Dünyanın ilk ve öncelikli hizmet sektörlerinden biri olan sağlık hizmetlerinin, yirmi birinci yüzyılda geldiği nokta itibariyle kimi ya da kimleri mutlu ettiği çok tartışmalıdır.
On yedinci yüzyıldan bu yana Batı tıp etkinlik alanındaki bilimsel ve teknolojik gelişmelere paralel olarak sosyal yaşamdaki düşünsel değişmeler, tıbbın insanın günlük hayatındaki yerini giderek artırmıştır.
Hastalıklar hakkındaki bilinçlenmenin ötesinde, internetin günlük yaşamda etkin bir şekilde kullanılması ile tanıya ve tedaviye yönelik seçeneklere ilişkin bilgiye erişimin kolaylaşması (bir yandan da hastalardaki hekim olma isteğini de tatmin ettiğinden) bireylerin sağlıkla ilgili tutumlarını ve davranışlarını önemli derecede değiştirmiştir. Diğer yandan, ülkemizde gerçekleştirilen “sağlıkta dönüşüm” kapsamında sağlık kurumuna ve hekime erişilebilirliğin önemli derecede kolaylaşmış olması, sağlık ücretlerine katılım payının olması gerekenden aşağıda olması bireylerin sağlık kurumlarını, hekimi ve en önemlisi tanı yöntemlerini aşırı etkin şekilde kullanması sonucunu doğurmuştur.
Tanı testlerinin gelişmesi sonucunda, çok düşük bir oranla da olsa olası istenmeyen durumların ortaya çıkması ihtimallerinin hastaya aydınlatılmış onam kapsamında açıklanması gerekliliğinin yanı sıra, bilgilendirmenin iyi ya da hiç yapılmaması malpraktis iddiasını gündeme getireceğinden, çok kısa süre önce normal olarak kabul edilen bireylerin hasta olarak kabul edilmesine neden olmuştur.
Yazılı ve görsel basında yüksek bir orana erişen tıpla ilgili kontrolsüz ve yer yer sorumsuz bilgi aktarımının da yukarıda sayılan nedenlere eklenmesi ile bireyin hayatı tıbbi bir sürece dönüşmekte, endişeli, huzursuz, devamlı surette vücudunu dinleyen ve bu nedenle hastanede geçen zaman süresi giderek artan, ellerinde diyet listeleri, laboratuvar sonuçları, ilaç kutuları ile özdeşleşmiş “Kendince kazanılmış hastalık sendrom”u yaşayan birey profili oluşmaktadır.
Birey bu sıkıntıları yaşarken, toplumsal olarak sağlık harcamalarında israf derecesinde artış yaşanmakta, işin üzücü ve ilginç tarafı bu durum, sağlık politikalarını yürütenler tarafından başarılı olarak görülmektedir.
1975 yılında yazdığı kitapla bu konuyu gündeme getiren Dr. Ivan Illich, nerede ise kırk yıl sonrasını görebilmekteymiş. Biz, bugünü göremiyoruz.