektedir.
Öncelikle toplumsal yapımızda, kişilerarası ilişkilerde, insanların birbirine ve hayata bakış açılarında köklü dönüşümler gerçekleştiği ve bu dönüşümün de her alanda şiddete başvurma eğilimini arttırdığı gerçeğinden yola çıkılmalıdır. Başka bir deyişle, artık cin şişeden çıkmıştır ve şiddete başvurma eğilimi, hasta ve hasta yakınları ile sağlık çalışanları arasındaki ilişkileri de etkilemektedir. Sağlık Bakanlığı bütün politikalarından vazgeçse bile artık geriye dönüşün olması mümkün değildir. Bu nedenle, oluşan yeni duruma göre yeni çareler aranmak zorunluluğu bulunmaktadır. Çare aramamak ya da yalnızca sorunu yarattığı düşünülenlerin adım atmasını beklemek hiçbir işe yaramayacaktır. Çareyi bulma yükümlülüğü yönetenlere bırakılırsa, yapılanlardan farklı bir şey yapılmayacaktır ve sorunun çözümünde her kesime, herkese görevler düşmektedir. Bu nedenle sağlık çalışanları ve bilim insanlarının, özelde sağlık alanında olmak üzere toplumda giderek artan şiddeti anlamaya ve önlemeye yönelik bilgi üretmeleri gerekmektedir. Aşağıda sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti anlamaya ve önlemeye yönelik ve her biri ayrıca irdelenmesi gereken değerlendirmeler verilmiştir.
1. Sağlık politikaları gözden geçirilerek hekimlere yönelik şiddeti besleyen yönleri belirlenmelidir.
2. Şiddete başvuranlar hızlı biçimde cezalandırılmalı ve cezalar caydırıcı olmalıdır.
3. Hekimlerin iş yükü azaltılmalı, performans uygulamalarında belli sayıdan daha yukarıda hasta görme avantaj olmaktan çıkarılmalıdır. Hasta memnuniyeti kadar sağlık çalışanlarının memnuniyetini arttırıcı önlemler de alınmalıdır.
4. Yöneticiler arasında yaygın olarak bulunan “Görevi, bakacak tabii” anlayışı terk edilmelidir (Hekimlik ve hemşirelik yalnızca görev hissiyle yürütülecek meslekler değildir).
5. Sağlık çalışanları ve örgütleri halka “kendilerini” anlatmanın yeni yollarını bulmalıdırlar. Bugüne kadar uygulanan yöntemler pek işe yaramıyor gibi görünmektedir. Türk Tabipleri Birliği ve diğer mesleki örgütler, hükümetin yaptığı gibi bilimsel yöntemlerle kamuoyu oluşturmaya çalışmalıdır. Örneğin; iş bırakma eylemlerinin kamuoyu tarafından nasıl algılandığı konusunda bir araştırma yapılmalı, eylemin amacına ulaşıp ulaşmadığı, amaca ulaşmak için eylemde bir farklılık yapmanın gerekip gerekmediği mutlaka araştırılmalıdır.
6. Halkın sağlık hizmetlerinde yaşanan her türlü sorundan hekimi sorumlu tutma eğilimi değiştirilmeye çalışılmalıdır.
7. Ülkemizde hasta-hekim ilişkisinde yaygın olarak görülen ve hem hekimler hem halk tarafından benimsenen paternalistik yaklaşım gözden geçirilmelidir. Hekimi “her şeyi bilen”, “her şeye kadir” ve “hasta adına en doğru karar veren” kişi konumuna getiren bu yaklaşım şiddet yaşanma potansiyelini arttırmaktadır. Bu tarz bir ilişkide hasta ve hasta yakınları işler iyi giderken hekimi idealize eder (“dünyanın en iyi doktoru”), işler kötü gittiğinde ise her şeyin sorumlusu (“dünyanın en kötü doktoru”) olarak gördükleri hekimi değersizleştirirler. İşin belki de daha önemli bir kısmı, paternalistik yaklaşımın yaşananların kişiselleştirilmesine neden olmasıdır. Başka bir deyişle, hasta ve hasta yakınları bu tarz bir ilişkide işler iyi giderken “kendilerine özel olarak iyi davranıldığı” işler kötü giderken ise “kendilerine özel olarak kötü davranıldığı, adam yerine konulmadıkları, önemsenmedikleri” duygularına kapılmaktadırlar. Diğer yandan hekime bu kadar çok güç atfedilmesine neden olan bu yaklaşım, sağlıkla ilgili her türlü sorunun çözümünün de hekimden beklenmesi sonucu yaratmaktadır.
8. Tıp fakültelerinin müfredatları gözden geçirilerek hasta ve hasta yakınları ile iletişim ve ilişki kurma ile ilgili ders sayıları arttırılmalı, özellikle öfkeli ve saldırgan olmak üzere zor hasta ve yakınları ile nasıl baş edileceği konuları ele alınmalıdır.
9. Hekimlerin tutum ve davranışlarının sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti nasıl etkilediği incelenmeli, hasta ve hasta yakınını saldırganlaştırabilen tutum ve davranışlar belirlenerek önlemler alınmalıdır. Sağlık çalışanlarının iletişim ve ilişki kurma becerileri geliştirilmeli, sağlık çalışanlarına yaşadığı duygular (özellikle öfke ve önemsenmediği duyguları) ile nasıl baş edeceği konularında eğitimler verilmelidir.