Başlık, her ne kadar bir makaledeki anahtar kelimeler dizisine benzese de; anlamlı bir başlık olduğuna, inanıyorum ki siz de okuyunca hak vereceksiniz.
Mensubu bulunmaktan onur duyduğum tıp ve hukuk uğraşı alanlarının ortak bakışını konu alan sağlık hukuku ile ilgili sempozyumun ikincisi uluslararası katılımlı olarak 13-14 Kasım 2009 tarihleri arasında İstanbul Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesinde gerçekleştirildi. Bilimsel düzey ve katılım olarak üst seviyede gerçekleşen Sempozyum’un ev sahipliğini Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve İstanbul Barosu üstlendi.
Yedi oturum, iki adet oturum ve bir atölye çalışmasının mevcut olduğu Sempozyum hiç kuşkusuz katılımcıların bilgi birikimlerine önemli katkı sağladı. Diğer yandan yapılan konuşmalarla uygulamada ne kadar çok sıkıntının yaşandığı da gözler önüne serildi. Sempozyum’un bence en önemli katkısı, mevcut sorunların çözümüne yönelik farklı yaklaşımların ortaya konulması olmuştur.
Sempozyum’da konunun yetkin kişileri tarafından Tıbbi Malpraktis, Tıbbi Malpraktiste Bilirkişilik, Adli Tıp Kurumu Kararları ve Yüksek Sağlık fiurası Kararları ile ilgili konuşmalar yapıldı. Sağlık hukukunun en önemli ilgi alanlarından biri olan tıbbi malpraktis ile ilgili son gelişmeler ışığında domuz gribi ile ilgili olarak bir katılımcı çok güzel bir soru sordu. Soru şuydu: "Domuz gribinin önlenmesine yönelik toplumda meydana gelen/getirilen kararsızlık/güvensizlik sonucu aşının yapılması ile kişilerde ortaya çıkan istenmeyen durumlarda tıbbi malpraktisten bahsedebilir miyiz? Böyle bir durumda cezai ve/veya hukuki sorumluluk kime aittir?
Soru, aslında, akademik bir makale yazmayı gerektirecek niteliktedir. Soruyu cevaplarken sadece tıbbi bakış açısının yetmeyeceğini çok yetkin bir hukuki bakış açısısın da gerekli olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Doğal olarak bu köşede böyle bir şey yapılamayacağından bu sorunun bence çok önemli bir boyutunu belirteceğim.
Başta hekim olmak üzere sağlık personelinin tıbbi uygulamaları ile ilgili olarak yargıya intikal eden vakalarında sağlık personelinin yaptıklarını ya da yapmadıklarını değerlendiren bilirkişinin ya da bilirkişi kurumunun bu değerlendirmeyi hangi standarda göre yapması gerektiği konusu önemli bir sorundur. Bazı vakalarda hangi eylemin doğru olduğu yönünde büyük görüş ayrılıkları olabilmektedir. Bunun en güzel örneği domuz gribi ile ilgili aşılamadır. Aşılanalım mı, aşılanmayalım mı? Bir konu da iki doğru olabilir mi? Bu sorunun cevabı aşağıdaki gerekçe ile bence evettir.
Tıp Tarihi/Tıbbi Deontoloji/Tıp Etiği derslerinde söylediğimiz ve 1219 sayılı Yasamızın başlığında da çok güzel yer aldığı gibi tıp uygulamasının sanat yönü vardır. Sanat ise farklılığı belirtir. Hatta, sanatta farklılık zorunluluktur. Dünyada en çok ekonomik kaynağın ve zamanın ayrıldığı, en çok bilginin üretildiği tıbbi uygulamalarda yukarıda belirtilen durumun bilirkişiler ve en önemlisi yargı mensupları tarafından azami ölçüde göz önüne alınması gerektiğini düşünüyorum.
Söz konusu nedenlerle tıbbi uygulama hataları iddialarında, sağlık personelinin aynı zamanda bir sanat adamı olduğunun, hastasına farklı tıbbi seçenekler sunma ve uygulama hakkının bulunduğunun altını çizmek istedim.